Evet, sanki son yazılarımızın kaderi oldu…
Mümkün mertebe (evet mümkün), az, öz, kısaca duygu ve tepkimizi ifade etmek...
Biri alkışlamak, diğeri ise lanetlemek için…
Her ikisi de trajedi sıfatının çok ama çok yetersiz kaldığı olaylar yüzünden…
Biri, tarihi ve adaleti bir asır gecikmiş vahim bir olayı cesurca dillendirdiği için bir sanatçıyı alkışlamak (keşke başka bir sebeple alkışlasaydık); diğeri ise belki daha ufak ölçekli ama sonuçta yine bir katliam vesilesiyle lanetlemek…
Paris (Charlie Hebdo) katliamı: Irkçılığın ayak sesleri...
İşte aynı vesileyle, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nden Sayın Fikret Başkaya ve Sayın Sait Çetinoğlu’nun ama’sız, öz ve sadece olayın sis perdesini aralayan, imzaya açtıkları bir metinden bahsetmek istiyorum
Saldırının, eleştiriye tahammülsüzlük, vahşet, hür fikre düşmanlığın sonucu olduğunu söylüyor ve sadece bu yüzden bile lânetlenmesi gerekir diyor metin...
Lâkin bu vahşi katliamın, aynı zamanda baskıyı artırmak, fikirleri bastırmak ve ırkçılığı tırmandırmak için bir bahane olması isteneceğinden; planlı-plansız bilinçli-bilinçsiz, bir gidişin başlangıcı olabileceğinden bahsediliyor… Batılı bazı hükümetlerin: düşmanımızın düşmanı dostumuzdur deyip, kendi teröristlerinden kurtulmak, bir taşla Suriye rejimini çökertmek gibi, iki kuşu birden avlayıp, siyasal İslamcıların Suriye’ye girişlerini özendirdikleri; sonra da İŞİD’le mücadele bahanesiyle, onlara düşman denildiğini hatırlatıyor...
Şimdi ise fanatik İslamcı teröristlerle savaşıyormuş gibi yapıp, aslında onlara yararlı düşman muamelesi yapıldığı; .oysa Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerin teröristleri zamanında desteklemenin bedelinin, Charlie Hebdo’ya katliamla ödendiğine, dikkat çekiliyor...
Asla yapılan vahşetin ağırlığını hafifletmek / bir ‘evet ama’ yaratmak gibi bir amacın olamayacağını söylemeliyiz… Dahası, bu vahşetin doğmasına neden olan maddi zeminleri yani bataklığı kurutmak amacıyla ‘bu mu batı medeniyetinin bağnazlığa karşı mücadelenin yöntemi?’ diye soru sorulmaktadır, bizce…
Dolayısıyla, bunun ‘evet ama’sı olmayan bir katliam olduğunu; başka bir ad yakıştırmanın imkânı olmadığını bir kez daha vurgularken; bununla birlikte bu sonuçta Fransız hükümetinin vebalinin de olduğunu unutmamalıyız, deniyor…
Rejimin basiretsizliği karikatüristlerin hayatına mâl olmuş olan saldırı, AB’de İslam karşıtlığını tetikleyecek, pusudaki ırkçı unsurların elini güçlendirecek ve sonuçta Avrupa’daki göçmen işçilere karşı ayrımcılık, şiddet ve düşmanlığı daha bir tırmandıracaktır, denerek duyulan bir endişeye tercüme ediliyor…
Her tür ırkçılığın yükselişine son vermek, olanları teşhir etmek, özgürlük ve demokratik değerleri savunmak ve korumak amacıyla ayağa kalkmak gerek...
Evet, Fatih Akın’ın The Cut filmini, nasıl ‘ama’sız alkışladıysak, Charlie Hebdo saldırısını da ‘ama’sız lanetliyoruz…