11 Mayıs 2014

Cesur, inatçı, muzip, orijinal anneciğim ve ailesi…

1934’te, İstanbul ilçelerinde belli bir sınıfa mensup olunduğunda, insanlar birbirlerini tanır, her sabah aynı tramvaya biner, aynı yoldan geçer, selamlaşırlardı…

Babası, Hovhannes Efendi Hamamcıoğulları, soyadı kanunu çıktığında nüfus müdürlüğüne gitmiş; 21 Haziran 1934’te resmi gerekçeyle (…) Osmanlı devletinde soyadı kullanılmadığı için işlemlerde sıkıntılar yaşanmakta; dolayısıyla cumhuriyet bürokrasisinin iyi işlemesi için, olmasına rağmen, asıl Türkleştirme politikalarının parçası olan, her zamanki gibi hakiki amacın yönetmeliğinde saklı kanun gereği, Hamamcıyan soyadını değiştirmek için…   

Memur gözlüklerinin üstünden bakmış bir dakika müsaade edin efendim demiş ve gitmiş; birkaç dakika sonra Nüfus Müdürü gelmiş Hoş geldiniz Hovhannes Efendi, (memur) Kâmil bey soyadınızı Hamamcı diye değiştirmek istediğinizi söyledi; Hovhannes efendi, gelir günler, döner devran, sizinle daha başka konuşuruz inşallahNeyse, o kadar da değil Hovhannes Efendi, gel şunu hiç olmazsa Hamamcıoğulları yapalım demiş…

Singer Dikiş Makinelerinde, 55 yıl emekten sonra, memlekette özel sektörden emekli olma kanunu henüz olmayınca; bir Rum Ortodoks (Vartaliti bey), bir Katolik Levanten vatandaş ve bir de Hıristiyan Havari kendisi için TBMM’den kanun çıkmış ve 82 yaşında takavit… 

Tatavla’nın henüz (6-7 Eylül 1955 sonrası) Kurtuluş olmadan önce 55 yıllık mütercimlik ile biriktirdiği ve bir arkadaşı ile ortak satın alıp adını da – manidardır - İKTİSAT Apartmanı diye koyduğu beş katlı binanın sonradan, üçüncü katında kiracı olmuş, iyi mi?   

Konstantin sokak yani Baysungur olmadan önce, no: 65’teki bu apartman Varlık Vergisine (11 Kasım 1942’de, 4305 sayılı resmi gerekçesi olağanüstü servet vergisi, asıl cumhuriyetin ilk gününden beri sermayenin Türkleştirilmesi icabı olan) kurban gitmiş zira…

Nüfusun 800 bin olduğu, İslam dışı (Yahudi ve Hıristiyan) dine mensup vatandaşların çoğunluğu teşkil ettiği 1934’te, İstanbul ilçelerinde belli bir sınıfa mensup olunduğunda, insanlar birbirlerini tanır, her sabah aynı tramvaya biner, aynı yoldan geçer, selamlaşırlardı…

Şaşırmamak lâzım o halde; vicdan sahibi olunca, bir de mülayim bir vatandaş ise karşısındaki; Erzurum’un Hamamcıyan eşraflığından ta Saray hizmetkârlığına (Sultan Reşat’ın şehzade olduğu zaman) gelmiş bir dedenin torunu olan, Hovhannes Efendi’ye Nüfus Müdürü haliyle Hamamcı yerine (Osmanoğulları’nı çağrıştıran) Hamamcıoğulları soyadını önerebiliyordu... 

Ortaköy ve Üsküdar (İcadiye Mahallesi) arası gelgitlerden sonra, Tatavla’nın Konstantin sokağına ve oradan da Şişli’nin İskender sokağını mesken tutmuştu, anne tarafımdan dedem...

Annemin annesi ise Ortaköy’lü, arada bir Kartal’lılık da var, Düyun-u Umumi’de çalışan bir babanın kızı, Gomidas Vartabed’in öğrencilerinden, koroda şarkı söyleyen, Fransızca ve İngilizce özel dersler almış Mannik Beşiryan’dı…

Hovhannes Efendi ve Mannik Hanım’ın dört çocukları olmuş, 3’ü kız, 1’i erkek; erkek, iki buçuk yaşında ishal evet yanlış okumadınız ishalden (1924’te) veda etmiş hayata…

İşte böyle bir baba, anne ve ailenin tekne kazıntısı kızları olmuş, annem Rita…

Babam daha sözlü değilken anneme bildiğim bir balıkçı yeri var, oraya gidelim demiş; annem bozulmuş, ilk yemeğe balıkçı tezgâhına gidip, ekmek arası balık mı yiyeceğiz diye ama ses çıkarmamış ve bir de kendisini balık restaurant’ı Liman Lokantası’nda bulmamış mı?

