23 Haziran seçimi İstanbul’a yeni bir Büyükşehir Belediye Başkanı seçmekten öte bir anlam taşıyor.Kimsenin tanımadığı, küçük bir belediyenin başkanı Ekrem İmamaoğlu, Türkiye’de siyaset sahnesine egemen olan kimliklere sıkışmış,kutuplaşmış siyaset anlayışını ters yüz etti. Tam tersi bir siyaset anlayışı getirdi. Duvarları kaldıran, herkesi sarmalayan, uzlaşıya, eşitliğe dayanan yeni bir siyaset anlayışı. 23 Haziran seçimi, iki farklı siyaset anlayışı arasında yapılan bir seçimdi. İmamoğlu ve onun temsil ettiği siyaset tarzı kazandı. Böylelikle İmamoğlu, Türkiye’de siyasetin nasıl yapılması gerektiğini gösterdi. Yeni bir kapı açtı. Şimdi önemli olan bu kapıdan geçerek geleceğin siyaset stratejisini çizmek.
Birkaç yıl önce, “Tepe’nin Ardında” adlı, Emin Alper’in yaptığı güzel bir filim görmüştüm. Filim bir köyde geçer. Köyde olup biten tüm olumsuzlukların sorumlusu, kim olduğu belirsiz tepenin ardındaki “düşman”dır. Tepenin ardındaki düşmana karşı bilenmekten, onu ortadan kaldırmayı düşünmekten asıl sorunun kendi içlerinde olduğunu göremezler.
Türkiye’de siyaset bu filime benziyor. Toplumun ortasına bir duvar örülmüş. Başımıza gelen tüm kötülüklerin sorumlusu duvarın ardındaki “öteki”. “Öteki” düşmandır, teröristtir, vatan hainidir. O zaman ona karşı savaşmak, onu ortadan kaldırmak gerekir. Ancak o zaman işler düzelecektir.
Oysa, Türkiye’ye yeni bir siyaset anlayışı getirilecekse, bize benzemeyen “öteki”nin düşmanlaştırılmasına, ortadan kaldırılmasına değil, “öteki” ile birlikte yaşamanın yollarını aramaya dayanmalı.
Bunun için, önce bazı basit doğruları kabul etmek gerekir. İlk olarak, kimlerle birlikte yaşayacağımızı seçme hakkına sahip olmadığımızı, ülkede kim varsa onlarla yaşamak zorunda olduğumuzu, küçük ceplere sıkışarak ve bu cepler dışındakileri görmezlikten gelerek yaşamanın olanaksız olduğunu bilmeliyiz. İkincisi, dünyanın kimsenin tapulu malı olmadığı, herkesin kendi farklılığı ve kimliğiyle eşit bir biçimde yaşamaya hakkı bulunduğunu bilincinde olmalıyız.
Bilmeliyiz ki, hoşlanmadığımız, tercih etmediğimizle birliktelik kendi var oluşumuzun bir ön koşulu. Bir toplum içinde yaşama zorunluluğu ister istemez karşılıklı bir bağımlılık doğurmakta. Bu bağımlılık aynı zamanda “öteki”ye karşı etik yükümlülüklere yol açmakta. O nedenle, bana benzemeyen “öteki”ye yapılan bir haksızlığa, bana benzeyenlere yapılan haksızlığa gösterdiğim aynı tepkiyi göstermeliyim.
Siyaseti bu temel doğrulardan hareketle dönüştürebilmek için, yeni bir “biz” yaratmalıyız. “Biz” derken kastettiğimizi genişleten, “öteki” olarak gördüğümüzü içine alan bir yaklaşım sergilemeliyiz.
Bu amaçla, 23 Haziran’la başlayan yeni dönemde, dünya görüşümüz, yaşam biçimimiz, etnik kökenimiz, dinsel inancımız, cinsel yönelimimiz ne olursa olsun, barış, uzlaşı içinde eşit bir biçimde birlikte yaşamamızın ortak zeminini oluşturacak bir toplumsal sözleşmeye gereksinim var. Böyle bir sözleşme demokratik ilkeleri içermeli ve her yurttaşın farklılıktan doğan kimliğiyle ayrımcılığa uğramadan, tahakküme tabi olmadan kamusal alanda eşit bir biçimde var olmasını sağlamaya yönelik olmalı. Toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla hazırlanacak böyle bir ilkeler bildirisi, aynı zamanda yeni bir anayasa için uygun bir ortam oluşturacak, yeni anayasanın bir toplumsal mutabakat üzerine inşa edilmesini sağlayacak.
