Gazete bu aralar, gazetecilik/habercilikten çok Ceza Kanunu ve Ticaret Kanunu maddelerini ihlal eden, aslında siyasi, ideolojik ve ahlaki boyutları olan bir krizden geçiyor yine.
Vakıf ve gazete yönetiminde şeffaflık olmadığı için, halen ancak iddia, duyum ve sızan sınırlı bazı bilgilerle yetinebiliyoruz.
Krizin nedeni değil ama bahanesi 3 konu:
- Para karşılığı haber yapılması
- Gazete arşivinin satılması
- Gazetenin isim hakkının eski bir medya imparatoruna pazarlanması
Bu üç konu şimdilik ortaya çıkan, az çok bilinen meseleler. Gazeteye yakın çevreler, nispeten kısa bir süre sonra, mevcut yönetimin daha birçok usulsüzlüğünün teşhir olacağını belirtiyor. Mesela kripto para konusunda bir skandal patlarsa, kimse şaşırmasın.
Etraf toz duman. Görevden almalar, istifalar, açıklamalar, tekzipler, savcılık dilekçeleri gündemde.
Büyük bir holdingin patronu ile eski bir medya imparatorunun adı da geçiyor münakaşalarda.
Vakıf Başkanı itham ediliyor. Ama söz konusu suçlamaları doğrudan ya da ikinci elden yöneltenlerin bazıları, Vakfın Mütevelli Heyeti, Yönetim Kurulu ya da Gazetenin Yayın Kurulu üyesi ya da gazetede köşe yazarı. İç ihtilaf Everest düzeyinde. İki taraf yok, en az dört taraf var: İktidar ve halen iktidarın bir parçası olmasına rağmen iktidarın tümünü ele geçirmeye çalışan üç fraksiyon. İlginçtir, söz konusu dört kesim birbirlerine çok benziyor. Özellikle gazetecilik geçmişleri ve pratikleri açısından aralarında tayin edici bir fark yok.
Gazeteye ve sosyal medyaya yansıyan bilgi ve yorumlar, Kuva-yi Milliye, Kemalizm ve Cumhuriyet teması çevresinde şekillenip gelişiyor. Konuyu bilmeyen birisi, mevcut gazetenin 1920'lerin başında Anadolu'da yayımlandığını sanır. Gelecek hafta 1. İnönü Savaşı'na başlıyoruz!
Uzun uzun hatırlatmaya gerek yok ama bugünkü krizin köken ve nedeni aslında çok eskiye dayanıyor: Gazetenin doğumu, malforme bir bebeğinki gibi. Ermeni terzinin köşküne el koyan İttihat Terakki'nin merkezi, bilahare Yunus Nadi'nin Cumhuriyet gazetesine hediye ediliyor. İlk yayın için gerekli olan altyapı, makineler ve matbaanın kaynağı da tartışmalı. Gazete zaten, Talat Paşa'ya yakınlığıyla bilinen Yunus Nadi'nin, savaş sırasında ve sonrasında Mustafa Kemal'in hep yanıbaşında dikte alan bir kâtip tarafından kuruluyor ve yönetiliyor. Misyonu da belli: Yeni kurulan Cumhuriyet ve kurucusu M. Kemal'in ideolojisini savunmak ve yaygınlaştırmak. Bir tür resmi bülten, rejim gazetesi, devlet yayın organı yani.
Bilahare Nadir Nadi döneminde, mali destek aldığı öne sürülen Nazi rejiminin övülmesi, okurları Nazım Hikmet'in suratına tükürmeye çağrı gibi karanlık sayfalar var Cumhuriyet'in tarihinde. Değişmeyen nitelik ise önce devletin ve partinin, CHP iktidardan düşünce de CHP'nin sesi olmak.
Hem tarihsel olarak hem de bugünkü temel sakatlık, bir gazetenin, kimliğini, özünü, yayın politikasını gazetecilik dışında siyasi, ideolojik kriterlerle belirlemesi ve benimsemesi. Üstelik Kemalizm ve Cumhuriyet, özellikle Türkiye'de her zaman çok muğlak, çok tartışmalı, mekâna ve zamana göre büyük değişkenlikler gösteren iki kavram, bir gazetenin fikri temeli, varlık nedeni olamaz. Cumhuriyet ve Kemalizm, belki bir siyasi örgütün ana beslenme kaynağı, temel ilkeleri olabilir. Bir gazete, gazetecilik değerleri, kriterleri, özellik ve karakterleri temelinde kurulur ve yayın yapar. Batı'daki köklü, sağlam, önemli gazetelerin hemen hepsi (NY Times, W. Post, Le Monde, Libération, Guardian, FAZeitung… vs…), kuruluş bildirgelerinde, manifestolarında münhasıran gazetecilik, habercilik alanlarında kendilerini tanımlar. Kaçınılmaz olarak demokrasi, basın özgürlüğü, insan hakları, çok seslilik, azınlıkların hakları gibi temel siyasi haklar da bir gazetenin, doğal ve ilke olarak kurucu unsurları arasında yer alır. Ama yukarıda isimlerini saydığım gazetelerin hiçbirinde, statü ya da künyelerinde, ülkesine göre George Washington, De Gaulle, Kral ya da Hitler'in adı ya da savunduğu ideolojinin adı kesinlikle anılmaz.
