Strasbourg
25-29 Aralık tarihleri arasında, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi (AKPA)’nin 2016 yılı, Kış Dönemi, İlk Toplantıları izliyoruz…
Son ana kadar, neredeyse ertelendi ya da ertelenmedi söylentileri (dikkat ‘söylentiler’ diyoruz sadece) ile çalkalanan (kısaca) Karabağ Oturumu nihayet yapıldı ve…
Türkiye ve dünya sineması bir kişi veya ailenin ya da daha kalabalık bir grubun kaynağının kendi toprağında olan suyu komşu tarla veya köye ya da daha büyük bir alana – coğrafyaya akmasını önlemek amacıyla yaptığı engellemeler ve dolayısıyla doğan (conflict) anlaşmazlık hikâyeleriyle doludur… Susuz Yaz filmini en azından hatırlarsınız…
Dağlık Karabağ’ın da sanki böyle bir harekette bulunduğu suçlamasına dayanan bir rapor ile alenen tekdir edilmesi (hatta bazen olduğu gibi Bakanlar Kurulu’ndan da, tavsiye kararı olsa da adı) yani ciddi şekilde uyarılması talep ediliyordu.
Ama işte Hagop’un kazının ayağı öyle değildi…
Zaten Hagop’un kazının ayağını hissetmek, fark etmek veya gözlemlemek için ta buralara kadar geliyor bu kadar insan; yoksa internetten haberler alınır ve olduğu gibi yayınlanır biter.
Demokrasi, sosyal-siyasi konular komisyonu adına, İngiltere’den Robert Walter’in, Avrupa Gözlemciler Grubu ile hazırladığı Rapor’da, Yukarı (Dağlık) Karabağ’ın kaynağı kendisinde olan içilecek suyun Aşağı Karabağ’a yani akmasını engellediği anlatılıyordu.
Konuya vakıf olmayanlar için anlatalım…
Kafkasya’nın (aslında anlaşmazlığın doğmasına neden) çok bereketli bu Karabağ coğrafyasında, Yukarı yani Dağlık Karabağ denilen yerde 1991’den itibaren % 99,99’u Ermeni ve toplam 130 bin kişinin olduğu bir nüfus var. Aşağı Karabağ’da ise % 90’ının Azerilerden oluşan bir nüfus…
Kısacası, kabaca söylersek, Karabağ Ermenileri, çeşmenin başında musluğu tutup, suyun Azeri komşularına akmasını engelledikleri suçuyla itham ediliyor ve bunun Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi tarafından telin edilmesini istiyordu. Genelde, benzeri durumlarda, bir de (yukarıda dediğimiz gibi) ayrıca Avrupa Parlamentosu Bakanlar Kurulu tarafından uyarılması – tekdir edilmesi de talep edilir ama böyle bir talep şimdilik yoktu.
Rapor kabul edildiği takdirde bu yapılacaktı…
Militsa Markoviç, Jordi Khukla, John Howell, Lotto Johnson Fornarve, Axel E. Fischer, Doris Barnett, Rudy Salles, Rene Rouquet, Atilla Tilki, Armen Rustamyan, Rafael Hüseyinov, haliyle bu Rapor’un kabul edilmesi ve edilmemesi yönünde görüş bildirdiler.
Sonunda kabul edildi…
Kabul edildikten sonra, amandement denilen yani madde-madde, hangi paragrafta hangi kelimenin yerine hangi kelimenin kullanılması gerektiği filan oylandı; kâh bazı paragraflar vurgu yaparken, kâh başka paragraflar hafifletiyordu…
Tabii, bu artık meselenin makyajı, bürokrasisi, kırtasiyesi ile ilgili…
Fransızların deyimiyle koyunlarımıza dönelim (Revenons a nos moutons) hani (asıl) konumuza dönelim anlamında…
Hangi baskı, hangi gayri insani şartlara mazhar olunursa olunsa; su gibi bir insan için (tüm dinlerce) kutsal olarak kabul edilen maddenin tekelleştirilemeyeceği ve paylaşılması gerektiği ilkesini tabii ki anlarız.
