Sexy Durga diye bir Hint filmine gidiyorsunuz ve sağınızda solunuzda isme bakıp seksi bir film seyretmeye gidiyorlar intibasını taşıyan insanları görüyorsunuz ama filmin sonunda bir taraftan neredeyse depresyon geçirir haldeyken aynı insanların nasıl bir sükût-u hayale uğradıklarını görerek, gülmeniz geliyor…
Yapımcılığını ve yönetmenliğini de Şaci Matyö’nün, kameramanlığı Cozef Brathab’ın yaptığı, senaryoyu Sanal Gumar Sasidharan’ın yazdığı, çevre düzenini A. Morukhan’ın çizdiği filmin müziğini Bazil Micel bestelemiş ve lehçe danışmanı da, D. Grişnanuni’ydi.
Oyuncu kadrosu, Rajşri Deşpande, Kannan Nayar, Vedh, Sujeeş K. S, Arunsol ve Bilas Nair’den oluşuyordu.
Rotterdam Film Festivali’nde, 2017’de Kaplan ödülünü almış bu film Hindistan’da çekilmiş ve 85 dk sürüyor.
Her hallerinden (her iki aile büyüklerinin evliliklerini tasvip etmediği için) kaçmak zorunda olan genç evliler olduğu anlaşılan bir çifti görüyoruz. Durga (kadın) ve Kabir (erkek) adları … Trene binip yeni bir gelecek çizmek için, gara gidecek otobüslerini beklerken, otobüs gecikir. Yoldan geçen ama her hallerinden pek itimat telkin etmeyen olduğu, iki erkeğin bulunduğu bir minibüsün teklifine uyarlar ve binerler. Kısa bir süre sonra, şoförün yanında oturan erkeğin, arkaya dönüp, el-kollarının, koltuğun sınırlarını aşacak bir vücut diliyle gereksiz sorular, fazla laubali hareketlerinin sonu gelmeyince, minibüsten inmek isterler. Minibüstekiler önce indirmek istemezler ama sonunda indirirler. Kadın korkmuştur haliyle, erkek ise çaresiz onu teselliye çalışır. Yolda in-cin basketbol oynar (!) haldedir, kimse geçmez, yürürler, yürürler ve üstelik çalı çırpı veya bir ağaç arkasında da değil, yolun tam ortasında hani alın, bizi bulun dercesine otururlar yorgunluktan. Aynı minibüs gelir ve … gördünüz mü, bizden başka tren garına götürecek araba bulamazsınız, özür dileriz sizi rahatsız etmeyiz derler ve bu çift tekrar minibüse biner, iyi mi? Durun daha bitmedi…
Bu kez araya arkadaşları girer, artık arabada dört yabancı erkek olmuşlardır ve yine sinir bozucu o bildik tekrar-tekrar aynı diyalogların sürdüğü bir süreçten sonra, tekrar inerler ve evet… inanılmaz ama bir süre sonra bir daha aynı minibüse binerler, bir süre sonra tekrar ine ve bir kez daha binerler… Son inişleriyle film biter…
Sinir bozucu, yorucu, sinemada film seyrederken, adeta kendini filmin içine sokan, kişiler için, abartmadan hasta olacakları bir film…
Üzerinden 45 dk filan geçtikten sonra ancak aynı hastalanmış kişilerin (…) aslında, içtikten az sonra damağınızda oluşan tadın sayesinde, daha yeni şarabın hissedilmesi gibi bir film de diyebilecekleri bir film …
Gösteri sanatlarında da ölçüsünü kaçırmamak şartıyla tabii ‘abartı’ ve bir de ‘tekrarlama’ kavramları kullanılmaz mı, bir fikri kısa yoldan, kolay şekilde ve etkince sunmak için?
Tabii ki öyle…
Cahilinden, ancak eğitim (!) sayesinde aptallıklar yapabilecek düzeye gelmiş mürekkep yalamışlara kadar, insanoğlunun bile-bile yanlış adımlar attığını bilmez miyiz?