Mali, idari, siyasi, kültürel ve ticari bağımsızlık, bir gazetenin olmazsa olmazıdır. Bağımsız ve özgür olmadan doğru gazetecilik, dürüst gazetecilik yapılamaz. Bağımlı iseniz, reklam bülteni, ajitasyon-propaganda dergisi yayınlamış olursunuz.
Dönelim Cumhuriyet'e.
Son krizin seçim yenilgisi sonrasına ve CHP içindeki yeni saflaşmalar dönemine rast gelmesi tesadüf olmasa gerek.
Mevcut Vakıf Başkanı bu makama zaten Beştepe yargısının isteği ve kararı ile getirildi. Başkan, kendisine yönelik eleştirileri bertaraf etmek için son olarak savcılıktan kendi lehine karar bile aldırdı. Ama daha sonraki gelişmeler, savcılık kararlarını boşa çıkarttı.
Türkiye basın tarihinin önemli bir gazetesi olması ayrıca vakti zamanında benim de bu gazetede çalışmış olmam itibarıyla, konuya ilgi duyuyorum, gelişmeleri izliyorum.
Mevcut durumu "Cumhuriyet çoktan ölmüş, gömeni yok" cümlesiyle tarif etmeye çalışmıştım. Kıdemli bir avukat arkadaşım, "Evet doğru ama, unutma ki mezarlık yok, mezarcı yok hatta mevta da yok" diye tamamladı tabloyu. Durum o kadar vahim…
Vakıf'ta tüzük ve demokratik haklar, teorik olarak izin verse de, mevcut yapı ayrıca her şeyin hakimi Beştepe, Cumhuriyet'in gerçekten iyi bir gazete haline gelmesini sağlayacak girişimlere izin vermiyor. Mevcut yapı derken, emeklilik yaşları çoktan gelmiş, yaşlı kurt ve kartallar, imtiyazlarının sona erme ihtimaline karşı canavarlaşıp, pençelerini, dişlerini biler hemen. Kendisini genç kurt ya da kartal sananlar ise iktidar koltuğunun önünde kurulacak barikatı aşmak için hile ve desise dahil her yola başvurur. Beştepe'yi arkasına almak için bin takla atar. Bunların ağzındaki Atatürk, Kuva-yi milliye, Cumhuriyet sözleri, Erdoğan'ın din, bayrak, vatan bölünmez kavramlarının aynısı.
Bir gazete üç sacayağı üzerine kurulur ve yükselir. Medya mülkiyeti, çalışanlar yani gazeteciler ve okurlar. Bu üç sacayağıdan sadece birisinin olmazsa olmaz etiketi var. O da okurlardır. Çünkü patron ve gazeteci olsa da, ama okur yoksa, o gazete çıkmaz, yaşamaz.
Cumhuriyet okuru, vakti zamanında Cumhuriyet Okur Kulübü adı altında yurt çapında sivil bir örgütlenme gerçekleştirmişti. Ne var ki bu yapı da, çeşitli iç nedenlerle, uzun süre yaşayamadı. Ayrıca, okur kulübü, fan grubu gibi gazeteyi hiç eleştirmeden sadece desteklerse, işlevini yerine getiremez.
Cumhuriyet'te son kriz patlak verdikten kısa bir süre sonra, gelişmelerden çok az kişinin bilgi sahibi olduğu bir dönemde, Atatürkçü sıfatını taşıyan bazı dernek, örgüt ve kuruluşlar hemen yönetimi destekleyen açıklamalar yaptılar. Biat, dogmatizm, mutsuz amigo refleksi…
Ciddi bir gazeteye gerçekten çok ihtiyaç duyulan bir dönemde, Beştepe ve yandaşların bütün engellemelerine rağmen, içerideki çapsız muhterislere de karşı, okurlar tarafından olsun, mesleğine hâlâ bağlı kalan gazeteciler tarafından olsun, Cumhuriyet'teki parçalanma hatta komaya girme ihtimaline karşı, bir girişim, bir eylem, bir hamle bence sürpriz olmayacak.
Ragıp Duran kimdir?
1954 İstanbul doğumlu olan Ragıp Duran, Galatasaray Lisesi'nden sonra Fransa'da Aix-en-Provence'da hukuk tahsili gördü. Paris'te CFPJ'de (1984) ve Boston'da Harvard Üniversitesi'nde Nieman Fellowship'de (2000) gazetecilik eğitimi aldı.
1978'den bu yana Aydınlık, Cumhuriyet, Hürriyet, Nokta, Bianet ve Özgür Gündem'de, ayrıca Agence France Presse, BBC ve Libération'da çalıştı.
Galatasaray ve Marmara üniversitelerinde gazetecilik, Bilkent Üniversitesi'nde konferans tercümanlığı dersleri verdi.
Medya konusunda yayınlanmış üç kitabı var. Türkiye'de ve yurtdışında çeşitli 'basın özgürlüğü' ödüllerine layık görüldü.
Son olarak Köln'de Artı TV ve Artı Gerçek'te görev aldı. Halen Berlin, Özgürüz Radyo'da ve Atina, TVXS.GR'de haftalık programlar hazırlayıp yazı yazıyor.
|