Anlaşılması zor olan ise, başta Karabağ sorunu olmak üzere Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinde var olan tüm sorunları irdelemek, incelemek ve daha aktif bir şekilde takip etmek amacıyla zaten MİNSK Grubu adında özel bir grup var olduğuna göre, konuyu sanki bu grup hiç yokmuş gibi, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’ne taşımaktı…
Bilmeyenler için kısaca söyleyelim…
Minsk Grubu, Azerbaycan - Ermenistan devletlerinin Karabağ sorununa barışçıl bir çözüm bulmaları için, 1992’de Avrupa Güvenlik - İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından kurulmuştur.
ABD, Fransa ve Rusya eş başkanlar seçildiler.
Azerbaycan ve Ermenistan ve tüm ilgili ülkeler, doğrudan / dolaylı tüm kurumlarla yapılan görüşmelerin sonuçlarını Minsk Grubu’na bildirmekle yükümlüdürler.
ABD, Fransa ve Rusya'dan eş başkanlara ek olarak, grupta Belarus, Almanya, İtalya, İsveç, Portekiz, Hollanda, Finlandiya, Türkiye ve sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan yer almaktadırlar.
Kısaca, çok olağanüstü durumlar dışında, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, hele o konu için özel grup kurulmuşken, grubun görevi olan bir konu için, rahatsız edilmesi, pek teamüllere uygun değildi…
O zaman, neden mi gündeme alındı ve hatta bir de üstüne üstlük Rapor kabul edildi?
İşte zurnanın zırt dediği yere geldik…
Suriye ve burayı bahane ederek, uluslararası siyasi-askeri-stratejik arenada beklenmedik çıkışıyla gündeme oturan Rusya’ya - onun arka bahçesi olarak kabul edilen ve Rusya ile son zamanlarda hayli sıkı fıkı ilişkiler içinde olan Ermenistan üzerinden -ufak bir uyarı verildi…
Peki, normal şartlar altında, asamble aritmetiğine göre böyle bir uyarı geçebilir miydi?
Hayır, zira Rusya’nın parlamenterleri eğer oy kullanabilseydi, bu uyarı yine geçmezdi…
Ve Rusya’nın buradaki parlamenterleri, bir yılı aşkın bir süredir, Ukrayna krizi nedeniyle (tıpkı 12 Eylül 1980’de Türkiye parlamenterleri gibi), ikinci bir karar değişikliğine kadar, oylama yasakları olduğundan, oylamaya katılamıyorlar…
Son anda, bir de siyasi - kültürel etkinlik...
Türkiye parlamenterler heyeti üyesi, Ertuğrul Kürkçü (HDP)’nün destekleriyle, Sayın Songül Özbakır’ın prodüktörlüğünde, Sayın Hacı Orman’ın yönetmenliğinde Homo Politicus adlı kısa bir kurgulu film izledik…
Tarihte, Almanya toplumu üzerinde bilgisiyle hayli etkili ve 1915'te Ermenilere yapılanları görüp değerlendirerek, İttihat ve Terakki yöneticileriyle ''bu yanlış siyasetten acilen vaz geçmelerini'' şahsen isteyecek kadar angaje, cesur bir teoloji uzmanı olan Johannes Lepsius'un Enver Paşa ile arasında geçen bir diyalogun konu aldığı film, salonda bulunanların ilgisini çekmeyi başardı.
Soykırım kavramının, Ermeniler için henüz hukuken kabul edilmediği ile 2002’de Hukuk’a Geçiş Komisyonu’nca (aksine) soykırım kıstaslarına uyduğu ancak TC’nin bundan sorumlu tutulamayacağı kararının hatırlatıldığı bir tartışma ortamı yaratılabildi.
Strasbourg’un tarihi tecrübesi, soğuk ama ısıtan güneşinden, öğreneceklerimiz ve ısınacaklarımız var…