Anadolu denilince, Asya kıtasına dâhil olan, İstanbul’un Üsküdar ayağından ta Hakkâri-Kars-Hatay sınırlarına uzanan alan idrak edilir. Oysa Tarih-Coğrafya bilimindeki etki alanı ilkesine göre, Türkiye’nin tamamını Anadolu kabul etmek kabil! İstanbul’dan başlayan Trakya, yani Rumeli’siyle, efsane Marmara Bölgesi Anadolu’nun bire bir parçası değil midir?
Marmara-Trakya bölgelerimizi içeren Avrupa Yakası’nı da Anadolu olarak kabul etmenin doğru olacağı inancındayız. Gelin, yeni kavrama kolay intibak edebilmek için, bu bölgelerden bahsederken önüne En batı’yı ekleyelim..
Dolayısıyla, evet En Batı Anadolu’ya doğru yol almaktayız… Bir zamanlar, başta Ermeniler gayrimüslimlerin yazın rağbet ettikleri Çınarcık’ta… Devlet memuru olma yasağı yüzünden çocuklarını Kapalı Çarşı’da esnaf olmaya yollamış, eğitimi mütevazı, daha çok Anadolu’dan bir-iki kuşaktır göç etmiş Ermeni ailelerin tercih ettikleri yerlerdendi burası… Henüz Ermeni Toplumu içinde sınıf atlama göstergesi olarak, Prens Adaları’nda Proti (Kınalıada)’de kiralık ve tepelerde de olsa, bir yer bulup taşınılmadan önce mekân tutulan, şu meşhur Çınarcık’ta…
Nadya Hanımın da içinde olduğu Âdem Bey’in sürdüğü jeep’te sahilde ilerliyoruz. Amsterdam’dan Nadya Hanım, anne-baba, dede- ninelerinin 1920’lerde terk etmek zorunda kaldıkları topraklarla yeniden tanışma ve özlem giderme amacına yönelik, AB’den Ermeni turist grupları getirmek için Türkiye’ye geldi ve keşif mahiyetindeki ön gezimiz oldu bu.
Yalova, Adapazarı, İznik yöresindeki zamanında Ermeni nüfusun yoğun veya çoğunlukta olduğu köyleri (geriye ne kalmışsa) tespit etmek, sonra gidip yerinde bir Ermeni evi, kilisesi, hatta yıkık bir duvar, bir mezar taşı gibi bir iz bulmak için buralara gitmek istiyoruz.
Yalova’da bir tesadüf sonucu, Bulgaristan göçmeni, sempatik, zeki, çalışkan Nazire hanım ve kocası Âdem beyin işlettikleri altur Otel’ini bulmuş ve karargâh kurmuşuz bile.
Halk diplomasisinde ürettiğimiz Sevmek tanımakla başlar, tanımak ise gitmek-gelmek ile turizm sloganına ısınan Âdem bey’in arabası ve rehberliğiyle gezimize başlıyoruz.
Âdem bey Bu bölgenin özellikle Ermeni nüfusu üzerine kitap yazacak kadar araştırma yapmış tek insan diye önerdiği, Muhsin Sevencan ile anlaşmış; Çınarcık’ta ona gidiyoruz…
Muhsin Sevencan, niyetli olmanın yorgunluğuyla, gözlerini kısarak (…) Yalova’da Su gören (Çengiler), Lale dere, Kılıç köy ve bir de Şak-şak çiftliği kalmış; Ermeni yöreleri olmuşlar. Orhangazi’de, Ortaköy, Yeniköy, Çakırlı, Keramet; İznik’te, Yeni (Yukarı) Sölöz, Yeni Gürle, Karsak var… deyince, Nadya Hanım iyi niyetli ve safça (…) Buraları terk etmek zorunda kalmış anne, baba, dede, ninelerin çocuk, torunlarını, göremedikleri topraklara getirmek, tanıtmak istiyoruz açıklamasında bulunuyor. Yıllarca Türkiye’ye
Avrupalı getirdim, şimdi ise tematiğim var, Ermenilerin yaşamış olduğu yerlere, sadece Ermeni grupları getirmek istiyorum. Gelmekte ısrar edenlere Birkaç kırık duvardan başka bir şey pek göremezsiniz dediğimde; verdikleri cevap karşısında Tamam! Bu geziyi düzenleyeceğim dedim diyor.
