Ülke-toplum olarak hastane ambalajıyla kan sulandırıcı ilaç kürüne başlamamız gerekecek bu gidişle… Bundan önce sözün bittiği yerden söz etmiştik… Şimdi de kanımızın donuyor halinden söz edebiliriz, takdir edeceğiniz gibi…
Din bilgisi kisvesi altında, toplumun karanlık mağara dehlizlerinden - ki bugüne kadar duyuyorduk ama kendi uç, dar alanlarında, kendileri söyleyip, kendileri duyuyordu - devletin üst katlarına kadar - zaten sarsıcı olan da bu, zira ilk kez bunlar meşruiyet kazandı - yılların birikmiş sağlıksız fikirleri, irin şekilde kusulmaya başlandı…
Ve bu sadece Türkiye’de değil…
Tunus, Cezayir, Fas vb. Mağrip ülkelerinden tutun, aşağı yukarı tüm Arap-İslam ülkelerine ve Avrupa’nın Fransa, Belçika, İtalya, Almanya gibi ülkelerine kadar bunlar yaşanıyor…
Sanki mevzubahis dinin düşmanlığını yapma gibi bir gayesi olan kişilerce var güçleriyle bu dinin ne kadar (akıl-vicdan-insaf vs) dışı bir din olduğunu ispatlarcasına davrananlar, bunları o savundukları dinin tanıtımı için, o din adına yaptıklarını söylemesi meselenin bam teli…
Atatürk, Kemalizm, milliyetçilik, TC gibi kavramlar (güya) adına 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanlar; Diyarbakır (ama sadece o değil) ve de cezaevlerinde Atatürk fotoğrafları gölgesinde, İstiklâl Marşı’nı bıktıracak kadar dinleterek, insanı milli duygulardan uzaklaştırmak ve sadece düşman yetiştirmeye yarayan hal ve davranışlarla yapanlar gibi…
Asılmayıp da beslenen yüz binlerce insan; Atatürk adına, Kemalizm adına, milliyetçilik adına, TC adına, sabahtan akşama, bu kavramların simgeleri, Atatürk fotoğrafı, İstiklâl Marşı, ay yıldızlı bayrağın kendisi / fotoğrafı önünde ‘ıslah’ edilmenin sonucu bu olacaktı tabi. Şimdi, din adına sergilenen tüm o eylemlerin neticesi çok mu farklı olacak?
Demirel’in bana sağcılar da adam öldürüyor dedirtemezsiniz demesi gibi, söylenmese de zamanın devlet yöneticileri de (2003 El Kaide bağlantılı İngiliz Başkonsolosluğu HSBC, Beth İsrael, Neve Shalom sinagoglarını hedef alan) bana o din adına hareket edenler teröristtir dedirtemezsiniz tavrında olmuştu. Bu tavırda olanlar, ait oldukları dini hakikaten seviyorlar mı? Seviyorlarsa, soruyoruz, bir insan, sevgisinden dolayı savunduğu kavramın kitlelere yanlış tanıtılmasını mı alkışlar, yoksa herkesten fazla kendisi mi eleştirir?
Belki ironi olacak ama…
Ülkemiz, şimdi Sünni İslam, laik, Hristiyan, Yahudi, Alevi, Ateist veya unuttuğumuz başka inanç veya kavrama mensup tüm vatandaşlarıyla en çok neye muhtaç biliyor musunuz?
Hakiki - samimi inançlı İslam dinine mensup insanlara muhtacız…
Bu, tablo Rönesans öncesi Hristiyanlığı hatırlatıyor!
Katolik kilisesinin, tıkanmaya başladığında (her tıkanmakta olan kişi, grup, toplum, ideoloji veya felsefe gibi), ya kendini yenilemeye gidecek ya da zorbalığa geçecekti… İnsan, kolay yolu seçer; kolay yol da genelde yanlış yoldur, diye kabul edebiliriz sanki…
Katolik kilisesi, dini inançlara karşı (lütfen bugünkü başka din adına yapılanları hatırlayın ve paralellik kurmaya çalışın!) gelindiği gerekçesiyle, hoyratça, akıl dışı cezalandırmaya gitmiş, buna yasal kılıf hazırlamış, Engizisyon Mahkemeleri 1203 yılında kurulmuştu…
Bu mahkemelerde sorgulama, vicdan-akıl ötesi yöntemler yani işkenceyle yapılıyordu…
Kötü ruhu kovmak (veya bugünün moda deyimiyle cinleri) için ayinler yapar; sanığın kol, bacakları kopartılıp, kemikleri kırılıp yakılırdı… Aryan, Protestan, Nasturiler de Dominikancılarca işkenceye tabi tutulur, kızgın demirlerle dağlanır ve sonra da yakılırdı…
Dindarlar (kendilerine göre), dinsizleri, sapkınları ihbar etmeye davet edilirdi (bir şey size hatırlatıyor mu?)… Ceza görenlerin mal-mülkleri kilise mülkiyetine geçiyordu (resmen rant!).
