Artık hiçbir şeye şaşıramayacağımı zannettiğimde, hayatı köşelerine kadar kanıksadığımda, rica minnet kendimi bu ıssız, gölgesiz, kuytusuz dünyaya kabul ettirdiğimi umduğumda, yaşamanın yerini sağ kalmaya şükretme aldığında yeni bir duvara daha çarpıyorum. Eskisinden daha kalın, daha koyu, daha yalnızlaştırıcı bir duvar. Duvar kelimesinin bütün imgeleri duvar oluyor karşımda... Kendinden başkası üzerinde fazla durmayanların, başkasını bir yük gibi görenlerin, mutluluğu ve huzuru sadece kendisi için isteyenlerin olduğu bir coğrafyada kardeşlik türküsü söylemek, bir ‘arada’lık kültürüne inanmak, geleceğin ortak akıl ve ortak vicdanla inşa edildiği, umudun teskin edici tarafına sığınıldığı, yalanın ve riyanın geçer akçe olmadığı günlere dair pırıltılı, ‘neşe’li, hisli hayaller kurmak beyhude bir çabadan öteye gitmiyor. Gitmiyor mu sahiden?
Şaşkınlık bir yaşama biçimi halini aldı. Moda ifadeyle bir yanda hayaller bir yanda hayatlar...
Bugüne kadar bu ülkede Türk kimliğini kabul etmek yerine öz kimliğini korumayı tercih etmiş herkese potansiyel bölücü ve terörist olarak bakıldı. Hak ve hukuk mücadelesi, barış talepleri, en insani ihtiyaçların giderilmesine yönelik beklentiler güvenlik sorunu olarak algılandı. ‘Öteki’nin varlığı daha azla yetindiği, daha aşağıya rıza gösterdiği, ‘egemen’in belirlediği had ve hududun dışına çıkmadığı müddetçe kabul edilir ve görülür oldu. Kürtleri ülkeden kovmak istediler, olmadı. Meclis’e girmelerini engellemek istediler, olmadı. Tek çare onları yıllardır üzerlerinden atamadıkları o haksız yaftayla damgalayıp susturmak kalmıştı. Bir Kürt sözde vatandaş oldu, terörist oldu, ama hiç “insan” olarak görülmedi. Renk körlüğü gibi değer körlüğü var bizim ülkemizde. Nasıl ki bir renk körü bir rengi başka bir renk olarak görür, bizim insanımızın kökleri ırkçılığa, milliyetçiliğe uzanan karmaşık zihniyeti her kavramı birbirine karıştırıyor. Siz böyle bir yaşam, böyle bir ülke, böyle bir gelecek mi ummuştunuz? Artık hangi ortak paydada el ele vereceğiz sözün bütün damarlarını tıkamışken? Hangi göğün altında birlikte şarkılar söyleme umuduyla bir hayali yeşertip diri tutacağız? Hangi eli tutup, hangi ele karanfil vereceğiz? Ve karanfil elden ele diyerek.
Varlığını inkar etmekten yok etmeye kadar uzanan bir devlet uygulaması karşısında Kürtler daha ne yapsın?
Güvenlik ve demokrasi arasındaki çetrefilli ilişki kaçınılmaz bir soruyu aklıma getiriyor. Bir kg pamuk mu daha ağırdır yoksa bir kg demir mi? Aslında ya/ya da ikilemini kıyasıya duyumsadığımız bir hayat pratiğine mahkum olduk. Özgürlük ve şiddet arasında, refah ve para arasında, sevgi ve emek arasında karşılaştırma yapmaktan, birini diğerinin sonucu veya nedeni saymaktan, hangisinin önceliği olduğunu tartışmaktan bitap düşmüşüz.
Almadığınız neyimiz kaldı? Çaresizliği enine boyuna kavratmak istiyorsunuz, dilimizde tüy bitti demeye dilim varmıyor ama dilimizde tüy bitse de sizin o nakarat sandığınız kısmı söylemeye devam edeceğiz. "Barış" diyeceğiz, “İnadına Barış!” Sizin lüks gördüğünüz, lütuf sandığınız her insani ve temel hak adına önce Barış diyeceğiz.
"Ülke bölünmez bir bütündür" diye diye bu ülkeyi siz böldünüz. Biz evvela fikirde, niyette, histe ve düşte bölündük. Ve sessiz kalan, kılını kıpırdatmayan herkese sormak istiyorum. Bu esaret, bu vazgeçiş, bu boyun eğiş mi kendinize reva gördüğünüz?
Dokunulmazlıkların kaldırılması devletin Kürt dersinden sınıfta kaldığının göstergesi. İyi niyetli bütün yaklaşımları suistimal ettiğinin resmi kanıtı. Sen şiddet kullanmakta bu kadar haklısın ben bu kadar haklıyım muhasebesine girişmek gerçeğin üstünü örtmek demek. Gerçek yerle bir olan şehirler, yerinden yurdundan edilen yöre sakinleri, Kürt veya Türk fark etmeksizin öldürülen insanlar. Gerçek yaşama sevinci öldürülen ve güveni kırılan bir halk, sürekli kılıfına uydurulan yasa ihlalleri, paramparça edilmiş bir gelecek umudu.
HDP bu durumu Anayasa mahkemesine taşıyabilir, ancak 59 HDP’li hariç 52 milletvekiline ihtiyaç var. Öyle bir durumda kim olurdu acaba o babayiğitler? Ya da öyle bir destek çıkar mıydı?
Umut işte fakirin ekmeği.
@nardogu