27 Mayıs 2014
Türkiye (Ermeni) Basını’nın çiçeği burnunda aktüel – magazin gazetesi LUYS kuruluşunun 1.ci yılını kutlamaya hazırlanıyor; 17 Mayıs’ta öngördükleri bu müzikli yemekli ve her anlamda renkli kutlama toplantılarını, Soma ihmal cinayeti münasebetiyle ertelediler. T24 yazarlarından, Raffi A.. Hermonn LUYS (ışık) Aktüel Magazin gazetesine davet edildi ve aynı zamanda uzman muhabirlik – yazarlık yapıyor… Geçtiğimiz sayılarda yayımlanmış bir röportajı T24’le paylaşıyorlar…
İyi okumalar…
http://www.luys.com.tr/735/ilkim-karaca-ile-roportajraffi-a-hermonn.html
Merhaba gençler ve daima genç kalanlar şiarıyla konserlerine başlayan, şark ve garbiyle, Anadolu Protest müziğinin ama ille de gelmiş geçmiş baba rock’çusu, Azeri-Alevi Mehmet İbrahim Karaca ile Ermeni-Hıristiyan İrma Felekyan Toto’nun oğlu Cem Karaca’nın fiziki olarak bizlerden ayrılışı 10 yıl oldu, 8 Şubat’ta
Kollarında gözlerini kapadığı, beşinci ve onu çok ama çok iyi tanıyanların deyişiyle, sadece eşi değil, çok şeyi olan, müzisyen İlkim Karaca ile kâh Büyükada’da, kâh dostlar ortamında görüşür ve sanki sevgili Cem Karaca’nın hasretini bir tür giderirdik…
Cem Karaca’yı Cem Karaca yapan birçok sırrı aramızda paylaşır ve kendisinin henüz zamanı değil uyarısıyla, yazmak için sabrederdik…
Getronagan Lisesi’nden ağpariğimiz, büyüğümüz ve hele 1977’de Ses dergisinin Liseler Arası Ses Yarışması’nda (ilk kez bir Ermeni Okulu benzeri bir yarışmaya girerek) Cem Karaca’nın Bugün Sen Çok Gençsin Yavrum şarkısıyla katılışımın tanıklarından ve daha o zamandan beni destekleyen Hovhannes Kürkçüyan’ın vasıtasıyla bu kez Bebek’te buluştuk.
Sevgili İlkim, zamanı geldi mi bazı konulara girmemizin? sorusuna, böyle cevaplandırıyordu telefondan, bir gün önce Profilo Kültür – Sanat Merkezi’nde güzel bir konseri sunmuş ve bir şarkı yorumlamış, müzik sevdalısı İlkim-İrma (!) Karaca…
Konser yorgunluğunu üzerinden atmadan, Karaca’ların dostu-muhasebecisi, Mali Müşavir, Hovhannes Kürkçüyan, fotoğrafçımız Ali Şirin Gültekin ile bendenizi kabul etti…
Sevdiğim Bebek’in yine sevdiğim mekânlarından Bebek Kahve de, hüzün, sevinç ve hayranlık duygularının sarmaş dolaş olduğu, tansiyonu yüksek bir konuşmaya daldık…
Birbirlerini özlemiş iki dost, ikide bir birbirlerinin sözünü ha bire keserler ya, işte öyle…
Altuni diye adlandırdığım – nedenini bilmem, intibaım bu olmuştur hep – bakışlarıyla, ama artık kendinden emin, her anlamda toparlamış ama dolu – dolu buldum İlkimi…
Dünya’da da, böylemidir bilemiyorum ama ülkemizde sanatçılar ve spor daha doğrusu taraftarlık ilişkisi bence başlı başına bir konu diye söze başladı İlkim ve ufacık, çok zarif, mavi ambalaj kâğıdına sarılmış, sarı kurdeleli, içinde tek lokumlu, bir kutuyu vererek… Önce Fenerbahçeli’yim, sonra balıkçıyım, daha sonra da şarkıcıyım derdi Cem demez mi?
