AKPM’ye davetli ‘vedette’ler (Şöhret) yazımızda belirttiğimiz üzere, TC Dışişleri Bakanı, Ekselansları Mevlüt Çavuşoğlu saat 11:30’da AKPM Genel Mevlüt Çavuşoğlu saat 11.30’da AKPM Genel Başkanı Pedro Agramunt tarafından kabul edildi ve Büyük Salon’da beklenen konuşmasını yaptı.
Davutoğlu’nun 50 dakikalık konuşmanın tersine, 17 dakika sürdü kendisininki. En ters soruları soran kişilere adıyla hitap ederek vücut dilini kullandı, açıkça burasının kendisinin bir okulu olduğunu söylemek gibi, tevazu sergileyen, sempatik bir tavır takındı. Her haliyle rahle-i tedrisinin Avrupa ama özellikle Konsey olduğunu göstererek olumlu bir görüntü çizdi. Tıpkı François Hollande gibi (Davutoğlu’nun tersine) mümkün olduğu kadar çok soruyu cevaplamak istediğini söylemesi, olumluydu. Gelin görün ki iş bununla bitmiyordu… Maalesef.
Heyetten biri, Malta’nın sergilediği bir fotoğrafı kalemiyle deldi ve yırttı...
Evet, keşke bu olmasaydı…
Üstelik TC Dışişleri Bakanı’nın, tam Türkiye’de artık işlerin ne kadar iyiye doğru gittiği; OHAL şartlarının kısa zamanda yok olacağından, OHAL’e gerek kalmayacağı ve Türkiye toplumunun ne kadar da hoşgörüye sahip, farklı görüş ve kimliklere saygılı olduğunu vs söylediği anda (sanki özel olarak yapılmış gibi) bu olay yaşanıyordu…
Hele ki bir dinin kutsalı, bir şahsiyeti konu alan (Peygamber efendimiz, Hz Muhammed’e) bir karikatürün üzerine, sanatçı tarafından İngilizce ‘sansürlenmiştir’ ibaresi konularak, hakaret izlenimi bırakacak, bir mizahı onaylamadıklarını gösteren bir afişti bu…
Türkiye heyetinden bir milletvekilinin danışmanı (milletvekili ve danışmanının adlarını özellikle yazmıyoruz; zira mesele kişisel değil; hatayı kim yaparsa, doğru değildir. Türkiye heyetindeki hangi partiye üye olduğunu da yazmıyoruz) resmi görünce, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Aleyhisselam’a hakaret olduğunu zannedip, Malta heyetinin açmış olduğu stantta sergilenen resmi, kalemiyle delip yırtıyor…
Tabii, Türkiye Parlamenter Heyeti Başkanı, Sayın Talip Küçükcan, bu olayı duyunca üzülüyor ve arkadaşın tecrübesiz olduğunu, anlamadan bunu yapmış olduğunu, bir daha tekerrür etmeyeceğini ama aynı zamanda böyle bir resmin sergilenmesinin doğru olmadığını ekliyor..
Mesele ne kadar büyür, büyümez, skandala dönüşür, dönüşmez, zaman gösterecek… Bunları yazmamızın amacı, yarın başka bir ülkenin, bir gazetesinde yazılınca; Türkiye’de bunun bu olayın örtbas ettiği savını kırıp etik olarak haberin atlanmamış olduğunun tedbirini almaktır.