Muhsin Hoca ise kâh bana, kâh anlamaya çalıştığı Nadya Hanım’a kâh Âdem Bey’e bakarak Peki onlar ne cevap verdiler ki, bu geziyi düzenleme kararını aldınız diye sorunca, Nadya Hanım, cevabı veriyor: (…) Atalarımızın doğup büyüdüğü havayı soluyalım, bize yeter dediler ve… işte bu geziyi nihayet yapma kararımı verdim.
Atalarımızın yaşadığı toprakların havasını soluyalım yeter!
Bu ifadenin, bir çığlık, yakarış, çoktandır tıkanıp kalmış bir yumruğun sanki aniden boğazdan azat olup fırlamasıymış gibi bir şey olduğunun pek farkına varamıyor Muhsin Hoca…
Bu arada kendisinden Yalova, ahalisindeki Ermeni köyleri hakkında aldığımız bilgilerden dolayı memnun olduğumuzu, bunlardan yararlandığımızı söylüyoruz. (…) Ama tarihin daha etraflıca araştırılacak bir alan olduğunu, isterse Müslüman-Türk doğmuş, araştırmacıların bu konudaki nesnel kitaplarını kendisine yollayabileceğimi de ekliyorum sözlerime.
Artık gitme vakti geldiğinden el sıkışıp ayrılıyoruz…
Muhsin Hoca’nın yazmış olduğu kitabı o akşam buluyoruz. Yalova ve Çevresindeki Ermeni Terör Olayları - Belgelerle - Daha ilk sayfadan Ermenilerin kökenleri hakkında bugüne dek hiç bir ciddi kaynak bulunmamıştır ifadesini okuyor, sayfaları çevirmiyoruz artık… Bir tebessüm doğuyor yüzümde… Ayrılırken, kendisine birden Karadenizli misin Hoca diye sorduğumu hatırlıyorum, şaşkın bakışlarla Nasıl anladınız? Evet, Of’luyum deyişini de… Gülümsüyorum, üniversite hocam, Prof. Faruk Bilici’nin Of’ta imam babasının camide nasıl Rumca vaaz verdiğini anlatmış olduğunu hatırlıyorum…
Yıllarca gönüllü sürgün yaşadığım Diyar-ı Frengistan’ın Fransa ayağındaki Paris güney banliyölerinden Alfortville kasabasının, 1921’de oralara canhıraş vaziyette kak atmış Çengiler Ermenilerince kurulduğunu biliyorum… İşte o Çengiler yani Sugören köyüne geliyoruz…
Bir hamamın duvarı kalmış sadece… Sıkça göreceğimiz gibi, boşalmış Ermeni köylerine, Bulgaristan veya Yunanistan muhacirleri yerleştirilmiş. Yani geçmişleri silinen insanların yerine başka bölge-yörelerde geçmişleri silinmiş insanlar yerleştirilip, yeni geçmişli insanlar türetilmiş. Geçmişten konuşabilir diye tanıştırdıkları insanlar bile pek bilmiyor… Anlatsalar da Almanya uyruklu Ermeniler(!), Almanlarla ülkeyi terk etmişler vb sözler söylüyorlar.
Tam bir kavramlar kargaşası Almanya asıllı Ermeniler…tam bir saçmalık, fantezi…
Ortaköy’de yine bir hamam yıkıntısıyla karşılaşıyoruz, Âdem Bey’in deyişiyle (…) Emek harcandığında, bir şey ortaya çıkabilir, bugünkü hali zor… Rumeli zekâ ve girişkenliğine sahip Âdem Bey Bir temizlense, bir yenileme yapılsa, Belediye ve devletin el atmasıyla eski veya yeni vatandaşların, yerli veya yabancı turistlerin ilgisini çekebilir diyor.