Dahası, başına gelmiş acı tecrübelerden ders alamadan, yine aynı yanlışı yaptığını da…
Seyirci karakteri de önemli; filmi izlemeye sonuna kadar dayanmasını bilmeyen bir kitle için, riskliydi bence, çünkü salon boşalabilir bazı ülkelerde, dayanan kazanır tabii…
YAŞLI ADAM VE ŞEHİR (Dzerunin u kağakı)
Bir şehri, hele bir de Yerevan gibi üstü açık-açık hava müzesi namına sahip, bir başkenti, dünü ve bugünüyle bir sanatçı o da Khaçadur (kısaltılmış Khaçig / Haçig diye bildiğimiz adın tam açık hali) İskenderyan gibi, Yerevan’ı eserleriyle adeta donatmış bir heykeltıraşın gözüyle, alt dış sesle anlatmak… İşte bunu gerçekleştirmiş, yönetmen Krikor Harutyunyan.
Yapımcılığını Şuşanig Mirzakhanyan’ın, kameramanlığını, Samvel Babayan’ın, ses ve montajın Levon Hakhverdiyan (Hakverdi yani)’ın yaptığı filmin senaryo ve yönetmenliği aynı elden çıkmış: Krikor Harutyunyan…
60 dk’lık belgeselde, bugün 90 yaşında olan, tanınmış heykeltıraş İskenderyan’ın haliyle eski Yerevan’ı çok iyi hatırlayan, onu her anlamda yaşamış, hissetmişliğiyle bir özelliği var. Artık neredeyse düz hale gelmiş yokuşları, yoksul ama çok yoksul hali, mütevazı insanları ve daha birçok – artık bugün hikâye olmuş – yönleriyle hatırlıyor.
1921 yılında, düşünün, Bakanlar Kurulu (o zamanki adıyla Ministırlar Konseyi) karar alıyor; bu yoksul halkın bugünlere kadar direnebilmiş olmasının tek ama tek nedeni var, o da KÜLTÜRÜNE olan bilinci diye ve bütçeden pay ayrılıp tüm ülkeye 3 adet royal piyano (kuyruklu) alınıyor… Sanat-dans akademileri, Filarmonik, resim atölyeleri, konservatuar ve nice sanat eğitimi yeri açılıyor. Fransa, Mısır, İtalya, İngiltere, ABD, Rusya gibi ülkelerde kendilerini ispatlamış sanatçıları atıyorlar kurumların başına, karın tokluğuna.
Ama tüm bu kurumlar, o idealist sanatçıların adeta ikinci evleri olmuş anavatana hizmet ateşi resmen vücutlarını sarmış, haftanın çoğu günlerinde orada yatıp kalkmışlar, zira bir vardiya yetmemiş, iki vardiya da, bazen üç vardiya öğrenci yetiştirmişler… Ey Ermeni halkı, yok olmak için dünyanın en ağır şartlarını yaşamış olmana rağmen, eğer müthiş bir inat, sebatla varlığını hâlâ devam ettirebiliyorsan; bu kültür dediğin o silahın sayesindedir. Başkaları öldürerek ama sen hayat ve hayata anlam vererek, hayatı daha bir yaşanır hale getirerek zaferler elde etmişsin ve edeceksin doktrinini aşılayarak…
Şehir, onun gözü önünde değişmiş… Yeni bina, öğrenci yurdu, okul, Pazar yerleri, köprü, toz toprak, patika, kaldırım taşlı, çukur yollardan asfalt yollara… Ama onun için bu şehrin en ama en karakteristik yönü insanları Ara Güler’in İstanbul’u ölümsüzleştirmeye çalışması gibi, İskenderyan da kendi gözüyle ama bu heykellerini yaparak ölümsüzleştirmiş şehri.
İkisi de gözleriyle tarih yazmış…
Biri Kostantiniyye’nin, diğeri Erebuni’den olmuş, Revan yani Yerevan’ın…
Biri Ara Güler, diğer Khaçadur İskenderyan…
Biri fotolarını çekerek ölümsüzleştirmiş şehrin insanlarını; diğeri heykellerini yontarak… Biri Yerevan şehrini Yerevan, diğeri İstanbul şehrini İstanbul yapan insanların…
Her ikisi de Ermeni…
Ama her ikisi de öncelikle İNSAN ve GÖZLEMCİ…
Evet, ziller çalıyor ama bugün başka ziller bunlar…
Bugün 14 Juillet yani 14 Temmuz…
İlk kez, Fransa Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna, Yerevan’daki Fransa Elçiliği’nde katılacağım…
Görüşmek üzere…