Türkiye’ye yeni bir siyaset anlayışı getirilecekse, siyaset mekanının ve aktörlerinin değişmesi gerekli. Siyaset, Saray ve artık etkisini yitirmiş bir Meclis’in duvarları ardında, siyasal parti liderleri arasında oynanan bir oyun olmaktan çıkmalı. Kamusal alanlarda, geniş halk katılımıyla gerçekleşen bir etkinliğe dönüşmeli. Halk siyasetin içine çekilmeli. Yurttaş, dört yılda bir oy veren, vergi ödeyen, tüketici olmaktan çıkıp kamusal alanda sesini duyuran, haklarını talep eden bir siyaset öznesi olmalı.
Kararlar halkın katılımıyla alınmalı. Siyasetin değişimi aşağıdan yukarı gerçekleşmeli. Bunun için siyaset dışı dağınık kitlelerden yeni bir halk yaratmak gerekir. Yeni bir halk yaratılması, halkın ortak bir demokrasi projesi çevresinde birleşmesi, yeni bir yurttaş kimliğiyle siyaset alanına girmesi anlamını taşıyor. Halkı birleştiren projenin amacı, Türkiye’de değişik biçimlerde var olan her türlü tahakküm ilişkisine son verilmesi, Türkiye’nin tarihinin ezen ve ezilenlerin tarihi olmaktan çıkarılması, çağdaş, çoğulcu, katılımcı bir demokrasinin yerleşmesi olmalı. Eşitlik ve özgürlük ilkeleri hem devlet-yurttaş ilişkisine, hem toplumsal ilişkilere yön vermeli.
Halk egemenliğiyle devlet egemenliği ayrı şeyler. Okulda öğretilen “egemenlik halka aittir. Halk bu egemenliği seçtiği temsilciler eliyle kullanır “ gerçeği yansıtmaz. Egemenlik seçimler aracılığıyla seçilene bütünüyle devredilmez. Demokrasilerde halk, egemenliğin bir bölümünü kendisinde saklı tutar. İktidara vermez. Öyle olmasa, demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalara başvuran bir iktidara karşı halkın eleştirme, protesto etme, direnme, eylem yapma hakkı olur muydu? Özgürlükleri yok eden, baskıcı bir rejim halkın kamusal alanda siyaset yapma olanağını ortadan kaldırdığından, halk egemenliği devlet egemenliğine dönüşür. Onun içinde erir. Türkiye’de özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdikten sonra karşılaştığımız durum bu.
O nedenle yeni bir halk yaratılması, halk egemenliğinin yeniden inşası, devlet egemenliğinden ayrılması anlamını içeriyor.
Yeni bir halk ve halk egemenliğinin inşa edileceği yer kuşkusuz yerel yönetimler. İktidarın yerel yönetimlerden korkusu bundan kaynaklanıyor. O nedenle Türkiye giderek daha çok merkeziyetçi bir yönetimle yönetiliyor,belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyum atanıyor, belediye meclisleri feshediliyor. Muhalefetin elindeki yerel yönetimler üzerindeki baskıların daha da artması beklenmeli. Bütün bunlara karşın, son yerel seçimlerde muhalefetin elde ettiği başarı yeni bir fırsat doğurdu. Muhalefetin elindeki yerel yönetimlerin halkın yönetime katılmasını, kendisiyle ilgili kararları vermesini sağlayacak yeni katılım yöntemlerini uygulamaları önem taşıyor. Her yerelin kendi koşulları göz önünde tutularak, en uygun katılım yöntemleri yaşama geçirilebilir. Katılımı sağlayacak organlar oluşturulabilir. Doğa katliamına, ortak malların özelleştirilmesine, demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalara karşı ortak direnişler örgütlenebilir.
Siyasetin amacı sadece iktidara gelmek değil. Aynı zamanda, devletin işleyişini değiştirerek halktan yana, halkın egemen olduğu bir devlete dönüştürmek. Bu da ancak halkın yönetime katılmasını sağlayan katılımcı bir demokrasi anlayışıyla gerçekleşebilir.
23 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye siyasal yaşamında yeni bir döneme girdi. Bu yeni dönemde, siyasal kararların alındığı tek yerin Saray olmadığını, yerelde başka karar merkezlerinin var olduğunu ve kamusal alanlarda halkın karar alma yeteneğinin bulunduğunu göstermek önem taşıyor.
Türkiye siyasetindeki bu yeni dönem bir eskiye dönüşün arayışı değil,yeninin inşa edildiği, bir demokratik devrim dönemi olmalı. Bu dönemin taşlarını şimdiden döşemeye başlamak için gerekli toplumsal heyecan ve olanak var.