17 Aralık 2018

Duyulmayanların sesi olmak

Sesleri duyulmayanların, ezilenlerin taleplerine bir sol hareket neden sahip çıkamıyor?

Sarı Yelekliler’in protestoları bir aydır sürüyor. Protesto şarkıları söyleyen değişik yaş ve grupta insanlar, yakılıp yıkılan dükkanlar, arabalar, polisle göstericilerin çatışmasını gösteren fotoğraflar gazetelerin baş sayfalarında.

Önce akaryakıta zam ve buna karşı kamyon şoförlerinin protestolarıyla başlayan gösteriler kısa sürede sisteme ve sistemin temsilcisi olarak gözüken Cumhurbaşkanı Macron’a karşı bir toplumsal tepkiye dönüştü. Sarı Yelekliler kimdir sorusuna yanıt vermek güç. Bir sınıf hareketi değil. İçinde aşırı sağ da,sol da var. Ama şiddet eylemlerine bakıp bunu basit bir vandalizm olarak görmek de yanlış. Küçük grupların şiddet eylemlerine karşı, buna katılmayan hareketin ana gövdesi var. Bu ana gövde genelde Paris’in dışındaki küçük kasabalarda oturan, ay sonunu güçlükle getiren kamyon şoförleri, inşaat işçileri, hastabakıcılar, küçük memurlar, küçük esnaf,emekliler,işsizler, öğrencilerden oluşuyor. Pek çoğu hiçbir siyasal hareketin mensubu değil. Daha önce hiçbir protesto gösterisine katılmamamışlar. Sarı Yelekliler’in inşa ettiği “biz”, sesi duyulmayanların ittifakı. Öfkelerinin hedefi olan “onlar” ise, kendilerini görmeyen, üstten bakan, “biz” in gerçeklerinden kopuk bir yaşam sürdüren “elit” ve onların temsilcisi Macron.

Protesto gösterilerinin ne yöne evrileceği belirsiz. Kendiliğinden sönen bir balon mu olacak, yoksa İspanya’daki Podemos, ya da Yunanistan’daki Syriza gibi siyasal bir harekete mi dönüşecek? Ya da Fransa’daki sağ popülizmi güçlendiren, iktidar yolunu açan bir hareket mi olacak? Bu soruların yanıtını zaman içinde bulacağız.

Günümüzde yaygınlaşan sağ popülizm ekonomik gelişmeden pay alamayanların, sesleri duyulmayanların sisteme yabancılaşmalarından ve kendilerini duymayan eliti bu eşitsizliğin sorumlusu olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Sağ popülist partilerin başarıları, mevcut sisteme karşı başka bir seçenek sundukları izlenimi vermelerinde yatıyor. Sağ popülist partilerin statükoya karşı olmaları, statükodan zarar görenlerin desteğini sağlıyor. Statükodan şikayetçi olanların taleplerine popülist partiler kulak veriyor gözüküyor. Bu durum, sağ popülist partilerin iktidara geldikleri zaman demokratik olmayan yönetimler kurmalarının, muhalifler üstünde baskı uygulamalarının, temel hak ve özgürlükleri sınırlamalarının, hukuk devletini ortadan kaldırmalarının göz ardı edilmesine yol açıyor.

Sorulması gereken şu: Sesleri duyulmayanların, ezilenlerin taleplerine bir sol hareket neden sahip çıkamıyor? Bunun için ne yapmak gerekir?

Bunun için yeni bir çoğunluk inşasına yönelmiş bir sol hareketin ortaya çıkmasını gerekir. Popülist iktidarlar ya da partiler kimlik politikalarına dayanır. Toplumları kutuplaştırarak kimlikleri içine hapis etmek, farklı kimlikleri reddetmek, aynı zamanda kendini bütün halkın temsilcisi olarak göstermek bütün popülist iktidarların başvurduğu en etkili silah.

Bu nedenle, yeni bir “biz” inşası herşeyden önce kimlik politikalarını geçersiz kılacak, insanların kamusal alanda farklılıkları ile birlikte eşit olarak var olmalarını sağlayacak çoğulcu ve eşitlikçi bir projenin ortaya konulması anlamını taşıyor.

Ekonomik güçlükler, yaşam düzeylerinin gerilemesi, kimlik siyasetlerinin ötesine geçmek için iyi bir fırsat oluşturuyor. Yeni bir sol hareketin kitlelerin tatmin edilmeyen talepleri ile demokrasinin değerlerini birleştiren bir hareket olması gerekli. Bu hareket eşitlikçi, özgürlükçü bir zeminde, ezilmiş, itilmiş insanların taleplerine çözüm getirmeye yönelmeli. Bunun için farklı bir dile, insanlara dokunan bir söyleme gereksinim var.

