Strasbourg’dan bildiriyor…
Avrupa Konseyi, Parlamenterler Asamblesi, bahar oturumu, 18-22 Nisan tarihleri arası yapmak üzere açıldı; kâh kızdırarak, kâh isyan ettirerek, kâh yıldırarak devam ediyor…
Moldova parlamentosundan, Komünist Partisi Genel Başkanı Vladimir Voronin Moldova’da sosyal- politik durumu; Ukrayna Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri, Petro Symonenko ve Almanya’dan (GUE) Andrej Hunko Ukrayna’da İnsan hakları - demokrasi ve yine Moldova’dan Sosyalist Parti Şefi, Igor Dodon Moldova’da siyasi durum konularında basın toplantısı düzenlediler. 18 Nisan Pazartesi günü için 3 basın toplantısı yeterliydi…
19 Nisan Salı günü, sabah saat 09.30’da, Avrupa Komisyonu Başkanı, Jean Claude Juncker ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Thorbijon Jagland ‘Le livre d’or’ yani Şeref defteri’ni imzaladılar… Yine her ikisi, basınla kısa da olsa mutlaka birer görüşme yaptılar…
Nilgi babında söyleyelim, Avrupa Konseyi, Parlamentosu, Parlamenterler Asamblesi ve İnsan Hakları Mahkemesi gibi kurumlarına gelen her cumhurbaşkanı başbakan / topluma mal olmuş şahsiyetler, bu defteri imzalarlar, birkaç cümleyle duygularını da yansıtırlar…
Bu hani fala inanmayın ama falsız da kalmayın deyişi gibi, çok basit-sıradan-salt formalite gereği olarak kabul edilen ama zannedildiği kadar da masum olmayan bir ayrıntıdır; böyle yerlerde hiçbir ayrıntı tesadüf değildir. Kurumun kendisine, kurumu oluşturan bireylerde, etki-algı yaratmak için her bir ayrıntının, merak etmeyin, mutlak surette görevi vardır.
Aynı saatlerde (!) yani saat 09.30’da, bu da ilginç, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Sayın Ahmet Davutoğlu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin altın kitabını, Başkan Pedro Agramunt’un refakatinde, sıra dışı bir hızla (defteri) imzaladı; basınla görüşmeyip, bunu (stand-up) ayakta geçiştirdi.
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül’ün görev süresinin son gününe kadar, basın ile görüşme ve toplantı yapma geleneğinden hiçbir zaman vazgeçmemiş; toplantılara katılan yerli ve yabancı gazeteciler, oradan hep memnun ayrılmış olduklarını söylüyorlar…
Avrupa Komisyonu Başkanı, Sayın Jean-Claude Juncker ve TC Başbakanı, Sayın Ahmet Davutoğlu, kuşkusuz fotoğraf çektirmeyi ihmal etmediler; bu fotoğraf çektirme eylemi başlı başına bir tez konusu olabilir, ilerde mutlaka konuşacağız…
Davutoğlu, yine Thorbijon Jagland refakatinde, bu kez Avrupa Konseyi defterini imzaladı. Tabii, artık Davutoğlu’nun stand-up (ayakta geçiştirme) geleneği burada da uygulandı; hiçbir basın toplantısı yapılmadı, önceki yazımızda tahmin etmiştik zaten…
'Karabağ oturum' önerilerinin hiçbiri kabul edilmedi!
Daha önce söylediğimiz gibi, Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın ve orta yolu temsilen, ilgili komisyonun, Karabağ için acil oturum isteyen üç ayrı öneri vardı; hiçbir kabul edilmedi…
Tabii, Azerbaycan’ın pek gönüllü olmadan ama political obligation (siyasi mecburiyet) gereği bir oturum isteme başvurusu yapmış olduğu hatırlandığında; bu durumdan aslında hoşnut olduğu söylenebilir. Zira önce Ermenistan başlattı gibi fantezi söylemlerin burada tekrarlanamayacağı; acil oturum olduğu takdirde, kendi aleyhine olacağı endişesini taşıyordu.
Buna rağmen, fantastik diyebileceğim, Sağır Sultan’ın bile duyduğu-bildiği hakikatleri, bir pişkinlik başarısı ile ters yüz etme denemeleri, hakikaten takdire şayan olabiliyor bazen…
Misal Azerbaycan heyetinden Samed Seyidov’un Ermenistan’da bir tek Azeri yokken (!), Azerbaycan’da 30 bin Ermeni yaşıyor, Ermenileri her zaman kabul ediyoruz demesi gibi.