Ayrıca, Sayın Bakan Çavuşoğlu’nun, yazının başında bahsettiğimiz; en azından görüntüde çizdiği olumlu havayı, haksızca, nasıl tarumar edildiğinin altını çizmektir…
Dönelim, Sayın Çavuşoğlu’nun konuşmasının can alıcı bölümleriyle özetine…
(…) Onursal Başkan’ı olmaktan gurur duyduğum AKPM benim için bir okul oldu. Aralarda, kahvemizi içerken ne fikir teatileri, nasıl bilgi alışverişi yapıldığını öğrendik. Bizde bir söz var, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var… Kahvelerimizi yudumlarken, kurduğumuz dostlukların da en az kırk yıl süreceğine inanmak istiyorum… Bildiğiniz gibi, Konsey’in 47 üyesinin, altı ülkeden biri, Grand Payeur olduk; artık Türkiye’den daha çok sayıda mebus Konsey’e katılıyor. Bu sayede, Türkçe de, Konsey’in çalışma dillerinden biri oldu. Hükümet olarak işbaşına geldiğimizde (2002) monitoring’e (denetim altına) tabiydik; çalıştık ve monitoring’den çıkardık ülkeyi. Konsey’in tavsiyelerini yerine getirdik… Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını tanımaktan tutun, demokratikleşme paketlerini çıkardık, kanun değiştirdik, ayırımcılığa karşı önlemler aldık, bildiğiniz adımları attık…
Soruların 30 saniye sürmesini, demeç değil, salt sorular sorulmasını, ifade eden Sayın Agramunt’un esprili uyarısından sonra konuşmaların seyrine şöyle göz atabiliriz…
Yunanistan - Erdoğan’ın Lozan demeçleri bizi hayli şaşırttı; bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Bakan - Uluslar arası anlaşmaları, sevsek de sevmese de, saygı duymalıyız ama imzalanmış bazı anlaşmaların, bugün şöyle / böyle doğru bulmadığımıza dair, görüş belirtmeye de engel değildir. Benzeri demeçler, ne Yunanistan, ne de başka bir ülkeye tehdittir, algılanmamalıdır. Örnek vereyim; mülteci-göç edenlere Hükümet olarak 12 Milyar ABD Dolar, Belediye -STK’yı da sayarsak 24 milyar dolar harcadık. Oysa Avrupa topu - topu 535 milyon dolar verdi. 3 milyon mülteci kabul ettik; dünyanın en uygun şatlarda olan kamplarımızda ağırlıyoruz. 10 bin adet daha konut yapmak, eğitimleri için proje üretmek istiyoruz… Eğitim alanında açıkta kalmış, 500 bin çocuğun bulunduğunu biliyoruz. Oysa 3 Milyar dolar söz verilmişti. Kaçak göçün önlenmesi anlaşmasını imzaladık. 18 Mart’taki anlaşma başarılı oldu, Yunanistan’ın iade etmek istediği tüm göçmenleri alıyoruz. Vize serbestîsi için şart olan 74 maddeden 4’ü kaldı; terör yasası ile sorun var. Şantaj yapan yok. Cumhurbaşkanı açık konuşunca, ondan hoşlanmıyorsunuz. Riski alan, uygulayan, harcayan biziz… Yol haritası bekliyoruz...
Fransa – Türkiye bir askeri darbeyi aşabildi, tebrikler; peki FETÖ örgütün yaptığına dair ne kanıtlar var ve milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ne diyorsunuz?
Bakan – Fethullah Gülen, kanlı bir terör örgütünün başıdır. Çok olaylara karışmış; 17-25 Aralık’taki darbe denemesi, Oslo’daki gizli görüşmenin konuşmalarını dışarıya sızdırması; en sonu da 15 Temmuz... Yüz, binlerce kanıt var, Genelkurmay Başkanı esir alınıyor ve yardımcısı, onu Gülen ile görüştürmek istiyor. İtiraf ettiler, iadesini istedik. ABD’den uzman geldi. ABD’de kimsenin şüphesi yok, delilleri var. Türkiye’nin imajı zedelediler. Oda TV gazetecileri, yıllar önce Feto’yu suçladılar ama Avrupalı dostlarımız bizi suçluyorlardı. Hollanda’dan her heyet geldiğinde, mutlaka ama bir - iki Hollandalı gazeteci tutuklanıyordu; baktık bu gazetecileri tutuklatan yargıçlar FETÖ’cü çıktı. Dokunulmazlığa gelince… Kürsü dokunulmazlığı hâlâ var; hükümeti oluşturan partiden dokunulmazlığı kalkmış mebuslar daha çok siyasetle ilgisi olmayan, teröre hizmet eden suçlardan söz ediyoruz. Venedik Komisyonu’nun (şimdi inceleme yapan, karar aşamasında olan / RAH) görüşüne saygılıyız tabi. Söz Venedik Komisyonu’ndan açılmışken, başkanının önemli olan balığın yüzebilmesi yani sistemin devamıdır sözünü hatırlatırım; işte başkanlık mı, nasıl başkanlık tartışmaları da öyle, önemli olan sistemin yürümesidir, kalan ayrıntıdır…
İspanya - Ölüm cezasını geri getirecek misiniz? 15. madde istisnalar içindir biliyorsunuz konu oldu. Ne zaman normal duruma döneceksiniz?
