03 Eylül 2014

Fatih Akın, Türkiye’ye can simidi atmış oldu!

İşte 2015’e ramak kala, aslında gelecekte bütün Türkiye’nin minnet duyacağı müthiş bir şey, bir harekette bulundu Fatih Akın

Sayfa-sütun arkadaşım, gazeteci kardeşim Aris Nalcı çok isabetli demiş, yıllarca yazıp anlatmaya çalıştığımız şeyi: Ermeniler, bu (soykırım hakkında) yüzleşmeyi, bir Türk (/ Türkiyeli) yönetmenden bekliyordu

 

12 Eylül 1980 darbesiyle, diyar-ı Frengistanlarda zaruri bir arz-ı endam etme serüvenine çıkarken, hem sinema eğitimi almak isteyen, hem Türkiyeli, hem de Ermeni kimliklerini taşıyan bir genç olarak; ‘soykırım üzerine nasıl bir film yapma’ fikri üzerinde sadece kafa değil, kol, bacak ve göz harcayacak, çaba sarf edecektim…

 

Son derece nahif hâlim, her alanda olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde de adım atmak ve onun belki de türevlerinden biri olan bir sorun, bir conflict yani anlaşmazlığı konu alan film yapmak için de, zamanın gelmesi gerektiğini, bilmeme engeldi o zamanlar…

 

Sadece Sovyet Ermenistan’ın değil, Sovyet Ermenistan’ın SSCB’nin tümüne armağan ettiği, sayıları (bu alanda) bir avuç kadar olan, Sovyet halk sanatçısı tiyatro-sinema sanatçılarından, Mher, F. Mıgırdiçyan ile Paris’in Jeunesse Arménien de France derneğinde çalışıyorduk.

 

Fransız Komünist Partisi’ne, neredeyse organik ama resmen manevi bağlarla bağlı, zamanın beynelmilelci, milliyetçiliğin neredeyse olmadığı, yurtsever, komünist, demokrat gençlerin, kültürel-sanatsal faaliyetlerde bulunan, Diyaspora’nın Konsomol’u rolünde dernekti burası…

 

Sovyet Ermenistan’ı, Ermeni Diyasporası’na, kendisine yakın dernekler üzerinden sanatçılar yollayarak, soydaşlarının asimile olmasını yavaşlatması amacıyla, kültürel destekler verirdi… Gündemindeki ilk sırasında kimlik korunması olan, Ermeni diyasporası için böyle etkinlikler nimetti adeta… Tanınmış bir sanatçıyla, üç ay boyu, bir piyes, bir koro, bir dans gösterisi için çalışmak, sonunda sahneye çıkmak, unutulmayacak izler bırakırdı Diyaspora insanı üzerinde..

 

Ulaşılması neredeyse imkânsız, o ülkenin (örneğimizde Fransa’nın) Ermeni asıllı dünya çapındaki sanatçılarla, bu sayede haşır haşır neşir olabilirdiniz Bu yönden de JAF derneğine çok şey borçluyum. O sanatçılar da, anavatandan gelmiş soydaş-meslektaşlarıyla buluşarak, içlerinde uyuttukları Ermeniliklerini bu vesileyle uyandırmak imkânı bulurlardı…  

 

İşte, bu konudaki ilk nahif çıkışımı, asistanlığını yaptığım (ilerde Ermenistan’a sinema eğitimi için gitmeme yardımcı olan) Mher F. Mıgırdiçyan ile (Fransa’nın o zaman, dünya çapındaki yönetmenlerden) Henri Verneuil (Aşot Malkayan) ile karşılaşmamızda oldu…

 

Öyle bir Ermeni Soykırımı filmi yapılmalı ki, Ermeni’lerin hayatlarını – kellelerini koltuğa alıp – belki kendilerine ırgat - hizmetçi yapmak için de olsa, neticede k u r t a r m ı ş, Türk ve Kürt karakterleri de olsun demiştim ‘pat’ diye… Üzerime yoğunlaşan bakışları, dudak büküşleri, sessizce ama Fransız orta sınıfından öğrendikleri, kafaları aniden sağ-sola sallama hareketleriyle, beni nasıl küçümsediklerini tarif edemem…

 

Pişmiş aşa soğuk su katmışlığım bununla kalmamış, hatta demiştim tamamıyla Ermenilerin hayatlarını kurtarmış Türk-Kürt-Çerkes-Laz-sivil-İslam din adamı, şehremini (kaymakam) zabit, mutasarrıf (vali) gibi insanlar üzerine inşa edilmeliydi film... Sonra Yahu Raffi yoldaş yeter, Allah’ını seversen, biz ne diyor, sen ne diyorsun, şimdi zamanı mı bunun mealinde homurtuların gelmesine kulak asmadan, aynı heyecanla gerekçelendirmeye çalışmıştım…

