16 Ağustos 2015

Siyasi yorum adıyla konu mankenliği

İşte Akdeniz ve Kafkasya karışımı toplumlarda görüldüğü gibi, en berbatı ve en muhteşemi yan yana yaşar dururlar…

 

Bildiğimiz, bilmesek dahi hissettiğimiz, bildiğimizin farkında olmadığımız durumlar var şu hayatta. Sadece bakmaz, görürüz görmesine, hatta tespit ederiz ama üstüne koymak istemeyiz.

 

Sonunda, bir olay olur ve ‘ding’ diye jeton düşüverince zihnimizde, salıveririz zincirlere bağlamış olduğumuz o intibaımızı…

TV’de, tartışma programlarında, siyasi gelişmeleri yorumlatan ve yorumlayanlar mesela…

 

Beş dakikada konuşulup, altı, üstü, çaprazı, eni boyuyla irdelenip paketlenecek bir konuyu, abartmadan saatlerce evet saatlerce konuşmak için TV izleyicilerini veya insanın kendisini aptal yerine koyması gerekiyor; programa ev sahipliği yapan gazetecilerimiz de keza…

 

Yabancı ülkelerde de var; ancak orada, bulvar tipi, yayınları izleyici kitlesine göre light' bir formatı tercih eden kanallarda ancak olur bu... Ama ana akım TV kanallarında asla!

 

Yahu Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu, diyelim 41 (kere maşallah) saat mesai yapmışlar (TC tarihinde görülmemiş şeyleri yaşıyoruz ya) ama Sağır Sultan'ın bile, bunun oyalamaca buluşmaları olduğunu bilmesine rağmen, son gün gelmiş ve sonuç heyecanla bekleniyor...

 

Birkaç saat sonra ya koalisyon oldu diye haber çıkacak ya da olmadı diye ve herkes bunun % 95 ihtimalle olmayacağı görüşünde hemfikir...

Bir değil, iki, üç de değil tam dört siyasi yorumcu bir haber kanalına çağrılmış Davutoğlu ne diyecek, Kılıçdaroğlu ne diyecek sorusuna cevap vermeye çalışıyor…

 

Yahu, üç saat bekle görürsünüz diye bağırası geliyor insanın...

Mealen aktarıyoruz ama inanın en azından gördüğümüz, hissettiğimiz böyle…

 

Siyasi yorumcuların biri Bardağın yarısının dolu olduğunu kabul etmekle birlikte, bardağın dolu kısmının ne kadar dolu olmasına bakmak lazım; bardağın tam yarısı mı dolu, yoksa yarısı dolu denebilecek kadar kısmı mı?'' diyor.  Diğeri, arkadaşıma katılıyor ama bir yerden sonra katılmıyorum diye bir ifşaatta (!) bulunuyor. Ve başlıyor Efendim bardağın yarısının dolu olduğu bir defa tespit edildikten sonra, artık o dolu olan kısım, bardağın tamamını mı yoksa çeyreğini mi teşkil eder o kadar önemli değil; zira boş olsaydı bomboş diyecektik. Şimdi, bardağın yarısı da onun hangi ölçüde olduğu önemsiz, benim için diyor...

 

Rehavet basmış, nefes borunuzda bir şeyler hissediyorsunuz ama devam ediyorsunuz inatla izlemeye… Üçüncüsü, belli ki boş bardak lobisinden… Haliyle bir güzel bardağın boşluğu üzerine bir girizgâh yaptıktan sonra bu kez,  bardağın yarısı veya çeyreğinin mi boş olması görecelidir diyor... Bu analizi Uluslararası Diplomatik Enstitülerinde ders olarak okutmalı diye içinizden geçiriyorsunuz (!) Dördüncüsü ise biraz önce konuşurken, kaşlarını 'a' harfi üzerine yapılan (sakın ''şapka'' demeyin!) '^' düzeltme işareti gibi yapmış gazetecinin tersine, sol kaşını kaldırıp Ama diye dikkatleri üzerine çektikten sonra Arkadaşlarımıza farklı şey demek istiyorum, dedikten sonra incisini döküyor. Bardağın boş olduğunu kabul ettikten sonra, onun nasıl, neden boş olduğu önemli bence. Bir dakika arkadaşlar, uyarıyorum, bardağın biraz boş olması lazım, boş olmazsa sıra siyasi icraya geldiğinde, faaliyetler nereye dolacak, biraz boşluk olacak ki doldurulsun deyince, ev sahibi gazeteci de teşekkür ediyoruz, gerçekten farklı açıdan meseleye bakarak, manşeti attınız adeta. Tabi katkılarını sunan diğer konuklarımıza da teşekkürü unutmamak gerekir diye programı bitiriyor.