Sora- sora Bağdat bile bulunur misali, tarihe meraklı, eşya-taşlara aşina olduğu söylenen bir genci buluyoruz… Nihayet otuz yaşlarındaki temiz yüzlü genci bulduğumuzda… Evimin önünde bir taş tutuyorum (‘koruyorum’ anlamında), üzeri yazılı ama okuyamıyorum diyor. Neden tutuyorsun? diye sorduğumuzda, cevap veremiyor. Yunanca ya da Arapça olabilir, diye düşünüyoruz, zira yanlış referans vermelerle sıkça karşılaşıyoruz…
Gelin görün ki, tam bir Ermeni mezar taşı bu… Adını soruyoruz, Harun... Ama tekrarlayınca Aharon oluyor. Nadya Hanım’la gülüşüyoruz ama soyadını öğrendiğimizde, yüzümüzdeki gülümseyiş, yüzümüz - kadın berberinde mizanpli yapılmış saçların tutması için kullanılan - sprey sıkılmış gibi, donuyor adeta: Çur evet Aharon veya Harun’un soyadı Çur (1)
Eski bir Ermeni Mezarlığı varmış bunun altında dediği bir top sahasının önüne gidiyoruz. Top oynarken, sahada sadece siz ve karşı takım mı, yoksa hayaletler de mi oluyor diye sormuyorum... Top sahasının önünde fotoğrafını çekiyorum. Ayrılırken en iyi sende korunur diye o mezar taşını kendi evinde saklamasını salık veriyoruz; dinliyor ve taşı eve sokuyor…
Medz Nor Küğ’ü buluyoruz ve Hepimiz kovulmuş insanlarız nihayetinde!
Nadya Hanım’ın bu geziyi içselleştirmesinde özel sebebi de var. Hatta çocuklar gibi şen bir havada sürekli tekrarlıyor da bunu, sağda solda… Anneannesinin doğmuş olduğu Medz Nor Küğ yani Türkçe tercümesiyle Yeni Büyük Köy’ü arıyor… Zamanında Adapazarı içinde hâlbuki şimdi Anadolu’nun çok yerinde olduğu gibi, komşu bir ilin sınırları içinde belki…
Gerçi Yeni Köy diye bir isim verdiler; yine de temkinli davranmaya çalışıyoruz; Anadolu’da binlerce Yeni Köy var, dolayısıyla Yeni Köy adını duymak fazla heyecanlandırmıyor bizi…
Ramazan ya, zaten bir ağırlık var havada. yaz sıcağını unutmayalım... Ama ne iyi ki hava hiç rutubetli değil. Ne kadar yorgun olsanız, saat 06.00 / 06.30’da çivi gibi uyanabiliyorsunuz…
Jeep’imizle, sağda solda gezinirken, nihayet bir kahvede oturuyor buluyoruz Yeni Köy denen beldenin Belediye Başkanı’nı.. Nereden, hangi amaçla geldiğimizi, kimliğimizi öğrenince, yüzü aydınlananlardan Başkan İsmail Kozoğlu. Çok insanlarla karşılaşabiliyoruz, her türlüsü var… İstanbul, Paris, Erivan veya Batum’da da öyle değil mi? İnsan’dır önemli olan, öylesi veya böylesiyle de karşılaşabildiğiniz, eninde sonunda sadece insan!…
Yeşil gözlü, sevimli, biraz dolgunca, hayli sevecen Başkan’ımız yerinden fırlıyor, çerçeveye alınmış, bir gazete köşe yazısı ve A4 kâğıdına yazılmış bir belge çıkarıyor… Okuyoruz ve neredeyse Nadya Hanım’la birlikte bir çığlık atacağız: İşte bulduk!..