 

Hemen söyleyeyim… Ermeni Diyasporası’nın başka bir siyasi oluşumunda böyle bir sözü… söylemem dâhi imkânsızdı; söyletmezlerdi ya da söyledikten sonra, yaka paça dışarı atarlar, bir de damgalarlardı herhalde… Bugün şükür, çok sular aktı, hasbelkader çabalarımızla da, köprülerin altından. Yıllar geçtiğinde, onları anladım; oralarda doğmuştu çoğu, başka kodlara sahiptik… Onların konumunda olsam, belki onların tepkilerini verirdim, benim gibi zıpır biri İstanbul’dan gelip, ahkâm kesmeye kalkıştığında… Çıplak mantıkla düşündüğünüzde hak verilmez ama anlaşılırdı. Kısaca, bana tahammül ettikleri için, onlara teşekkür borçluyum.

 

Aynı Verneuil’ün, sonraları dostu olacaktım; Erivan’dayken o, 1991’de Mayrig, (Erm: Anne) ve 1992’de 588 Rue de Paradis olmak üzere, bir çift film yaptı bu konuda… Sevdik, tamam, Ermeni olmayanlar bile duygulandı, düşmanlık yoktu ama…. Hani tsı-tsı diye olumsuzluk iması yapan bir ses çıkarırız ya dudaklarımızdan bu coğrafyada… İşte öyle, bu o film değildi!

 

Sovyet Ermenistan’ın, son derece ihtiyatlı, cesur, yavaş-yavaş değişen dünya parametreleri ile frenlerini gevşeten ama yine de temkinli, genel SSCB dış siyaseti sürerken; 1977 yılında Henrik Malian, Nahabet filmini yaptığında, müthiş bir ilkti… Sovyet Ermenistan’ından gelmesi önemliydi… Çok önemliydi ama yine o film değildi işte…

 

Tabii, fiction yani konulu filmlerden söz ediyoruz, yoksa Ermeni Soykırımı üzerine yapılmış ilk (belgesel) filmin 1919’da Ravished Armenia adıyla, Oscar Apfel yönetimiyle, Aurora Mardiganyan’ın tanıklığı temelinde çekildiğini biliyoruz. 1928’de, Lille şehrinde yapılmış Bir halkın şahadeti anlamında Le martyre d'un Peuple belgeseli vardı.

 

1915’te sıcağı sıcağına, konulu bir film (dram) çekilmiş, J. G. Hawks ve Thomas Harper’in senaryosunu yazdığı, Reginald Barker’ın yönetmenliğinde The Despoiler (Châtiment) filminden söz etmiyoruz… Frank Keenan, Charles K. French, Enid Markey oynamışlardı

 

Tabii, 1930’larda ABD tarafından çekilmek istenen, sonra zannederim 1982’de Marsilya’da çekilen ama Türkiye’nin olağan üstü girişimleriyle engellenen, çekmecelerde kalan, ABD’de yine amatörce Musa Dağ ve nicelerden söz etmiyorum… Ya Türkler barbar ve Ermeniler kurban türü ilkel-eksik içerikli ya da hâlâ o olmayan filmlerdi

 

Atom Egoyan’ın Ararat’ı (2002), barbar Türkler-kurban Ermeniler anlayışını filmde bir başka film ile eleştirmesine rağmen; usta Egoyan bile olsanız, bir yerde düğümleniyordunuz işte… Mağdur taraftan-dördüncü nesil bile-olduğunuz takdirde, travma etkisini gösteriyordu

 

Türkiye’de kitap olarak, ilk evet ilk ciddi – nesnel yayınlar, rahmetli sosyolog –yayıncı Ayşe Nur ve eşi Ragıp Zarakolu’ların, Uluslararası Belge Yayınları’ndan, Yves Ternon’un Ermeni Tabusu diye çevrilmiş kitabı ve İletişim yayınlarından Taner Akçam’ın Türk ulusal kimliğinde Ermeni Sorunu kitaplarıydı. Bunlardan sonra, başta bendeniz, bir gün en iyi - en doğru filmin mutlaka bir Türk(iyeli) yönetmenden çekeceğini anlamıştık…

 

İşte 2015’e ramak kala, aslında gelecekte bütün Türkiye’nin minnet duyacağı müthiş bir şey, bir harekette bulundu, Fatih Akın… Bütün dünyaya (…) Ama en azından, bir Türk(iyeli)’ün yaptığı bir film de var Türkiye’de dedirtecek, can simidi bir iş yaptı…

 

Benim nahif halim mi? İflah olmaz şekilde devam ediyor, eh eskisi kadar olmasa da, hayli yontulmuş olsam da…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!

"
"