(tersi doğru!)
Yani liderler tarafından oluşturulan bir demokrasi yerine demokrasi tarafından layık görülen liderler bu ülkeye ve bu yüzyıla daha çok yakışırdı.
Ancak doğu toplumlarına özgü bu “garip” demokrasi algısı ne yazık ki hem Türkiye hem de yaşadığımız bölgede demokrasiyi liderlere emanet ediyor.
Osmanlı’nın tebaasından yurttaşa evrilensüreçte adeta bir devamlılık mevcuttu. Tebaa artık Cumhuriyetin vatandaşı oluvermişti ama lider üzerinden kurgulanan kadim devlet algısında bir değişim olmadı. “Ebedi Şef”ten “Milli Şef”e dönüşen bu süreklilikte milletin bekası ile liderin kudreti arasında kurulan bağ hep lideri ezel-ebed yapıverdi.
Bu sürecin akamete uğradığı belki de tek dönem Demokrat Partili yıllardır. Zira karizmatik liderler dönemi kapandığında milletin “muktedir lider” yerine “milletin lideri”ni ikame etme arzusu ve iradesi ortaya Menderes-Bayar liderliğini çıkarmıştı.
Menderes “kalkınmacı lider” kimliği ile karizması yerine icraatlarını i öne çıkaran bir isimdi. “Halka hizmet” diye başlayan süreç bir süre sonra “karizmatik lider” tercihine dönüştüğünde, bu tür liderliğe özgü ceberrut siyaset mantığı da galebe çaldı. CHP’nin mallarına el konulması, soruşturmalar, Vatan Cephesi ve cezalarla süregiden bu dönem “iki farklı Menderes” liderliğinin göstergesiydi. Menderes’in “süpürgeyi bile milletvekili seçtirecek” bir özgüvene sahip olması ve astığı astık kestiği kestik üslubu aslında kendisinden önceki lider tipolojisine ya da Türkiye toplumunda lider algısını gerçekleştirme isteğine bağlanabilir.
Askeri Cunta liderle-güç arasındaki dolaysız bağın yeniden kurulması anlamına geliyordu. Onun içindir ki “zor” siyasetin kimyasını bozarak yeniden lideri öne çıkardı. Askeri yönetimin lideri gücünü silahtan alırdı. Geçmişte DP’ye oy verenlerin bir bölümü de dahil millet gücün önünde eğiliverdi.
Yeni dönemin liderleri arasında Süleyman Demirel yeniden “kalkınmacı lider” tipolojisinin temsilcisiydi. Ülke genelinde büyüme odaklı, askeri vesayetle malul “çarpık demokrasinin” yeni lideri Demirel’di. “Barajlar Kralı” olarak tanınması tam da bu zihniyetin göstergesiydi. Demirel’i “karizmatik lider” tercihine yönlendiren süreç Bülent Ecevit gibi ciddi bir rakibin varlığı ve sağ partilerde Türkeş ve Erbakan gibi iki “karizmatik liderin” ortaya çıkmasıydı. Demirel 1965 ve 1969’da çizdiği pragmatik imajını kararlı, polemikçi, kimi zaman hırçın bir role dönüştürdü.
Ecevit ilginç bir liderdi. CHP’ye lider olduğu dönemde adeta meşveret yaptığı “Siyasal Cuntası”nın aydınları ile yolu birer birer ayrıldı. Giderek tek seçici, tek irade ve tek lidere doğru yol aldı. 1978’de tıpkı halefi İnönü’nün “ya ben ya Bülent” ikilemiyle seçimi kaybetmesi gibi o da “ya ben seçerim ya da giderim” diyerek ve sözünü dinleterek, parti içindeki gücünü tekleştiriyordu.
Türkeş ve Erbakan iki misyon lideriydi. Misyon hareketlerinde liderle ideoloji arasında kurulan dolaysız bağ nedeniyle liderin hikmetinden sual olunmazdı.
12 Eylül yeniden silahla lider arasındaki bağı kurdu. Kenan Evren üniformanın karizmasıyla yeni bir dönem başlatıyordu. Merkez sağ liderlerin kalkınmacıprofilinin son temsilcisi ise yeniden Özal oldu. Evren’in çıkıp “oy vermeyin” çağrısına rağmen askeri idarenin oksijensizliği ve ekonomik krizin sıkıntısını yaşamış olan halk “askeri liderin” karizmasını oracıkta çiziverdi.
1990’lı yıllar aslında 12 Eylül askeri rejiminin “karizmasını çizdiği” liderlerin geri dönüşleri ve hiçbir zaman eski kudretlerine sahip olamayışlarının özetidir. Halkın yüzde 50’sinin referandumda “hayır bir daha dönmesinler” dediği bu liderler kuşağı sonraki yıllarda birer birer nüfuzunu, sempatisini ve çekiciliğini yitirdi.
Bu dönemin istisnası hiç kuşkusuz Erdal İnönü’dür. İnönü soyadının tarihsel çekimi adına arzulanan, sosyal demokrasiyi birleştirme adına zoraki rol üstlenen Erdal İnönü koalisyon ortağı Demirel’in ünlü İlksan Skandalı’nda “verdiysem ben verdim” keyfiyetine karşı, SODEP-SHP içinde ön seçim yaptıracak kadar demokratik, çoğulcu bir lider profili çizdi. İlginç bir anekdottur aktaralım[1]:
Bir miting öncesi SHP'li milletvekili, İnönü'ye çok sık yapılan bir eleştiriyi gündeme getirir.
''Sayın Genel Başkan'ım, siz iyi konuşamıyorsunuz. Bakın Özal'a esip gürlüyor.''
-''Peki ne yapmam gerekiyor?'' diye sorar İnönü..
-''Sayın İnönü, konuşmaya başladığınızda şöyle yumruğunuzu masaya vuracaksınız. İşte biz böyle partiyiz. Adamı şöyle yaparız, böyle yaparız''diye kükreyeceksiniz.''
Erdal İnönü, miting alanındaki otobüsün üzerine çıkar ve kürsüye yumruğunu vurup konuşmaya başlar:
''Biz öyle bir partiyiz ki, adamı'' der ve durup yanında duran ve kendine akıl veren milletvekiline dönerek şöyle der:
-''Devamını arkadaş söyleyecek.''
Aslında Erdal İnönü’nün “nevi şahsına münhasırlığı” ve diğer bütün liderlerin “esip gürlemesi” bize o akıl veren SHP’li vekilin haklı olduğunu göstermiyor mu?
(Bu konu daha çok su kaldırır, devam edeceğiz)
[1]http://www.gizemlikapi.com/hayata-genel-bakis/12076-erdal-inonuden-harika-anekdotlar.html