Ey Türkiye'mizin, takvim yapraklarının 2016 yılını gösterdiğinde, devlet, özel sektör, okul, yetimhane, öğrenci yurdu, mahalle, esnaf, kreş, aile, akraba çevresinde ‘büyükler’ diye tarif edilen idareci, iş sahibi, öğretmen, hoca, müdür, görevli, amca, dayı, ağabey ve babalar...
Size, çocuk ağzımızla, sevgimizi ifade etmek için, sevgili diye hitap etmeyi isterdik ama artık etmiyoruz, zira belki tahrik olabilirsiniz…
Tıpkı annelerimiz, teyzelerimiz, ablalarımızın suratlarından düşenlerin artık milyon parça olmasına sebep olan, onların kahkahalarından da tahrik olabileceğiniz gibi…
En garibanından en zengin çocuğun ortak yaz eğlenceleri, birkaç kuruşluk dondurma yemek gibi, onun da tahrik edici olduğu öğrenmiş bulunuyoruz…
Bizi artık sevmenizi de istemiyoruz…
Topluma birçok konuda rehberlik eden amcalar, kendi çocuklarından da tahrik olduklarını söylediler…
Ve siz büyüklerimiz, kötü bir şey söylediğimizde, bizlere yaptığınız gibi, onların kulağından tutup ‘sen ne diyorsun?’ demek yerine, onları onurlandırıp alkışlamaya devam ediyorsunuz...
Bize her gün parmak sallayan bazı büyüklerimiz, ninemiz yaşındaki, eteklerinin uzunluğunun diz üstü olduğu takdirde, kendi annelerinden de tahrik olduklarını telaffuz ettiler ya…
Ve yine onlar da, annelerinin kendilerine verdikleri, yıkanmış, ütülenmiş gömlekleri giymeye devam ettiler; oysa kimse onlara sinemalarda gördüğümüz, deli gömleklerinden giydirmedi...
Yine, eninde sonunda başka büyüklerimizin yüzünden, evsiz, barksız, öksüz, yetim kalmış bazılarımız, sığındıkları, kendilerine kucak (eyvah!) açılan yetimhane, sığınma evi, ıslahhane, cezaevi, yurtlarda… dokunulmuş ve hâlâ dokunuluyor, hem de çok kötü şeyler yapılıyor…
Ülkemizin, savunması, eğitimi, bilimi, sporu, siyaseti, tanıtımı, finansı, kalkınması, sağlığı, hukuku, adaleti, idaresi vs ile uğraşacak yarının büyükleri, ayakkabılarından pek kolayca atamayacakları ama onunla dolaşmaya mahkûm olacakları bir dikene sahip oldular…
Yüzlerce böyle çocuklara kucak (!) açan kurumdan sadece birinde, tam kırk sekiz evet kırk sekiz kardeşimiz (o da sadece basına-topluma yansıyanı), siz büyükler tarafından böyle kötü şekilde sevildiler, sadece tenlerine değil, ruhlarına ve geleceklerine de dokunularak…
Türkiye'de çocukların ruhu anayasa gibi...
Ama ne oldu hatırlayın…
Bir defadan bir şey olmaz denildi…
Sadece o okulda, zaten, bir değil tam kırk sekiz defa olmuştu bu…
Oysa kırk sekiz sayısının birden büyük olduğunu öğretmişlerdi okulda…
Şey… Galiba Türkiye’de çocukların ruhu anayasaya benzetiliyor…
Bir zaman, büyüklerimizden biri bir defa delmekle bir şey olmaz demişti… Anayasa için…
Oysa bir çocuğun kurtulması, nasıl bir ülke / insanlığın kurtulması ise; bir çocuk ruhunu bir kez delmek, o toplum, o ülke hatta insanlığın ruhunu derinden delmekti…
Farkında olanlar için tabii…
Bir ülke tasavvur edin ki, savunması, eğitimi, bilimi, sporu, siyaseti, tanıtımı, finansı, sağlığı, kalkınması, hukuku, adaleti, idaresi, ahlakı, maneviyatı; ruhları çocukluklarında bir defacık delinmiş, belki on binlerce kişi tarafından idare ediliyor olsun…
Bugün 23 Nisan peki yarın?
