Baro başkanlarının Ankara'daki yürüyüşlerinin engellenmesi, 26 saat yağmur altında bekletilmeleri, barınmaları için çadır kurulmasına izin verilmemesi, gıda gereksinimlerinin karşılanmasının polis tarafından önlenmesi, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının Türkiye'de gerçekten var olup olmadığı sorununu yeniden ortaya çıkardı.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü hakkı, insanların kolektif mesaj vermek amacıyla bir araya gelerek bedenlerini ortaya koyması. İnsanların bedenlerini ortaya koyarak bir araya gelmesi bir ifade işlevi görür. O nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü, ifade özgürlüğüyle çok yakın ilişkili. İfade özgürlüğüne ilişkin ilkeler, toplantı ve gösteri yürüyüşü için de geçerli. Verilmek istenen mesaj, toplumu ya da hükümeti rahatsız edici, incitici hatta şoke edici olabilir. Toplantı ve gösterinin hangi amaçla yapıldığı, ne mesaj vermek istediği, yürüyerek, durarak, oturarak, koşarak, hareketsiz kalarak gerçekleştirilmesi hiç önemli değildir. Özgürlüğü sınırlama nedeni bunlar olamaz.
Bu konuda AİHM ilkeleri ve uluslararası hukuk çok açık. Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün tek sınırı barışçı olması, şiddete başvurulmaması. Devletler, ulusal yasalarında önceden izin ya da bildirim koşulunu arasalar bile, bildirim ya da izin alınmamış olması kolluk güçlerine barışçı bir gösteriye müdahale hakkı vermez. Önceden bildirim ya da iznin amacı, devlet güçlerinin, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının kullanılması için gereken önlemleri almasını sağlamak. Devletin, toplantı ve gösteri özgürlüğünü koruma yükümlülüğü var. Bu amaçla gereken önlemleri almak zorunda.
AİHM'in Oya Ataman (2006), DİSK - KESK (2012), Akgöl ve Göl (2011) ve başka birçok kararında belirttiği gibi, "göstericilerin şiddet eylemlerine başvurmadıkları" durumlarda, kamu makamlarının barışçı toplantılara hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde, toplantı özgürlüğünün özü ortadan kalkar.
Oysa, Anayasa'nın 13. Maddesi, temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların hakkın özüne dokunmaması gerektiğini belirtir.
AİHM, Ezelin/Fransa (1991) kararında, bir toplantı ve gösteri sırasında, bazı eylemcilerin şiddete başvurmasının, şiddete karışmayan eylemcilerin toplantı ve gösteri hakkının engellenmesi için bir gerekçe oluşturmayacağını ileri sürer.
Yukarıda belirtilen ilkelerin hiçbiri, Türkiye'de geçerli değildir. Anayasa'nın 34. Maddesi "herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" der. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyen 2911 sayılı kanunla AİHM kararları arasında ise açık bir çelişki var. Toplantı ve gösteri yürüyüşü bu yasa gereğince bildirime tabi. Bildirimin yapıldığı vali ya da kaymakamlık çok geniş bir takdir yetkisine sahip. Kamu düzeni, genel asayiş, vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırma gibi nedenlerle toplantı ve gösteriyi yasaklayabilir. Yasaklanan bir toplantı ya da gösteri gerçekleştirilmek istenirse, 2911 sayılı yasa, kolluk güçlerine zor kullanarak toplantı ve gösteriyi dağıtma yetkisi vermekte.
Oysa, Oya Ataman kararında AİHM, önceden bildirimin toplantı ve gösteri özgürlüğünü engellemek için kullanılmaması gerektiğini belirtti ve hükümetin barışçı toplantıyı dağıtmak için ileri sürdüğü kamu düzeni gerekçesini yerinde bulmadı.
Türkiye'de toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili birinci sorun, yasadan ve yasa ile AİHM kararları arasındaki çelişkiden kaynaklanıyor. Oysa, böyle bir çelişki durumunda nasıl bir çözüm getirileceği Anayasa 90. maddesinde yazılı. Buna göre, yasa ile AİHM kararları arasında bir çelişki bulunursa, AİHM kararları esas alınır. O zaman İçişleri Bakanlığı ya da valilerin, 2911 sayılı yasaya göre değil, AİHM kararlarına göre davranmaları gerekir. Anayasa 90. madde bunu öngörüyor. İkinci yapılması gereken de, 2911 sayılı yasayı AİHM kararlarıyla uyum sağlayacak şekilde değiştirmek.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüyle ilgili ikinci sorun ise uygulama. Türkiye'de iktidarın istemediği gösteri yürüyüşleri, barışçı olup olmadığına bakılmaksızın polis tarafından engellenir. "Kanuna aykırı yürüyüş" gerekçesiyle orantısız güç kullanılarak dağıtılır. Göstericilerin önde gelenleri göz altına alınır. Hukuka aykırı davranan gerçekte polis ve ona talimat veren makamdır. Ama bu önemli değildir. İktidara karşı yürüyüş yapmak zaten yeterli bir suçtur. Bu aslında Türkiye'de mevcut rejim ve demokrasiyle ilgili bir sorun.
O nedenle baro başkanlarının başına gelenlere şaşırmamak gerekir. Önce başkanların barışçı yürüyüşü engellendi. Gerekçe belli değil. Böylelikle, Anayasa'nın 34. Maddesi ve hakkın özü ortadan kaldırıldığı için 13. Madde ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. Maddesi ihlal edildi. Ardından baro başkanları 26 saat yağmur altında bekletildi, çadırda barınma ve gıda gereksinimlerinin karşılanması engellendi, zaman zaman itilip tartaklandılar. Böylelikle, AİHS'in kötü muameleyi yasaklayan 3. Maddesi de ihlal edildi. Ayrıca, başkanların tazminat talebi hakkı doğdu.
Barolar kamu tüzel kişisi olmalarına karşın, AİHM'de dava açabilirler. Bu konuda Bursa Barosu'nun AİHM başvurusu emsal oluşturmakta.
Türkiye'de toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü hakkının kullanılmasına getirilen ve hakkın özüne dokunan ağır sınırlamalar karşısında, konuya bir başka açıdan bakmak gerekebilir.
Bu hakkın kullanılması devlete bağlı olmamalı. İktidarın izin verdiği ölçüde kullanılan bir hak olmaktan çıkarılmalı. Bu amaçla, devlet egemenliğiyle halk egemenliği arasında bir ayrımın yapılması gerekir. Seçimler yoluyla halkın egemenliğin kullanılmasını kendisini yöneteceklere devrettiği doğru. Ancak halk egemenliğin bütününü devretmez. Bir bölümünü kendinde saklı tutar. Aksi takdirde, yönetenleri eleştirmesi, protesto etmesi olanağına sahip olamaz. Toplanma ve gösteri özgürlüğünde, ilke olarak hükümetin özgürlüğü koruma yükümlülüğü bulunmakta. Ama Türkiye'deki uygulamaya baktığımızda, halkın hükümete karşı korunması gerekiyor. Hükümetten korunmak için hükümete nasıl güvenebilirsiniz? O nedenle 2911 sayılı yasa yerine, "Türkiye'de hükümet toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü hakkının kullanılmasına, talep olmadıkça karışamaz" diyen çok kısa bir yasaya ihtiyaç var.
Bu olmadıkça, baro başkanlarının yaptığı gibi, her türlü baskıya karşın özgürlüğü kullanabilmek cesaretini göstermek gerekli. Özgürlüklerimize ancak böyle sahip çıkabiliriz.