30 Kasım 2015

Can ve Erdem'in tutuklanması: Karanlıklar ülkesi

Öyle anlaşılıyor ki, demokrasi ve özgürlükler bakımından karanlık yıllar bizi bekliyor

AKP iktidarının Sulh Ceza Hâkimliklerini kurmasıyla Türkiye’de basın özgürlüğü alanında yeni bir dönem başlamıştı. Bu dönemde iktidarı eleştiren gazeteciler hakkında soruşturma açılıyor,sulh ceza hakimleri tutuklama kararı veriyor, iddianamenin hazırlanıp yargılamanın başlaması çok uzun süreye yayılıyor, bu süre içinde de gazetecinin tutukluluk hâli devam ediyor. Böylelikle iktidar hem muhalif gazeteciden kurtuluyor, hem de hâlâ iktidarı eleştirecek cesareti olan gazetecilere gözdağı vermiş oluyor.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları haber nedeniyle tutuklanmalarını da bu bağlamda görmek gerekir. Zaten Cumhurbaşkanı savcılara ve Sulh Ceza Hâkimliklerine,  önce “bedelini ödeyecekler” diyerek, sonra savcıya şikâyette bulunarak yol göstermişti.

Tutuklama kararı hem Ceza Muhakemesi Kanunu ( CMK), hem de AİHM ölçütlerine aykırı. AİHM’e göre tutuklamanın sözleşmeye uygun olması için iki ölçüt aranıyor: Tutuklamanın ulusal yasalara uygun olması ve makul bir kuşkuya dayanması. Makul kuşku için, üçüncü bir kişiyi suçun işlendiğine ikna edecek somut olguların bulunması gerekir. CMK ise, kâğıt üzerinde AİHM’den daha ileri. Makul bir kuşkunun oluşması için "somut deliller" arıyor. 2014’te CMK’da yapılan bir değişiklikle  "olgu" yerine "delil" getirildi.

Can Dündar ve Erdem Gül’e atılan suçlar terör örgütüne üyelik, suç örgütüne bilerek yardım etmek, devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusuluk amacıyla temin etmek ve devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklamak. Tutuklama için 7. Sulh Ceza Hâkimliği'nin kararında makul bir kuşkuyu oluşturmaya yeterli olacak “somut delilleri” göstermesi gerekir. Bu suçlardan bazılarının katalog suçlara girmesi Sulh Ceza Hâkimliği'ni bu yükümlülükten kurtarmaz. Aksi takdirde tutuklama tamamen keyfi bir nitelik kazanır. Gerek AİHM’in, gerek CMK’nın öngördüğü ölçütlerin amacı keyfi tutuklamaları önlemek.

Tutuklama kararına baktığımızda, Dündar ve Gül’ün bu suçları işlediklerini gösteren tek bir somut delil  ya da AİHM’in ölçütü ile, üçüncü bir kişiyi bu suçun işlendiğine ikna edecek somut bir olgu göremiyoruz. Bir terör örgütü olduğunu varsaysak bile, Can ile Erdem’in bu örgütle ilişkileri olduğunu  ve bu örgüte bilerek yardım ettiklerini gösteren deliller nerede? 

Öte yandan,casusluk suçunun ya da devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçunun oluşması için gizli bilgilerin bulunması gerekir. Oysa 1Ocak 2014'te MİT TIR'larının durdurulması ve aranmasıyla konu gizli olmaktan çıkmıştı. Yerli ve yabancı basında MİT’ın TIR'larla Suriye’deki muhalif güçlere silah taşıdığına ilişkin sayısız yazı çıktı. Örneğin Al Monitor adlı haber portalının 15.1.2015, BBC Türkçe servisinin 17.1.2015 tarihli haberlerinde, MİT TIR'larının Suriye’deki İslamcı örgütlere silah ve cephane götürdüğü bildiriliyor. CHP İstanbul Milletvekili Osman Korutürk bu konuda Başbakan’a bir soru  önergesi vermişti. Olay gizli olmaktan çıktığına göre, TCK'nın 328 ve 329. maddelerindeki yukarıda belirtilen suçların unsurları ortadan kalkmıştır. Bu suçlar oluşamaz. Dolayısıyla, bu suçların işlendiğine ilişkin ‘makul kuşku’ nedeniyle tutuklama kararı da verilemez. Veririlirse, Anayasa Mahkemesi ya da AİHM tarafından bozulur.

 AİHM’in bu konuda istikrarlı bir içtihadı var. (Bknz. Rıza Türmen, ‘Basın Özgürlüğü ve MİT TIR ları’, T24, 5.6.2015). Gizli bilgiler bir kere kamuoyunun bilgisine getirildikten sonra bununla ilgili haber yapan gazeteciye yaptırım uygulanması basın özgürlüğünün ihlaline yol açıyor.

Örneğin, Sunday Times/İngiltere (No.2 1991) davasında, İngiliz Gizli Servisi üyesinin anılarının yayınlanması İngiltere’de ulusal güvenlik gerekçesiyle yasaklanmıştı. Ancak kitap ABD’de serbestçe satılırken İngiltere’de yasaklanmasını AİHM, ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür.

Tutuklama kararında “bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” belirtiliyor. Oysa tutuklamaya karar veren yargıcın, neden yurtdışına çıkma yasağı gibi başka adli kontrol önlemlerinin yetersiz olduğunu yazması gerekir. Sadece bu yüzden bile, AİHM’in kişi özgürlüğüyle ilgili maddenin ihlal edildiği sonucuna vardığı görülmüştür. Bütün bunlar bir araya getirilince tutuklama kararının ne denli hukuka aykırı ve keyfi olduğu ortaya çıkıyor. Bunu düzeltmenin tek yolu iki gazetecinin derhal serbest bırakılması.

Sorunun bir de basın özgürlüğü yanı var. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıkları, gizliliği ortadan kalkmış bir konuda gerçeği, yani hükümetin doğru söylemediğini ortaya çıkarmak ve kamuoyunu aydınlatmak. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde basın halka gerçekler hakkında  bilgi verir, aydınlatır ki sağlıklı bir tartışma ortamı doğsun. Otoriter-totaliter rejimlerde ise gerçekler halktan saklanır. Onun yerine liderin yarattığı gerçekler halka anlatılır. Bu tür rejimlerde, halka gerçeklerden uzak, karanlık bir hayal dünyası sunulur. Bu hayal dünyasının doğru, gerçek olduğuna halk ikna edilmeye çalışılır. Halka aydınlığı göstermeye çalışanlarsa cezalandırılır.

Türkiye’de sürekli gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılıyor. 17-25 Aralık soruşturması, dört bakanla ilgili Meclis soruşturması ya da MİT TIR'larında olduğu gibi. Can Dündar ve Erdem Gül işte bu örtüyü aralamaya kalktıkları, halka gerçeği göstermek istedikleri için tutuklandılar.

 AİHM Taner Akçam kararında, takipsizlikle sonuçlanan  bir soruşturmanın bile, caydırıcı etki  doğurması nedeniyle basın özgürlüğünü  ihlal ettiği sonucuna vardı. Can Dündar ve Erdem Gül’ün hukuka aykırı bir biçimde tutuklanmaları, davadan beraat etseler bile, basın özgürlüğünün ağır bir ihlali.

Bütün bunların altında, hukuk devletinin ortadan kalkması, yargının hükümetin emrine girmesi yatıyor. Bağımsız bir yargının olmadığı bir ülkede temel hak ve özgürlükler güvencesiz kalıyor. Keyfilik başlıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, demokrasi ve özgürlükler bakımından karanlık yıllar bizi bekliyor.

   

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"