Haydaa işte bilinmeyen yönlerini, dakika bir – gol bir, öğrenmeye başlıyorduk…
Velhasıl aldı sazı eline İlkim İrma Karaca…
- Başta menajeri yani bana, herkesle konser günü Fenerbahce nin maçıyla çakıştığı zaman tartışır, sinirlenir, kızardı. Çarşamba günleri maç günüydü (…) Kaç kere dedim Çarşamba günü konser koymayın yahu, kaç kez söyleyeceğim!’ derdi… (…) Efendim, salon tahsisi vs konseri organize etmek kolay değil, ancak bu gün uygundu açıklamalarınız nafile olurdu… (…) İptal edin efendim iptal edin!’ derdi… Hadi olmadı, televizyondan önce maçı seyredeceğim, ondan sonra konsere çıkacağım, trafik falan sıkıştı deyin derdi…
Bu arada, Hovhannes’ten sıkı Fenerbahçe’li olduğunu ama Galatasaray Avrupa şampiyonu olunca, kutlamak üzere sokağa çıkıp, coşkuya katıldığını öğreniyoruz. İlkim de sokakta bir Galatasaray taraftarının verdiği bir bilekliği, sürekli koluna taktığını ekliyor…
Balıkçılığının menşeini sorduğumuzda, meğer neler varmış?
- Efendim, Cem hakikaten balıkçıydı, bir gemiciydi, deniz insanıydı; nerede olursa olsun bir tekne gördüğünde, uzunluğunu hemen söyler, tipini, modelini, ağırlığını, hangi malzemeden yapılmış olduğu konusunda konferans verebilirdi ve tabii ayrıca sürekli okur ve araştırırdı, çünkü çok severdi denizi, balıkçılığı ve tekneleri. Çocukluğundan beri sürekli balık tutmuş, Sandalla dolaşmayı çok severmiş, dalarak midye çıkartmaya bayılırmış, zarganalardan balık yemi hazırlamayı çok severmiş, Fikret Kızılok’a mesela balık, tekne aşkını aşılayan kendisi. Balık burcu da Cem için çok önemliydi, zira annesi İrma Felekyan Toto balık burcuydu; ilk karısı Semra ve beşinci karısı ben de balık burcundandık, kendisi ise Koç burcundandı… Bakırköy sahilinde önce ufak, sonra büyük, daha sonra daha da büyük sandal, tekneleri olmuş… Kızılok’un cenazesinde Cem, oğlu Yağmur’a ‘(…) Eylül’e iyi bak!’ demişti, O da doğrusu Eylül’e iyi baktı, Eylül, Fikret Kızılok’un teknesiydi.
Cem Karaca’nın, aslında bal gibi bilinen ama konuşulması pek istenmeyen, ama insanın en can alıcı yönü olan, kimliğinin zenginliğinden bahsedelim…
- Hay-hay haklısın; özellikle anlatayım. Mehmet İbrahim Karaca’nın, daha sonra sahne adı Toto Karaca olan, İrma Felekyan’ın da ikinci evlilikleri birbirleriyle olmuş; Cem Karaca, Azeri – Alevi bir baba ve Ermeni – Hıristiyan bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Her ikisi de kendi inançları, kimliklerinde kalmış, birbirlerine asla engel olmadan, tersine kendi başlarına inanç-kültürlerini özgürce ama birlikte yaşayabilmişler. Fakat evet fakatı var, çocukları Cem konusunda – sanırım zamanın ülke, siyasal, sosyal ortamın şartlarının büyük payı var – babası resmen o çok sevdiği eşine neredeyse baskı uygulamış Hıristiyanlığı -Ermeniceyi öğretmemesini isteyerek! Yıllar sonra Cem bunları, annesinin yaşadığı acıyı, ruh dünyasını anlatmıştı bana, benim kendisini can kulağıyla ve hiç kendi yorumumu yapmaksızın, onun sözünü hiç kesmeden dinleyişime bayılıyordu… Cem, yıllar geçtikçe, düşündükçe, babasını çok sevip-saymasına rağmen bu yanlış tutumundan dolayı onu hep eleştirirdi. Bir annenin, çocuğuna, adı üzerinde ana dilini, üstelik baskıyla öğretemiyor olması veya gizlice öğretmesi ne acı bir şey değil mi? Hrant’ın öldürüldüğü gün oradan Ermenice öğrenme kitabı aldım, öğrenmek istedim, Ermenice şarkılar dinleyip söylemek istedim, zaten biliyorsunuz, ilk Ermenice türküyü Sareri hovin mernem / En yarin boyin mernem diyerek Ruhi Su hocamdan öğrenmiştim, Ermeniceye kendimi yakın hissediyorum
