03 Haziran 2014

Rüya görmek’ten ziyade, uyanik olmak ve diyalog’u sahiden istemek gerekiyor

Fransa'da Liberation ve Türkiye’de Radikal gazetelerinde, altında Fransa ve Türkiye’den, bazı tanıdık-tanımadık isimlerin imzasıyla Arméniens et Turcs: faisons un rêve ensemble ve Ortak bir rüyamız olsun manşetleriyle bir bildiri, haber olarak yayımlandı…

Fransa'da Liberation ve Türkiye’de Radikal gazetelerinde, altında Fransa ve Türkiye’den, bazı tanıdık-tanımadık isimlerin imzasıyla Arméniens et Turcs: faisons un rêve ensemble ve Ortak bir rüyamız olsun manşetleriyle bir bildiri, haber olarak yayımlandı…

Bir barış döneminin başlaması arzusuyla denilerek, Türkiyeli ve Ermeni çok sayıda ismin (!) ortak bir metnin kaleme alındığı söyleniyordu… Radikal gazetesindeki yazı şuydu.

Bu metni imzalayan bizlerin ortak rüyası, Ermeniler ve Türkiyeliler arasında, her iki halka ve tarihlerine saygı çerçevesinde, bir barış döneminin başlamasıdır diye başlayan, bir manifesto hazırlanmış; Türk(iyeli) ve Ermeniler arasından bazı şahsiyetler bunu imzalamışlar…

 

Arayışa giren ilklerden olarak: Sulandırmayın yeter!

 

Acıyı karşılıklı (evet tek yönlü değil!) dindirmek için, derman arayışına ilk girenlerden biri olarak, bağışlayın ama yeter diyorum!

2015’e 1 değil, 11 ay kala, 100 yıl önce açılmış yaranın acısını, karşılıklı tedavi için, ilk kez (1984 Aralık-2005 Eylül) arkadaşlarıyla, mütevazı çabalarla başlayıp, devletlerarası ilişkilerin gündemine - arkadaşlarıyla - dâhil edebilmiş, gazeteciliği halk diplomasisinin hizmetine sunmuş, mütevazı ama tevazusunun suiistimal edilmesine izin vermeyen birisi olarak, dur demenin gerekliliğine inanıyorum! 

Arkadaşlarımın kimler olduğunu, bu ve başka sütunlarda defalarca zikrettiğim; bu yazıyı da tamamen kendi özgür irademle yazdığım ve onlar adına konuşuyor gibi bir algı yaratmamak için, adlarını burada vermiyorum; zaten konuyla aşina olanlar gayet iyi bilirler…

Yazıda belirtildiği gibi, 1915 yılında vuku bulan bu korkunç olay ve sonuçlarını silmeye hiç kimsenin gücü yetmez; yine metinde çok güzel belirtildiği gibi, son on yılda, akademik veya değil, birçok tartışma, kültürel-sanatsal etkinlikler, anıt yenilenmesi, sözlü tarih, kamusal alanda anma toplantıları düzenlendi.

Tamam, artık yetti!

Her aşamanın kendi özelliği var ve bu özelliklerine göre gerekleri -yapılacakları; bir sonra ve daha sonraki aşamada daha hâlâ ilk aşamanın gereklerini-yapılacaklarını yapmak, tıpkı kullanım tarihi dolmuş (ama zamanında yararlı olmuş) bir ilacı birisine sunmaya benzer

Ermenistan - Diyaspora ve Türkiye’nin resmi duruşlarını anlatmak, dereler ve tepelerden tahliller de yapmak istemiyoruz; artık bu konuda biraz aşina olanlar uzman kesildiler zira… Haddinden fazla tekrar da kanıksamayı ve bıkkınlığı getirir…

Üstadımız Çetin Altan’ın sıkça arz ettiği Türk’e Türk propagandası yapmak misalindeki gibi, zaten 1915 cehennemi hakkında bırakın aşina olmayı, hassas olan insanlara sabahtan akşama 1915 cehennemini anlatmak, bir yerden sonra asıl yaratılmak istenilen hassasiyete zarar verir… Onun için, istirham ederek, artık yeter, sulandırmayalım diyorum!

Hrant Dink’in su çatlağını bulur ifadesini iyi bulunmuş, yazılmış ama bağışlansın, ifadenin kaynaklarına inmeden, hangi konjonktürde söylenmiş olduğuna dair araştırma yapılmazsa, üreteceğiniz öneriler yüzeysel kalma ve amacına hizmet edememe riskini taşırlar, bence...