Bakan - Kendi askeriniz, silahlarıyla, F16’larla sizi, Meclis’i bombalıyor; köprülerden tank tüfekle ateş açıyor, travma atlatıyorsunuz. Lütfen halet-i ruh’ iye’yi tasavvur edin. Halk da, duygusal tepki veriyor doğal olarak. Duygusallık yüksek olunca, tepkiler sağlıklı olmaz; tabii duyguları dinlemek ama denetlemek de zorundasınız. Böyle ortamda, tansiyonu yatıştırmaya çalışırken, Avrupalı dostlarımızdan idam gelirse şöyle / böyle yaparız tehditleri geldi. Böylece halkın duygusal durumu, daha kızıştı. Anlamaya çalışalım. Bana sorarsanız, tanıyanlar bilir karşı olduğumu; yıllar önce Çin’e yapacağım bir ziyarette, idam konusunda eleştireceğimi bildiklerinden, randevu talebimizi ertelemişlerdi. Buraya eşim ve kızımla geldim. Eşim, olayı görünce, o da etkilendi, idam cezasına karşı olduğumu bildiği için, bana “Eğer yine idam cezasına karşı çıkarsan ilişkimizi yeniden gözden geçiririz (boşanırım)” diye tehdit etti, ses çıkarmadım. Üzerinden zaman geçtikten sonra, eş-kızımı tatile götürdüm ve anlattım, eşimi % 80 ikna ettim. Fransa gibi OHAL kararı aldık 3 ay için ama olmadı, tehdidin kalktığından emin değildik. OHAL günlük hayat, temel hak -özgürlükleri asla etkilemedi. Fransa bir yıl uzattı. Bir yıl içinde 3 büyük terör olayı yaşarken, Türkiye tam 10 olay yaşadı.
Azerbaycan - Biz, Avrupa Konseyi olarak ne yapabiliriz? Sizi destekliyoruz…
Bakan – Desteğe teşekkürler… Böyle bir süreçte, bir insan / devlet, dostlarını yanında görmek ister; bu her yaptığımızı, körü körüne desteklemek demek değildir; yapıcı eleştiriler de en büyük destektir aslında. Konsey’den daha çok angajman, daha çok diyalog istiyoruz.
Hollanda - Kolluk güçlerinizin orantısız baskısı, on binlerce vatandaşınızın tutuklanması vb olaylar oldu. Hükümetiniz (bakın bu çok önemli, bu konuya ilerde değineceğiz / RAH) işkenceyi önleme raporunu yayınlayacak mı?