- Bilmez miyim? Ama ben Yeni Dünya’da vokal yaparken, Cem Karaca ile İleri Müzik İş Sendikası’nda Ermenice konuştuğumu hatırlıyorum…
- O kadarını öğrenmiş zaten ama normal akıcı bir şekilde annesinin istediği gibi değil. Zaten ne öğrenmişse, gizli öğrenmiş olması tam bir kahir… Cem’in anne tarafından dedesi, sonra teyzesi Roza Felekyan hep sanatçı olmuşlar, baba tarafından sadece babası tiyatro sanatçısı ve çok değerli tabii ki. Cem Karaca şarkı söyleme tarzım Ermeni tarafıma çekmiş, güzel Ermeni gırtlağı özelliğine borçluyum ve Ermeni-Azeri karışımı olmamdan mutluyum derdi hep. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Cem’e… Keşke Azeri ve Ermeniler birbiriyle geçinsinler, evlenseler ve senin gibi yetenekli ve değerli insanlar doğsa demiş… Annesi, Cemin Almanya yıllarından sonra ülkeye döndüğünde, ona bu gördüğünüz Ayp u Pen yani A B C kitabını almış, o yaşta oğluna-geç bile olsa-bu sefer Ermenice okuma, yazmayı öğretebilsin diye…
Cem annesine dermiş ki Anneciğim, babamla sana bilmeden meğer ne haksızlıklar yapmışız; babam Ermenice öğrenmemi yasaklayarak, beni açıkça engelleyerek ki bu aslında bir şiddet, insan hakkı ihlâlidir. Her şey cehaletten be anam, Yüce Yaratan bizi affetsin demiş. Yatak odamızda, başucunda Hz Ali’nin portresi ve anneciğinden kalma Hz İsa’nın doğuşunu tasvir eden güzel bir resmi vardı. Tabii ki onları hâlâ koruyorum. Cemin boynundan çıkartmadığı Hz.Ali kolyesiyle halini Hollanda gazeteleri İstanbul’da röportaj yaparken fotoğraflamıştı
- Robert Kolej’de, okulu kırdığında, babasına söylemesin diye, annesiyle kaçak-gizli Ermenice konuşurmuş, doğru mu?
- Tabii ki, nasıl doğru olmaz? Robert Koleji hatırlatman iyi oldu, bir şey aklıma geldi. Bazen hafta sonları cezalı olur çıkamazmış ve annesinin yaptığı, kofit dediği köfteleri özlermiş; annesi köftelerini yapar, oğulcuğuna götürür ve Robert Kolej’in bahçesinde anne oğul bir yandan kofitleri yer, beri yandan Ermenice şarkılar söylerlermiş… Ne kadar duygulu, tatlı ve bir o kadar hüzünlü değil mi? Hatta orada annesiyle bir ağaç dikmişler… Cem’le Aşiyan’da kışın evlendik, sonra bahar olunca bahçeyi dolaştık, ağacı aradı Cem ama o ağacın yerini hatırlayamadı. İrma Felekyan-Toto Karaca’nın hayatı beni çok etkilemiştir, hayranım, Cemin bana anlattıklarından, Cem’e yazdığı mektup ve fotoğraflardan tanıdım, Her anne çocuğunu sever ama İrma Toto Felekyan Karaca çocuğunu, işini ve eşini sevmiş; aşkına saygı gösterip, bir anlamda geri plana atmış kendisini, şaşılacak kadar müthiş saygı duyulacak bir hayat bence…
Ermenilerden özür diliyor ve teşekkür ediyor!
- 10.cu yılında, ölümünden sonra, üstlendiğin bir görevin var sanki
- Raffi’ciğim haklısın, Cem için çok önemli bir şey söylemek istiyorum… Cem bunu her ama her zaman söylüyor, fırsatını arıyordu; bulamadan ayrıldı… Dolayısıyla onun isteğini yerine getireceğim… Cem Karaca Ermeni Dünyası’ndan özür dilemek istiyordu. Yıllar önce dört Ermenice şarkıyı sevmiş, Türkçe sözler yazmış ama zamanın malum siyasi şart-ortamı… bir Ermeni bestekârın adını yazamamış, anonim diye geçirmiş veya kendi adını koymuş; bazı bestekârının adını bilememiş bile ama doğrusu araştırmamış da… Yıllarca utancını yaşadım, ruhumda bir ağırlık var derdi; Ermeni halkım, beni ve annemi ne kadar sevmiş ki bunu asla yüzüme vurmadı, onun için onlara hem özür, hem de bir teşekkür borcum var… diyordu.