 

Sorunlu halklara çözüm faaliyeti ‘‘moda’’ olmamalı!

 

Kısacası Türkiye-Ermenistan veya Türkiyeliler ve genel Ermeniler arasında onlarca yıllık kopukluğu, diyaloga dönüştürmek ve sonuçta daimi bir huzur ortamı yaratabilmek için mış gibi yaparak değil, ancak dört elle sarılarak olabilir düşüncesindeyim…

Dört elle sarılabilmek ise, İslam doğmuş bir Türkiyeli iseniz, Ermenilerle ilelebet huzur içinde yaşamayı - ünlü şarkıcı Charles Aznavour’un dediği gibi -  ayakkabınızda uzun zamandır var olan ama bir türlü, çıkarıp at(a)madığınız dikenden nihayet kurtulmak kadar hayati bir mesele olarak, görerek olur bu ancak, naçizane…

Yani bu sorunun çözümünü, artık yolda – hayatınızda hiçbir zaman olmadığı kadar - rahat yürümeyi arzulayacak kadar, kaçınılmaz bulduğunuz takdirde…

 

Gelelim Ermenilere…

Dört elle sarılabilmek de yine, Ermeni doğmuş veya Ermeni sorununun çözümünden yana olan, Türk / Türkiyelilerle normal ilişkilerde olmayı – yine Aznavour’un dediği gibi – yüreğinizde uzun zamandır var olan ama bir türlü çıkarıp at(a)madığınız bir dikenden nihayet kurtulmak kadar hayati bir mesele olarak, görerek olur bu ancak, yine naçizane..

Yani bu sorunun çözümünü, daha açarsak, Türk / Türkiyeliler için, bir Ermeni’yle dostluk yapmak, konuşmak, çalışmak, birlikte yaşamak gibi veya Ermeniler için bir Türk /Türkiyeli ile normal ilişkilerde olmayı, artık - hayatınızda hiç olmadığı kadar – kaçınılmaz ve elzem buluyor, hissediyorsanız ancak, evet sadece bu ahval ve şeraitte bu işlerle uğraşabilirsiniz…

Ermenistan-Türkiye ve Türk(iyeli) ve Ermenilerin ilişkileri normalleşmez ise, hayat bana zor diyebiliyor musunuz?  Diyemiyor, kafanızı iki yana sallayıp Il ne faut pas exagérer j’ai d’autre chat a fouetter yani Abartmaya gerek yok ve edinecek başka dertlerim var anlamında fiske atacak başka kedilerim var diyorsanız ve bunu söyleyen kişilerin olduğunu tahmin ediyorum (tabi herkesi tenzih ediyorum) aranızda, bırakın...  Bırakın bu işi…

 

Pazar günü’nü,  Cumartesi’nden önce getiremezsiniz!

 

Diyalog bir süreçtir

Kimler arasında?

(Bir sorunu) görmeyi ertelemiş olanlar ile (bir sorunu) yaşayanlar arasında…

Bazı sorunlar büyütülerek, bazı sorunlar ise küçülterek geniş kitlelere anlatılır

Böyle bir sorun zaten kocaman olduğu için, küçülterek anlatmaya çalışacağız bunu…

 

Diyalog sürecini bir haftaya benzetelim… Önemli olan diyaloga yani haftayı telaffuz etmeye oturmaktı bunca yıl… Son yıllarda, bu süreç başlamış oldu…

Artık, adım-adım haftanın günlerini saymaya-telaffuz etmeye oturduk sayılır…

P.tesi’nden, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Ctesi deyip PAZAR gününe varacağız…

Her iki taraf İşte PAZAR! diye tezahürat edildiği zaman, biri Çok şükür Ya Rabbim, ötekisi de (bunun Ermenicesi) Park kez Der Asdvadz diyecek…

Daha Salı günündeyken (…)  Ve İşte Pazar! diye tezahürat edilir mi? O zaman?

 

Tabii ki olmazsa olmaz olan ama ancak diyalog sürecinin sonunda önerilecek adımlar olan:

Tarih kitaplarından karşılıklı olarak, önyargılı ifadelerin temizlenmesi,

Sokak adlarının özgünleştirilerek, tarihi isimlere dönüştürülmesi,

Ermenilerin yok olmasını sağlayan kişilerin adlarından arındırılması,

Ermenilerin hayatlarını, kendi hayatları uğruna, kurtaran İNSAN gibi İNSAN Türk ve Türkiyelilerin ad, soy ad ve unvanlarının Ermenistan ve Türkiye’de alenen yazılması.