Bakan - Tedbir tabii ki almalıyız; darbe girişimine katılmayıp da, o örgüte sadakati olanları da görevden uzaklaştırıyoruz. Bakanlığımda da 500 kişi uzaklaştırdık, sınav soruları çalmış, cevapları vermiş, sınavları değiştirmiş, bakanlıklara adamlarını sızdırmış, kritik yerlere yerleştirmişler, nasıl bu kişileri yanımda tutarım. Hatırlayın, Doğu-Batı Almanya birleşince ajan olma kuşkusu yüzünden 500 bin kişi işten çıkarılmıştı.. Herkesin anayasa hakkı var. Her başvuru değerlendiriliyor. Zaten 3 bin kişi görevine döndü. İşkence Önleme Komitesi ile iyi çalıştık (Sayın Bakan 2000’li yılların başı için diyorsa doğru ama sonrası için maalesef değil! RAH); raporlar başka ülkelere örnek gösteriliyor (‘du’ demek gerek /RAH).
Vaktin azalması ama Çavuşoğlu’nun ısrarla mümkün olduğunca çok cevap vermek istemesi üzerine, Sayın Agramunt, toplu sorular alıp, toplu cevap verme yöntemine geçti…
Fransa - İlk defa Kıbrıs için sanki bir umut var gibi gözüküyor, ne düşünüyorsunuz?
Azerbaycan - Fırat Kalkanı operasyonu ve Karabağ için ne diyebilirsiniz?
Danimarka - Darbeyi kınıyoruz ama basın-medya baskıları yüzünden, bir Avrupai ülke adayı değil de, sanki bir Orta doğu ülkesi görüntünüz var; belki de yine monitoring’e dönmeniz gerekiyor, ne dersiniz?
Bakan - Kıbrıs için evet, umut var; toprak, mülkiyet, garanti gibi konular var… Her iki tarafının (bakın bu çok önemli Sayın Bakan ilk kez salt Türk tarafı demiyor, her iki tarafın diyor) güvenlik tehdidi karşılanmalı. Garantörlüğümüzün sorunu da var… DAEŞ’e karşı koalisyon üyesiyiz, hava yetersiz, karayı da istiyoruz. Cumhurbaşkanımız sürekli DAEŞ’in İslam adına hareket etmeye hakları olmadığını, İslam olamayacaklarını söylüyor. Kilis’te 110 bin yerli Kilisli ve artı 120 bin Suriyeli var… Karabağ için samimi gayretler sarf ettik, Ermenistan ile protokolü imzaladık ama olmadı (Neden acaba? / RAH). Azerbaycan’ın kabul edeceği şartı kabul eder ama Ermenistan ile de iyi ilişkiler istiyoruz. Türkiye’de demokrasi daha da güçleniyor, polis güçleniyor, Oda TV’den bahsettim, Feto’cuları gazeteci olarak kabul edilemez… Gazeteci adı altında terör destekçiliği var. Erdoğan, kendisine hakaret edenlere açtığı davaları çekti. Ortadoğu ve Avrupalı ve Akdeniz ve de Asya ülkesiyiz; bundan gocunmaz, onur duyarız. Bağışlayın ama monitoring lehinde verdiğiniz raporlar, halkımız tarafından darbecilere destek telakki ediliyor.
İşte böyle sayın okurlarımız…
Türkiye’den pek kolay hissedilmeyecek, ortam, vücut dili, kulis, atom karıncaların derin analiz, şahsi gözlemlerimizi, bellek imbiğimizden de hasbelkader geçirdiğimiz fikir ve değerlendirmelerimizi arz etmeye çalıştık… Kalanını, artık size top olarak yolluyoruz…
Fransa’yı sürekli (ama) yağı donmuş, pirinçlerin lapalaşmış, ne tadı, ne de tuzu kalmış, bir temcit pilavı gibi sürekli Türkiye’ye referans gösterme çabalarına karşı, haddimizi aşmadan yazdığımız değerlendirmelere, çok saygın bir üstattan açık destek geldi… Tabi, bizimkinden çok daha derin, kapsamlı hazırladığı ve üniversitede ders olarak okuttuğu değerlendirmesini ilerleyen günlerde sizlerle paylaşacağız…
Satır aralarında iki defa çıtlattığım bir haberi de - maalesef tabi - yakında patlatırım…