- Teşekkürler İlkim, bari hangi şarkılar bunlar, söyleyebilir misin?
- Tabii ki, Töre albümünde dört şarkı… Sevda Kuşun Kanadında şarkısı aslında Harut Pambukçuyan’ın söylediği Seneler Geçti anlamında Dariner Antsan’dır. Ötekisi aslı Ah Merik olan şarkı Oy Töre olmuş, Al Ayloughs ise Dur Be Yeter ve Ay gibi demek olan Lusni Nıman, Dönen Dönsün olmuştur. Bartev Garyan’ın 2012 Mayıs’ındaki bir konserine davetli idim, sahneye davet edildiğimde söyledim, MESAM’da ve Hüseyin Emre Plak Şirketi’ne haber vererek düzelttirdim, burada okuyuculara ilk kez söyleme fırsatını buluyorum, senin sayende kıymetli arkadaşım Raffi’ciğim, ömrüne bereket…
- Sen bizlere emanetsin… Peki, Karabağ’da Talan Var’a ne demeli?
- Hatırlattığın için teşekkür ediyorum; bunun bir ninni olduğunu biliyor musun? Tahmin edemezsin tabii; Cem’in babası, çocukken, kulağına bu şarkının girişinde yer alan, serbest-uzun hava gibi söylenen kısmı ninni olarak söylermiş, iyi mi? Bir çocuğa Karabağ’da talan var / Ak gerdana saldıran var / Gözü yolda kalan var dizelerini nasıl ninni diye söylersiniz, tasavvur edin. Bunu bilmemiz ve üstünde düşünmemiz lazım bence; ama aynı Mehmet Karaca’nın Ne Ermenistan ne Azeristan, İstanbul olsun sana Huzuristan diye ninniler söylediğini de biliyorum, Cem hep anlatıyordu bana… Bence insanın kendi iç yolculuğunu, güvendiği insanla dertleşmesi, paylaşması ve adeta kitap yazdırır gibi notlar aldırması vardı aramızda; O’na çok saygı duyuyor, gerçek samimiyeti hissediyordum. Kendisini doğru tanımlamak -anlatmak isteği vardı, çünkü yanlış bilgilerle çıkan haberlerden çok yaralanmıştı. Hassas kalbi çok kırılmıştı.
- O’nun bilinmeyen şarkılarını gün yüzüne çıkarmak…
- Tabii, Cem Karaca şarkıları sadece Tamirci Çırağı ve Resimdeki Gözyaşları ya da Islak-ıslak değil ki. Kerkük Zindanı, Alamanya-Alamancılar, Almanca şarkıları, Almanya albümü, önemli sanatçıyla düet söylemiş olması mühim. Ülkem Benim, Şah-mat mı padişah mı?, Şeyh Bedrettin Destanı, Bosna, Peynir gemisi, Yağma sofrası, Yarım porsiyon aydınlık, Mor Perşembe, Maden Ocağı, İşte geldik gidiyoruz şarkıları unutulmamalı. Allah Yar ilahisi, Cem’in dini duygularını yansıtır… AIDS hastalığı için 1992’de Benim Adım İnsan şiirini yazdı, Bosna-Hersek için İngilizce yazdığı bir şiir var.