1415 yılında Prag Üniversitesi rektörü, Jean Hus mahkemeyle yakılarak öldürülmüştür. 1492 yılında özgürlük savaşçısı olarak kabul edeceğimiz, saf-köylü ama cesur bir kız, Jean d’Arc yakılabilmiştir. Engizisyon Mahkemelerinin ortadan kalkması 1830 yani 19. yüzyıl ama bizce, bunda 15 ve 16. yüzyıllarda başlamış olan Rönesans’ın etkilerini de yok sayamayız…
Engizisyon mahkemelerinde hedef seçilmiş Yahudi ve Müslümanların da olduğunu biliyoruz; Hristiyanlığın, özellikle Katolikliğin tıkanmışlığıyla gaddarlığa girmiş olduklarını da. Bu gaddarlık döneminde hedef olmuş Müslümanların, birbirlerini yiyen Hristiyanların tersi nasıl bir hoş görü, uygar yaşama kültürünün taşıyıcısı olmuş olduklarını da unutmayalım…
İspanyol Blasco Ibanez, Endülüs medeniyetini anlatırken batının kalkınmasını Rönesans ile mi başlamıştır konusunda… İspanya’da yenilenme, belki şaşıracaksınız ama evet, kuzeyden değil, tahmininizin aksine, İslam fatihler aracılığıyla gelmiştir der ve bu, bir fetih olmanın ötesinde medeniyet hamlesiydi. İspanya’da XII. - XV. yüzyıllar arasında, Ortaçağ'da Avrupa’nın bilinen en zengin ve en parlak medeniyeti doğup gelişti, diye de devam eder.
Ona göre, bu dönemde kuzeydeki halklar din savaşlarıyla parçalanıyor, kana susamış vahşi sürülerle hareket ederken; Endülüs toplumu 30 milyonu aşıyordu. O zaman için büyük olan bu nüfus içinde her ırk-din, ahenk içinde yaşayabiliyordu.
Tıkanmış Katolikliğin skolâstik din anlayışı; kültür-sanat-bilimde ilerleme-gelişmesi önünde engeldi. Her dikta - dogma döneminin kaçınılmaz akıbeti gibi, Engizisyon da çökecekti (bu arada, her anlamda yanıp kül olanlar bedel olarak tarihe geçti), geldi de. Birleşik kovalar gibi Engizisyon düşünce, Rönesans hareketi gelişti, Engizisyon kovasındaki sular azaldıkça, Rönesans kovasındaki su seviyesi yükseldi…
Rönesans’ın ve neredeyse paralel olarak Protestanlığın gelişmesinde, İslam uygarlığı, hele Osmanlı İmparatorluğu'nun (kâğıdın seri halinde en çok İslam dinine mensuplarınca üretilmesi, İslam bilginlerinin Yunan ve Roma bilginlerini tercüme etmeleri vs) katkıları biliniyor. Ama aynı Osmanlı’nın bundan yararlanacakken, ör: Amerika keşfedilirken, oralara doğru açılmak yerine, tersine içine kapanması, durumu tersyüz etti ve Osmanlı başta, İslam dünyası ileri konumdan geriye düşe-düşe bu günlere geldi…
Mağrip ülkeleri, Ortadoğu, Asya, Arap ülkeleri yani İslam âlemi hatta Avrupa göbeğine dek taşan bu (akıl-izan-vicdan ile kolayca) açıklanmayacak durumu, işte bu nedenle olası gerçekleşecek bir (Hristiyanlığa kıyasla) geç kalınmış Rönesans’ın ön sancıları olarak ya görüyor ya da böyle görmek istiyoruz…