TC vatandaşı bile olmasına karşın, Fransa, ABD vatandaşı, sporcu, iş adamı, sanatçı, kültür insanı birçok Ermeni insanın, sırf kimliklerinden dolayı Azerbaycan konsolosluklarından giriş vizesi alamadıklarını bilen, Rus, Ermenistan ve Türk gazeteciler bana dönüp gülerek Baksana Azerbaycan’da ambargo kalkmış, haberimiz yokmuş demelerine güldük tabii…
Ha, bunu derken, bu bile-bile lades veya çuvala girmekte apaçık zorlanan mızrak misali ya da özensizce biriktirilen bilgilerle, bol keseden (af buyurun tabirimi) sallama demeç verme alışkanlığı salt Azerbaycan’a özgü değil. Sırası gelince, Avrupa’nın en eski heyetlerinin bile, bu yola başvurabildiklerini (bazen) görebiliyoruz…
Öte yandan, Ermenistan açısından bakıldığında, her halükârda Dağlık Karabağ konusunda acil oturum kararı, elverişli olabilirdi; zira parlamenterler asamblesi üzerinden Avrupa-Dünya basınına derdini daha ayrıntılı şekilde anlatabilme imkânı elde edebilirdi…
Peki, neden böyle oldu?
Kulisleri yokladığınızda, Dağlık Karabağ’a barışçıl çözüm bulmak için kurulmuş MINSK Grubu’nun (her ne kadar herkes işlevsizliğinden şikâyet ediyorsa da) alanına müdahale etmemek ve her taraflara bir şans vermek amacıyla pasif davranıldığını (şimdilik) söylüyorlar
1 Nisan tarihinde patlak verilmiş olduğu düşünüldüğünde, konuya böyle yaklaşılmasına, anlayışlı yaklaşabiliriz; iyi de yıllarca yazılmamış kural, tecrübe, oluşmuş teamüller?
Yugoslavya sorunu çözülmeden Sırbistan’ın bağımsızlığını tanıyarak Bosna Hersek’i tek başına bırakıp, gül gibi geçinen Hıristiyan ve İslam halkları arasına nifak sokmasını, İslam doğmuş Yugoslavyalıların resmen soykırıma maruz kalmalarını ne yapacağız? Unutmadık!
Peki, Kıbrıs sorunu daha bitmeden, salt Rum otoritesini tanıyıp Türk idaresini kaktüs gibi bırakıp, meseleyi kedi yumağına döndürmesini de…
Hadi, iğneyi kendimize batıralım, Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden hem Ermenistan’ı, hem Azerbaycan’ı tanımasalardı, fena mı olurdu? Siyasal bilgiler fakültesinden mezun bile olmayan iyi bir öğrenci, eninde sonunda, savaş olmadan ama uluslar arası tanınırlık silahını kullanarak, bal gibi de bu sorunu çözmenin mümkün olabileceğini söylese haksız mı olur?
Hern und frolaynlar, sinyora e sinyorlar, Madam, matmazel ve mösyöler, dignayk yev baronayklar, leydiler ve centilmenler, olmuyor efendim olmuyor… İkinci dünya savaşının yorgunluğu üzerimizden atılmamışken, soğuk savaşın bunaltıcı ortamından sonra, SSCB de yıkılınca, alternatif bir güç hayal dildi. Yorgun Avrupa’ya gençlik aşısı umuduyla Avrupa kurumları daha da geliştirildi. Avrupa Birliği değil sadece. Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi ve türevleri…
Şu acı geliyor insana…
İnsan genetiğinin haritasını çizebilen, neredeyse ışınlamayla binlerce kilometreyi dakika içerisinde seyahat edebilmesini bile gerçekleştirebilecek insanoğlu; uluslar arası ilişkilerde ilkel-bencil çıkarlarla davranıp, başına durmadan, üstelik aynı tür belalar açmamayı, savaşla mı öğrenecek?
Silkinebilmemiz için, ille üçüncü dünya savaşının fiili şekilde yaşamamız mı gerekiyor? Şaka geliyor sanki…
Görüşmek üzere…