 

Başka bir programda ise Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu acaba önceden beyan edilen saatte mi basın açıklaması yapacaklar, gecikecekler mi diye alt tarafı kırk beş dakika sonra belli olacak bir durum için, (yine) dört siyasi yorumcudan 10'ar dakika konuşmalarını istiyor. Ve artık, daha çok kötü hissetmemek için, kanalı değiştirip, eski Yeşilçam filmlerine ya da hiç olmazsa mesela yemek programlarına veriyorsunuz kendimizi…

Sayıları bir elin parmakları kadar, sahici yorumcuları tenzih ediyoruz ama kalanı.. Dediğimiz gibi ya izleyiciyi ya da kendilerini aptal yerine koyuyorlar sanki...

Bu arada bir sır verelim size…

Türkiye TV kanallarında dizi yazacaksınız değil mi? Size ne önerilir bilir misiniz genellikle… Arkadaşım, yedi yaşındaki bir zekâya sahip bir izleyiciye göre yazın, anlaştık değil mi?

İşte tam da onun için normalde haftadan haftaya izlenilen bir dizide bir tek bölümü kaçırsanız, bir daha izleyemez olmanız lazım… Bizde ise isterseniz, üç dört bölüm kaçırın, fark etmez… Zira Türkiye TV dizileri gözle değil, kulakla izlenebilmesi için yazılır… Neden mi?  Fıtnat hanım teyzem, bir taraftan bamya ayıklarken / mutfağa girip çıkarken de dizisini izleyebilsin diye… Böyle olduğu için, radyo tiyatrosu mantığı ile TV dizisi yazılır… Evine geç kalmış çocuğu merak eden anne baba veya kardeşi hem pencereye yaklaşır hem de şu pencereden bir bakayım hele nerede kaldı şu çocuk diye bir diyalog sarf eder mesela… 

Oysa bir TV dizinde oyuncu pencereye yaklaşıyorsa yaklaşıyordur, bir de kör gözüme-gözüme, kalkıp bari pencereden bakayım da nerede kalmış filan denmesine gerek yok ki, yaklaşacaksan yaklaşırsın pencereye, bakacaksan bakarsın pencereden... TV izleyicisi zaten görüyor pencereye yaklaşıp yolun gözlendiğini… Ama Fıtnat Hanım teyzemin, bir taraftan bamya ayıklıyor veya mutfakta iken kulakla izleyebilmesine göre hazırlamışsanız dizinizi, böylece geri zekâlılar ordusu için yayın yapan bir TV kanalına dönersiniz…

Yani, bamya temizlemeyen, mutfağa gitmeyen hatta telefonları bile açmayıp, sırf dizi-film izlemeye adanmış insanlar, kendilerini geri zekâlı yerine konmuş hissederler…

İşte tam da bu kesim için TV bir aptal (eden) kutusudur!

 

Ve size bir şey daha diyelim…

Beyinleri tembelleştire-tembelleştire, beyin hafızasını köreltip, sadece göz-kulak hafızasını ve o da hayli sınırlı, kullanabilen izleyiciler yaratırsınız…

Hal böyle olunca da kelli-felli siyaset yorumcuları da zaman doldurmak için kullanılan ve ücret karşılığı gevezelik edip, sürekli top çeviren, konu mankenlerine dönüşür…

Şirin Payzın (CNN Türk), Banu Güven (İMC), Güler Yıldız (İMC), Ahmet Hakan (CNN Türk) ve programları, davet ettikleri konuklar, genelde bu kategorinin hayli dışındadırlar… Bir çelişki de, bu ve en çok bir-iki daha örnek vereceğimiz nitelikli tartışma programları yurt dışında yapılan birçok tartışma programlarına da referans olabilecek düzeydedirler…

İşte Akdeniz ve Kafkasya karışımı toplumlarda görüldüğü gibi, en berbatı ve en muhteşemi yan yana yaşar dururlar…

Görüşmek üzere…

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!

"
"