Böyle bir stratejiyi benimseyen sol hareketlerin sağ seçmenden de oy alabildiğini örnekler gösteriyor. Örneğin, Fransa’da 2017 seçimlerinde Jean-Luc Melenchon gibi sol adaylar daha önce Marine Le Pen’in sağ populist partisine giden oyların bir bölümünü almayı başardı. Aynı şekilde, İngiltere’de 2017 seçimlerinde İşçi Partisi lideri Corbyn daha önce sağ populist parti UKIP’e oy verenlerin yüzde 16 sının oyunu aldı.

Ancak bunun için yeni bir sol hareketin sesi duyulmayanların sesi olması gerekir. İspanyadaki Indignados (öfkeliler) hareketinin sloganı “oyumuz var ama sesimiz yok” tu.

Yeni bir “biz” inşası için bir proje çerçevesinde ezilen, ayrımcılığa uğrayan, tahakküm altında yaşayan, istismar edilen insanların bir ağ şeklinde örgütlenmesine gereksinim var. Halkın bir siyaset öznesi olarak siyasetin içine girmesi önem taşıyor. Bunun için yerel demokrasinin güçlendirilmesi, katılımcı demokrasiye yer veren bir yönetim zihniyetinin yerleşmesi gerekli.

Bütün bunlar günümüz Türkiye’si için de geçerli. Türkiye’nin koşulları sağ popülist partilerin iktidarda oldukları başka ülkelerden daha ağır. Türkiye’de giderek derinleşen bir demokrasi krizi var.

ABD’ de de Trump gibi bir sağ popülist lider başkan seçildi. Trump’ın demokrasi ve insan haklarını Putin ya da Orban’dan daha fazla sevdiği söylenemez. Ama ABD’de özgür bir basın, bağımsız bir yargı, işlevsel bir parlamento gibi fren-denge mekanizmaları olduğundan rejim hala demokrasi olma niteliğini sürdürüyor. Oysa Türkiye’de fren denge mekanizmalarının ortadan kaldırılması, tüm iktidarın tek elde toplanması demokrasi kültürünün zayıflığı ile birleşince rejim demokrasi olmaktan çıktı. O nedenle Türkiye’de bir sol hareketin başarıya ulaşmasının önünde güçlükler var.

Buna karşılık, Türkiye’de ağırlaşan ekonomik kriz, kutuplaşmış bir toplumdaki kimlik siyasetini geçersiz kılarak yeni bir halk dayanışması için uygun bir ortam oluşturuyor. Türkiye’de orta sınıf, esnaf, işçi, çiftçi, emekli büyük bir geçim sıkıntısı içinde. Yaşam koşullarının ağırlığı ve büyüyen eşitsizlikler hangi noktada AKP iktidarına olan bağlılığı kırabilir? Bunu önümüzdeki seçimlerde göreceğiz. Ancak bu bağlılığın sarsıldığı da bir gerçek.

Ekonomik krizin demokrasi krizi ile birleştiği Türkiyede bu ikisi arasında bağlantı kuran yeni bir örgütlenmeye gereksinim var. Sesini duyuramayan ezilmişlerin sesini duyuracak ve kimlik siyasetlerinin ötesine geçecek bir ağ örgütlenmesinin koşulları mevcut. Sorun, giderek artan geçim sıkıntısından şikayet eden kitle ile baskıdan, tahakkümden şikayet eden kitle arasında iletişim kurarak eşitlik, özgürlük, demokrasi ve çoğulculuğa dayanan yeni bir “biz” inşa etmek. Öyle bir ağ meydana getirilmeli ki, bu ağın bütün düğümleri bir bütün olarak hareket edebilmeli. Örneğin, polisin gösteri yapan kadınlara karşı şiddete başvurmasına işçiler de tepki göstermeli, ya da köylerinin yakınında baz istasyonu yapılmasına karşı çıkan köylülere üniversiteler, kadın hareketleri de destek vermeli.

Böyle yeni bir örgütlenme yoksulların, işsizlerin, emeklilerin, işçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, inançlıların, KHK mağdurlarının öğrencilerin, LGBT lerin taleplerini dile getiren kolektif bir irade oluşturmalı.

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik yeni bir Türkiye yaratmak için önemli bir fırsat oluşturuyor.

Karanlıktan aydınlığa çıkmak için bu son fırsat olabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"