- Pekiyi, siz nasıl tanıştınız, bir de o semalara uçalım mı
- Uçalım tabii diyor gülerek… Martılar gibi mi, güvercinler gibi mi? Cem Radyo’da çalışıyordum, programıma konuk sanatçı davet ettim. Yiğit, centilmen, mütevaziydi, baktım, utana- sıkıla şiirlerini gösterdi; müthişti; Cem Karaca Şiirleri diye ikinci bir program daha yaptık, kâh kendisi, kâh ben okuduk, bir kaç şarkısını çaldık, yorum yaptık, çok mutlu olmuştu, Program’da ailesinin nerede gömülü olduğunu, kendisinin nerede gömülmek istediğini anlatmıştı daha ilk programda, kader bu işte! İkimizin de ortak arkadaşıymış meğer karikatürist Haslet Soyöz; tanışmamıza vesile oldu, daha ilk bakışta tanımak istedik, konuştukça dinledik ve hayatı paylaştık, böyle sevdik…
- Cem Karaca’nın çevresinde Ermeni dostları hiç eksik olmamış…
- Hiç eksik olur mu? Bir defa sevgili Hagop Ayvaz yakın aile dostuydu, anne babasının nikâh şahidi, Hagop dayday’ıydı onun, çok severdi; Hovhannes Kürkçüyan’a muhasebecisi olacak kadar güvenirdi; oğlu Garo Ayvaz’ın da nikâh şahidiydi… Sesçisi, Vartıvar’dı. Hrant Dink ile hatıraları vardı. Ruhi Su hocamızdı… Ondan çok etkilenmişiz ikimiz de. Nasıl şarkı söylemem gerektiğini İlham Gencer’den, ne söylemem gerektiğini de Ruhi Su hocamdan öğrendim derdi. Ruhi Su hocamız Van’da doğmuş, ailesini hiç tanımamış bir tehcir çocuğuydu. Hayatı ve başarısı bizi çok etkilerdi. Basketbolcu Garo, Garo Ayvazın kız kardeşi, şimdi Paris’te yaşıyor Sosi, annesi Arşaluys teyzemizi biliyorum, ben tabii benden önce görüşülen dostları bilmiyorum…
- Cem Karaca ve Kadınlar…
- Cem Karaca, Türkiye ve dünyanın değişik yerlerine gidebilmiş, şarkılarıyla, müziğiyle nice yerlere ulaşabilmiş ise tabii ki nice gönüllere ulaşacak, nice gönüllerle tanışacak, ilham alıp verecekti. Bence aşk-sanat için yaratılmıştı. Beş evliliği olmuş, birinci ve dördüncü evliliği aynı insan ile… Cem‘in nikâhlı 5 eşi şöyle: 1.ci eşi, Semra Özgür, 2.cisi Meriç Başaran, 3.cüsü Feride Balkan, 4.cüsü yine Semra Özgür, 5.cisi, bendeniz İlkim Erkan. Cem‘in sürekli söylediği, hayatında âşık olduğu 3 kadın şöyle: İlkim, Semra ve Alman nişanlısı Gisella. Semra’dan bahsetmekten gurur duyarım, Cemin vefatı sonrası, ikinci kitabımı, Fani Rubai kitabını yayına hazırladım ve Semra Özgür ve Cem Karaca’ya bizzat ithaf etmiştim.
- Haleflerin ile aranda tatsız olaylar da olmadı değil, değil mi?
Herkes, her zaman yer ve durumda kendisi gibi davranırmış, gerçekten gördüm ve anladım, Cem bana vekâletler vermişti, Bakırköy’de Karaca Apartmanı’ndaki 4 ve 5 no’lu daireleri müze yapıp, Kanlıca da kirada oturacaktık hatta iki kız çocuğunu evlat edinme hayali vardı, hayallerini gerçekleştirmek için ömrü vefa etmedi.
- Bir dakika, bir yenilik daha çıktı, nedir bu iki kız evlatlık hikâyesi?
- Bana, İklim bana bir kız çocuğu doğurabilseydin adını Irmak koyardım derdi; neden Irmak diye sorunca da, annemin adını İrma’yı maalesef koyamam ki bu memlekette derdi ağlayarak; İrma Fransızca IRMA yazılır, İ harfi büyük harf olduğunda nokta gider, böylece sonuna ‘k’ ekleyip IRMAK olur derdi… Bu duygu üzerinde, maalesef ciddi-ciddi durmak gerekiyor. Ali Talip Özdemir zamanında, sokağın birine annesinin adı konulmuş davul zurnalarla ama sonra gelen tepkiler üzerine tabela çıkartılmış… İşte benim de ikinci ad olarak İrma adı nı almamın sebebi bu…
Tamirci Çırağı’nda (…) Durdu zaman, durdu dünya… dediği gibi, uğultulu kahvede, kulaklarım sağırlaşıyor aniden; İlkim’le öyle bakışıyor ve devam ediyoruz söyleşimize…
- Tekne, aşçı uşak hizmetçilerle büyümüş Cem Karaca’nın solculuğu…
- Cem, kendisini Anadolu rock ozanı olarak tarif ederdi. Ansiklopediler, belgesellerde, araştırılmadan, hayatının ayrıntılarını bilen son eşine sormadan, bir şeyler yazılıyor ise… Cem adına, ülke, toplum için üzülüyorum doğrusu… Müzisyenlik-sanatçılığını diğerkâmlıkla birleştirmiş, ezilen halkların, insanların sorunlarına adamış, onların dertlerini şarkılarla dillendirmesi engel değildi ait olduğu sınıfa… Marifet buydu!
