03 Eylül 2016

Vedat Türkali'nin ardından...

Ölüm, yaşamı sahiden bitirebilir mi? Bekle bizi, geleceğiz arkandan!

“Güven’i okudun mu? Benim en iyi romanım.”

Karşılaştığı istisnasız herkese müşfik ve meraklı bakışlarla bu soruyu sorardı. Olumsuz yanıt almaktan hiç hazzetmez, yüzünü buruşturup arkasına yaslanırdı. İngiltere’de 12 yıl boyunca inzivaya çekilerek, Komintern arşivlerini titizlikle tarayıp her kelimesi için büyük emekler harcayarak yazdığı Güven’i herkes okusun ve Türkiye’yi 1960 darbesine sürükleyen içtimai koşulları tek tek öğrensin istiyordu.

Hiç yaşlanmadan gitti bu dünyadan…

“Bana dede diyebilirsin,” demişti tanıştığımızda. Ertesi gün öğlen yemeğine davet etmişti, 12 gibi yiyoruz, diye eklemişti. O günden sonra ne zaman gönlüm sıkışsa, hayatla arama biraz mesafe girse, kapısından içeri adımımı atar atmaz huzur bulduğum o eve gittim, dizinin dibinde oturdum, o anlattı, ben dinledim. Bir keresinde “Benim romanlarım film gibidir, olaylar okudukça gözünün önüne gelir. Bunun sırrını vereceğim sana,” demişti. Uzun uzun anlatmıştı. Sonraki birkaç gidişimde ricamı kırmamış, söylediklerinin zihnime iyice yerleşmesi için sabırla tekrar etmişti. “Keramet sırda olsa herkes sizin gibi büyük romanlar yazardı dede,” dediğimde ise çocuksu gülüşüyle karşılık vermişti.

Yazar, şair, senarist, devrimci Vedat Türkali’den başka bir Vedat Türkali tanıma onuruna nail olanlardanım. Her gidişimde elini öperdim, alnıma koymama katiyen izin vermez, elime çabucak bir öpücük kondururdu. 

İnsanı hudutsuz bir coğrafya gibi engin ve derin bir algılayışla tüm hücrelerine kadar görürdü. Deruni bir mahcubiyetle saklanan düşünceleri insanın kirpiğinin ucundan okurdu. Hayatı ve insanı anlamanın meşakkatli bir sergüzeşt olduğunu, böylesi bir derinlik bilinci kazanmanın sabır ve içgörüden geçtiğini ondan öğrendim.

Kimilerine göre huysuz ve sert bir adamdı, çünkü haksızlığa asla gelemez, lafını söylemekten kaçınmaz, sözleriyle taşı gediğine oturtur ve ilkelerinden taviz vermezdi. Kendini ve etrafında olan biteni tarafsız bir gözle sürekli muhakeme eder ve son kertede doğru bildiğinden şaşmaz, ancak iç görüsünü hep muhafaza ederdi.

Hayatı sürekli bir yenilenme safhası olarak gördüğünden olsa gerek zamana ayak uydurmakta hiç zorluk çekmedi. Her gün gazete okumaya, güncel siyaseti takip etmeye, ülkenin kadim sorunları için çözüm üretmeye, ezber bozan fikirler sunmaya devam etti. Hayatla ilişiğini hiç kesmedi Vedat Türkali. Günlük işlerinde disiplinliydi, yemeğini muntazaman saatinde yerdi, kültür- fizik hareketlerini aksatmazdı. Hayatı hassas bir saat gibi yaşadı.

Bir Gün Tek Başına’daki “Baba” karakteriyle ölümsüzlük kazandırdığı Hikmet Kıvılcımlı’dan miras aldığı alışkanlıklarından ömrü boyunca vazgeçmedi. Şarap dışında alkol almazdı, o da özel günlerde bir iki kadeh. Hayatta akıllıca iki iş yaptığını söylerdi: Sigarayı ve şiiri bırakmak. “Yahya Kemal varken insan şiir yazmaktan ürker,” demişti.

Kürt ve Türk halklarının birbirlerini tanıması, anlaması ve benimsemesini can-ı gönülden istiyor, bunun için elinden ne geliyorsa yapmak için azami gayret sarf ediyordu. Mehmet Uzun hayattayken onunla beraber bir roman yazmak istedi. Mehmet Uzun Kürtçe, kendisi Türkçe yazacak, sonra Mehmet Uzun’un yazdığı Türkçeye kendi yazdığı Kürtçeye tercüme edilecekti. En büyük arzusu evvela kanın durması, barışın söz sahibi olması, sahih bir demokrasinin gelmesiydi.

Son romanının adını “Bitti Bitti Bitmedi” koyması boşuna değildi.

Onun sayesinde nice onurlu ve yürekli sanatçı ve aydınlar tanıdım, sofrasına konuk oldum, acı kahvesini içtim. Bu sene 97. yaşını birlikte kutlamıştık: Akın Birdal, Nazım Alpman, Suavi, Ufuk Uras, Gülten Kaya, Bilgesu Erenus, Menderes Samancılar, asistanı Sebahat Altıparmakoğlu, doktoru Özgür Akın Oto, yardımcısı Nermin Çiçek…

“Şu romanı bitireyim, sonra bir roman daha var aklımda…” diyordu. “Daha yüzüncü yaşını kutlayacağız dede,” diyerek sözünü keserdim. Yeni romanı “ Bataklıkta Dağ Güneşleri” üzerine çalışıyordu bir süredir.  

Bir gün bile yüzünü asık görmedim. “Mutsuz olmaya vakit yok,” demişti. Mezarı başında konuşan eski dostu Sevim Belli’nin dediği gibi oyun etti sanki bize.

Ölüm, yaşamı sahiden bitirebilir mi? Bekle bizi, geleceğiz arkandan!

Bir gün tek başımıza…

@nardogu

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"