Yemeğe oturuyorken, kapıdan anlı şanlı birisi girmiş, babam anneniz geldi galiba deyince annem hayır, o benim büyük ablam demiş… Galata-Bankalar’da İttihad-i Milli Ünyon Fransız-Türk Sigorta Acentesi’nden yangın sigortacısı Zıvart Vasiluhi 16 yaş büyüktü. Tam anne yarısı! Dedemin Şişli’deki evi almak için girdiği borçların altına cüssesi gibi yüreği de mangal haliyle giren, fedakârlıkla bibisinin Notre Dame de Sion’da Fransız eğitimi almasını sonra da öğretmen olmasını sağlayan anne yarısı, büyük teyzem…

Ya sinema yıldızlarına taş çıkartan esmer güzeli, masa düzeni, estetik zarifi Selma teyzem?

Anadolu’nun bazı yöreleriyle, Azerbaycan’da bizim hala sıfatının karşılığı olarak kullanılan bibi, ailenin en küçüğü olduğu için, baby anlamında anneme sıfat olmuş… Şimdiki olgun yaşında bazı öğrencileri bile bibi hoca derler ona, bazılarının da bibi teyzesidir

Doksan dört (94) yaşında öldü dedem, son iki yılını hiç görmeyerek, evin içinde def-i hacet, şuraya-buraya gitmek için, ben önüne atılır, iki omzumdan tutar, tren gibi yürürdük. Serde muziplik var ya, bazen bir yerine dört dakikada götürür, evin içinde döndürür, eğlenirdim… Dedeciğim ise ses çıkarmazdı ama sıkışık olduğu zaman Oğul bugün işimiz acele, kısa yoldan gidelim derdi, ben de anlar bir tatsızlık çıkmasın diye, kısa yoldan götürürdüm…

Annemin muzipliğinde, savaşın zor yıllarında sadece bibi yesin diye alınan tek bir muz gibi ufak şımarıklıklarla el bebek-gül bebek ama her şeyin değerini bilerek, mesela çul-çaputların birbirleriyle sıkıştırılarak yapılmış bebeklerle oynayarak yetişmiş olmanın payı da vardı tabi.

Zamanın çocuk tiyatrosu yazarı Adrine Dadıryan’ın grubunda, yıllarca Ses Tiyatrosu’nda (Pera’da) sahneye çıkmıştı… Fullbright bursu kazanarak ABD’ye gitmiş bir kız arkadaşı memlekete psikolog olarak dönmüş, heyecanla Amerika’yı anlatıyordu… İnsanların (araba ile yani açık havada gittiklerini atlamış olacak) sandviç yiyerek film seyretmeleri fikri çok hoşuna gitmişti annemin, bunu İstanbul’da uygulamaya kalmıştı… Hâlâ katılırız gülmekten…

İstanbul’un bugünkü Şişli ilçesinde, Orduevi karşısındaki Altınbakkal mahallesindeydik… Arada bir Müdür Şevket Bey’in mikrofondan Dr Hermon Bey acil hasta için rica ediyoruz diye anons ettiği ve babamın etmiş olduğu Hipokrat yemini gereği, film seyrederken bile kalkıp hastaya gittiği, AS Sineması’na Dr Jivago filmine gitmeye hazırlanıyorduk... Bu arada, Hipokrat’a bu kadar tutku ile bağlı başka bir hekime rastlamadım; daha başka şeyler de anlatabilirim ama bundan pek hoşnut olmayacağını bildiğim için yazmıyorum…

Sinema koltuklarına oturur oturmaz, annemin, içinde kırmızı soğan - lakerda olduğunu - iş işten geçtikten sonra anladığımız -  sandviçleri verip, bunları yemeye başlayınca Yahu kim yiyor, çıksanıza dışarı, bu ne koku be? seslerini duyar duymaz, karanlıkta dışarı fırlamıştık. Babamın Yahu Rita Allah aşkına, bu muydu orijinalliğin, rezil kepaze olduk çıkışına annemin saf-saf Ama Amerika’da öyle yapıyorlarmış diye cevaplamasını bugüne kadar hatırlarız…

Diğer yanda, Kayseri’de babam hekimlik yaptığında, ben altı aylıkken, bazıları (!) tarafından evimiz taşlanıyor, camlar kırılıyor, üzerimde cibinlik olduğundan, cam kırıkları gelmiyor ama yatak cam kırıklarıyla dolmuş, pencere önemli değil, ülke-topluma yönelik anne -  babamın canlarında kırıklar oluşmasına, zavallıların farkında olmadan yedikleri halt sonucu…

Yıllar sonra, İzmir (CHP) milletvekili Canan Arıtman’ın Cumhurbaşkanı’nın Ermeni asıllı olduğunu söyleyip, bunu olumsuz bir şeymiş gibi söyleme cüret(edepsizliğ)ini gösterince; İBB başkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu Kınalıada’ya gelince, onu Ermenice (ama Türkçe harflerle) Pari yegar (Hoş geldin) pankartıyla karşılamış, kameralar önünde konuşmuştum…

Sonuç?  O zaman oturduğumuz Kınalı ada’daki evimiz taşlanmış ve yine camlar kırılmıştı…

İşte, o zamana kadar Ne gerek var oğlum, durup dururken, her anlamda harcanacaksın diyen anneciğim; işte şimdi artık kaçarı yok, yerel siyaset için, git sonuna kadar! diyebilecek kadar cesur, inatçı anneciğim, muzip anneciğim, orijinal anneciğim, her şey için sağ olasın, emi?

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!

"
"