- Cem karaca 12 Eylül’den önce kaçtı! diye manşetler atılmıştı; kaçsa ne olurdu ki? Ama Cem Karaca hayır kaçmamıştı, o da ayrı tabii…
- Aynen öyle Raffi… 12 Eylül’den önce Almanya’ya konsere gitmiş, 12 Eylül olunca, hakkında dava açılmış, yurda dön demişler, o da gelişini ertelemiş, devlet de vatandaşlıktan çıkartmış, olay bu… Sonra daha neler, 1986’da Doğu Berlin’de Politik Şarkılar Festivali’ne katılmış; Bakıyor, festivale katılan ülkelerin bayrakları arasında Türkiye’ninki yok, vatandaşlığından kovulmuş olduğu ülkenin bayrağını ne yapıp edip astırıyor… Almanya’da maddi olarak zor günler geçirdiği yazılmamış mı? Ülke, halkının arasında olmaması zulüm ama Cem hayatını iyi kazanmış Almanya’da
- Bu arada Cem Karaca için yazılan şiir ve şarkılar var, değil mi
Hem de nasıl… Ölümünden sonra, Kurtalan Ekspres’ten Gür Akad, Cem Abi diye bir şarkı yazdı; ben da buselik makamında bir şarkı besteledim… Ömrüm, ömrümsün / Karda solan gülümsün / Ömrüm, yine ben senin uğruna ölürüm / Yalnız ben seni bilirim ömrüm / Yıllar – yıllar yok / Mahşerde yıllar yok / Ömrüm unutmam seni sevgim, yeminim / Mahşerde yine seninim / Ömrüm, ömrüm, ömrüm
……………………………………………………………………………………………….
- Son gününe kadar, yanında hakiki dost olarak bulunanlar
Ermeni dostlarını söyledim zaten, ayrıca Kurtalan Espres’ten Gür Akad, sonra Nevzat Yılmaz, Zafer Şanlı, Aydın Şeref, Taner Ayan, bunlar Cem’in sanatçı ama yakın arkadaşları… En son orkestrası Yol Arkadaşları, Cem’i çok ama çok memnun ettiler, bir dediğini iki etmediler, hepsinin yolu açık olsun diyor sevgiyle…
Cem, Atatürk, tarih ve birçok ama birçok, kavram, isim ve gerçeklik konu olduğu zaman, kelimesi kelimesine şöyle derdi: Her gösterilenin ardında, görünmeyen ama görünmesi gereken bir gerçek vardır…
Gerçek aynanın arkasındaki sır gibidir, o sırrı kazımak lâzım, bir alaşım mozaik değildir; Türkiye’de yaşayanlar mozaikten ziyade. Laz’ı, Çerkez’i, Ermeni’si, Süryani’si, Türk’ü, Kürt’ü, Rum’u herkes…
Başkaları mozaik diyor ama ben alaşım diyorum. Zira mozaiğin arkasını kazıyınca bir şey çıkmaz, mozaik homojen değildir, ama alaşım homojendir derdi. Her şeyin zamanı, her çekilen acının mutlaka sebebi var, başka gerçeklere yol açacak derdi.
Konya’da Mevlana Hz.ini ziyaret ettiğimizde, havalanıyorum, ayaklarım yerden çekiliyor, yavrum ben erdim, hazırlan ben öleceğim, gidiyorum dedi ve bir yıl sonra aramızdan ayrıldı…
Babam 7Nisanda Hakka yürüdü ben de 7, 8, 9, 10 gibi giderim Allahin huzuruna der dururdu, 8 Şubatta Hakka yürüdü, mekânı cennet olsun…
Söyleyecek çok sözümüz var Cem baba, Asdvadz ku hokit lusavore (Tanrı ruhunu aydın kılsın!)
Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…
Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi…
İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!
© Tüm hakları saklıdır.