Başkan Kozoğlu, özellikle Nadya Hanım’ın duygulanışını, iflâh olmaz heyecanımı ve tabii sevgili rehberimiz Âdem Bey’in sevincini görünce, saklayamıyor duygularını. (…) Ne mutlu bana diyor. Bir başka insanı hoşnut etmenin, aradığı bir şeyi ona bulmanın, bizzat ne kadar mutlu olunacak bir şey olduğunu bilecek nitelikte bir insan, sevgili İsmail Kozoğlu…
Pazarköy Yazıları adlı köşesinde, Yaşar Polat, R. Kaplanoğlu’nun Bursa Ansiklopedisi I. cildinden yararlanarak Evvel Zaman İçinde Yeniköy başlıklı bir yazı yazmış… Medz Nor Küğ’ün işte bu Yeni Büyük Köy olduğunu buradan öğreniyoruz (…) Yeniköy, Cedid, Yenice olarak bilinen köy, Roma ve Bizans dönemlerinde de önemli bir yerleşim yeri olmuş, bir ara Büyük yeni köy olarak da anılmıştır diye yazıyor…
Bu köy hakkında kahve duvarındaki çerçeveye alınmış bilgilerde, hiçbir şeyden çekinmeden, sakınmadan, eziklik hissedilmeden (…) Yeniköy tarihindeki en önemli olaylardan biri, buraya XIX. Yy. ikinci yarısında yoğun olarak yapılmaya başlanan Ermeni göçüdür. Van’dan buraya yerleşen Ermenilerin etkisiyle Yeniköy, Bursa’nın büyük köylerinden olmuştur. 1895 yılında 4236’sı Ermeni, 136’sı Türk, toplam 4268 kişi yaşamış. Tabi Ermeniler, köy ekonomisinin oldukça canlanmasına neden olmuş. 1910’a gelindiğinde, nüfus 10 bini aşmış; o vakit Bursa’nın çoğu ilçesinde bile olmamış. 1895 Salnamesi’ne göre, köyde 1 cami, 1 kilise, 1’i Türk, 2’si Ermeni, 3 okul, 1 hamam, 1 gazino, 1 otel, 3 han, 120 dükkân, 12 yağhane, tabii bir hükümet konağı varmış. İşgal vaktinde Yeniköy de işgal kuvvetlerince nasibini almış, tamamen yakılmıştır… diye yazılmış olması, insana ister istemez ‘demek ki, istenirse yapılabiliyormuş dedirtiyor…
Ermeni adının, en ufak bir izinin bile, sanki özel bir çabayla yok edilmek istendiği koca bir coğrafyada, Ermeniler hakkında bu kadar açık, sarih, net ve önyargılılıktan ırak içerikteki bir bilgiler manzumesinin, üstelik çerçeveye alınıp, kahve duvarına asılmış olması, bence sadece Yeniköy’ün değil, ülkemizin genel onuruna da katkı sunuyor…
İsmail Kozoğlu’ndan Yeniköy’de belediye örgütlenmesinin 1880’lerde başladığını ve tabii Belediye Meclis Üyeleri hatta Başkanları arasında hayli Ermeni’nin bulunduğunu, bunlardan Başkan Şerif Ağa (1893-1895), Şerefhanyan Markar Ağa (1895-99), Stepan Şerefhanyan (1898-1903), Mıgirdiç Ağa (1903-1905) ve Melkon Şerefhanyan Ağa (1905-1908)’nın zikredilebileceğini öğreniyoruz…
Başkan bize yaşlı Halil amcayı tanıştırıyor… Halil amca bizimle tanışınca, daha birkaç yıl öncesine kadar yarenlik ettiği Ermeni dostlarını hatırlıyor ve… ağlıyor…
Başkan dâhil hepimizin boğazında bir yumruk, bir şeyler söylemek istiyoruz ama ağzımızı açmaya cesaret edemiyoruz sanki… Sonunda Başkan patlıyor: Hepimiz kovulmuşlarız, biz sizleri iyi anlarız... Bizler Yunanistan’dan kovulduk geldik, sizlerin kovulmuş olduğu yerlere yerleştik. Sizlerin gelişi, atalarınızın topraklarına kavuşmanız, sanki kendi topraklarımıza kavuşuyoruz gibi. Gelin! Siz duygulandıkça biz de duygulanıyoruz!
Halil amca ve Belediye Başkanı’yla ayrı-ayrı hatıra fotoğrafları çekiyoruz…
Devanı yarın...