Ermenilere ait, tüm kilise, vakıf, anıt vs yerlerin iadesi,

Trabzon ve / veya samsun’un örneğin 99 yıllığına Ermenistan’a kiralanması,

Türkiye – Ermenistan sınırın açılması (Gerçi, bunun için Azerbaycan’ın mutlak izni, tasdiki, işbirliği olmadan Türkiye’nin en ufak bir şey yapmaya pek cesareti olamaz)

 Akdeniz kıyısında Mersin veya Ayaş (Yumurtalık) üzerinden Ermenistan’a bir nefes alma yolunun açılması,

Deir-el Zor çöllerine birlikte yapılacak bir yolculuk gibi önerilerde bulunmak, tam da, daha Salı günüdeyken, kalkıp İşte Pazar! diye tezahürat etmeye benzer…

 

Sahici olunmazsa, bu kavramın içini de boşaltırız!

 

Geçtiğimiz 24 Nisan öncesi, bir hafta boyu, hayatlarında ayak basmamak için yemin etmiş, değişik yaşlarda Ermeniler, Avrupa’nın değişik yerlerinden Türkiye’ye ilk kez geldiler…

Türkiye’den, Irkçılığa dur de örgütü, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul şubesi zaten tecrübeli kuruluşlar, çırpındılar, çabaladılar, Osman Kavala’nın öncülüğünde Anadolu Kültür ile bu yürekleri ve hafızaları dolu insanları şık bir şekilde ağırladılar…

Gelen diğer Fransalılardan söz etmeyeceğim…

Şu kadarını söyleyeyim, Türk-Ermeni ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerin normalleşmesine çalışmak için, bir ekmek, su kadar, hayati bir şekilde dört elle sarılmak şartına geliyoruz…

Basit bir örnek verelim…

Türkiye’ye bu sorun için gelen Ermeniler, otellerde kalmamalı mesela, Ermeni asıllıların değil, asıl İslam doğmuş Türkiyeli dostların evinde kalmalı, onlarla sabah uyanıp, evdeki havayı, rutin hayatlarını, ortamı solumaları tercih edilmeli…

Ermenistan’a giden Türkiyeliler de, Ermeni dostların evinde kalmalılar; Ermenistan’dan gelenler de İslam doğmuş Türkiyelilerin evinde keza gelmeliler…

Başka bir konumda, ayrıntılı şekilde bunları madde-madde sıralayabiliriz; aksi takdirde, bu sefer Jenosid turizmi gibi, içi boşaltılmış yeni bir kavram modeli ile karşı karşıya kalırız…

Onun için şimdiden uyarmak istiyorum...

Devletten bir şey mi talep etmek istiyoruz?

Ermenistan Cumhurbaşkanı, Sayın Serj Sarkisyan’ın, 24 Nisan 2015 tarihindeki Erivan’da vuku bulacak 100.cü Yıldönümü törenlerine Türkiye Cumhurbaşkanı’nı davet etti; hadi Sayın Cumhurbaşkanımıza (veya Başbakanı, bu görüşülür) şu önerilebilir mesela…

Sayın Sarkisyan’a şu yanıtın verilebilir: (…) Davetinize teşekkür ederim, belki gelirim ama şart kelimesini kullanmadan, ek bir öneri diyelim, 24 Nisan akşamı Taksim’de yapılacak 1915’i anma törenine de sizi alıp birlikte Türkiye - Taksim’e teşrif ederseniz…

Her iki ülke ziyaretinde, tek bir söz söylenmeyecek, birlikte saygı duruşunda bulunulacak…

Sabah Erivan’a Dzidzernagapaert’e gidilir, akşamüstü de Sayın Sarkisyan ile Taksim’e

1961 yılında, Dünya (Havari) Ermenileri Katolikos’u, Baş episkopos Vazgen I’in. Türkiye’ye geldiğinde, Anıtkabir’i de ziyaret etmiş olduğunu unutmayalım…

Tüm Dünya’da isterse milyarlarca insanın katıldığı 1915’i anma toplantıları olsun; sadece ve sadece Türkiye’de yapılan şimdilik on bin kişinin katılacağı anma toplantısı manidar ve daha değerlidir… İşte böyle şeyler talep ederek, eller taşın altına sokulur, bizce…

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!

"
"