Okulda, 23’ten sonra 24 geldiğini öğretmişlerdi…
……………………………………………………………………………………………….
Tam 101 yıl önce…
24 Nisan ile simgeleşen, aslında bu tarihten çok daha önce başlamış ve bu tarihten çok daha sonrasına kadar devam etmiş bir felâket olmuş… Bildiğimiz, doğal değil, insani bir felâket...
Güzel yurdumuzun dört bir yanında hâlâ içimizde sönmemiş bir korkunç yangın âdeta…
O yangından bazı iyi büyükler kurtarmışlar özellikle kız çocuklarını…
Dokunmadan, sahiden kurtaranlardan Allah razı olsun; onları değil unutmak, tarihin onurlu büyüklerimiz bahçesinde başköşeye oturtmak için ne yapsak azdır…
Ama bazı büyüklerimiz de, haddinden fazla şefkâtten (!) olacak yine…
Evlerine almış, ev erkeklerinin yorgan sancılarını gidermek için, köle gibi kullanmışlar bu çocukları…
Hiç konuşulmamış, üstü örtülmüş o küçücük insanların sönen hayatları hakkında…
Hal böyle yani hiç konuşulmayıp, üstü örtülünce o küçük hayatların ateşleri hakkında…
İşte ta buralardan gelirse bazı büyüklerimizin tecrübesi…
Bugün de mahkemelerde serbest bırakılır, bugün çocuklarının vücuduna dokunanlar…
Aslında kendi ruhlarını kirletenleri, şu veya bu ‘hafifletici nedenlerden’ hatta sadece kravat taktıkları için ‘iyi halden’ serbest bırakanlar; hepimizin, toplumun, ülkenin vicdanını işte böyle kirletirler...
Büyüklerimizin, ruhları hastalandığında, sadece ruh doktorlarına söyleyebilecekleri, onların kâğıtları arasında devlet sırrı gibi kalacak, ciddi arızalı itiraflar; bugün sanki bir marifet, son derece doğal, bir eylem ve neredeyse övünç kaynağı olarak sunuluyorsa ulu orta…
TV programları, konferanslar, gazete, dergilerin köşe yazılarında, röportaj ve yazılarda engin kültürümüzde, örneğin bademleme diye geleneklerin olduğu, ballandırarak anlatılıyor, bunun son derece münasip, mahzurlu olmayan bir şey olduğu öğretiliyorsa…
Herkesin anlayacağı dilden söyleyelim…
Allah rızası için ya da Laiklik veya vicdan adına, ya da akıl-izan, insaf ya da iman adına ne olursunuz, bundan böyle 23 Nisan’da hiçbir koltuğa oturtmaya kalkmayın bizleri; zira ne olur – ne olmaz ‘şefkât’, ‘sevgi’ filan derken birilerini kucağında bulmayalım kendimizi…
Güzel yurdumuzun en tepedekinden, Hükümet’in başındaki, hükümet üyeleri, Ana ve diğer muhalefetlerin (olmayanları tenzih ederiz) ve tüm mülkü amir ve yerel yönetim büyüklerine kadar, mesaj da yayınlamayın lütfen… Hiç inandırıcı olmuyor çünkü…
Not: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre:
Son üç yılda 176 çocuk iş cinayetinde öldü,
Çalışma-Sosyal Güvenlik Bakanlığı, iş kazaları kaydını, çocuk işçiler için de hayata geçirmiyor.
İSİG’e göre 2013 yılında en az 59, 2014’te en az 54, 2015’te ise en az 63 çocuk işçi öldü.
Gündem Çocuk Derneği, 2014 ve DİSK-AR’ın tespitlerine göre 1 milyon civarı çocuk işçi var.