21 Ağustos 2012

Savaştan önce yüzü var mıydı onu savaşa gönderenlerin gözünde?

Joseph Bonham . Babasının heveslendirmesiyle, demokrasi adına askere yollanan genç bir erkek. Cephede yolunu şaşırıp bir çukura girer

Joseph Bonham . Babasının heveslendirmesiyle, demokrasi adına askere yollanan genç bir erkek.  Cephede yolunu şaşırıp bir çukura girer. Aynı çukura iki defa bomba düşme ihtimali az olduğundan güvende olacağını sanır ama yanılır. Kolları ve bacakları yoktur artık. Ne saçı ne yüzü vardır. Gözleri de dâhil, suratı tamamen yok olmuştur.

Gözlerini açtığında bir hastane odasında kıpırdayamadan yatmaktadır. Hayatını idame ettirebilmek için gereken tüm uzuvlarını yitirmesine rağmen dimağı apaçıktır, her şeyi fazlasıyla hatırlamaktadır; geçmişini, ailesini, kız arkadaşını. İntihara teşebbüs eder. Ama bunu yapabilecek güç ve imkândan bile yoksundur. Nefesini tutup ölmeyi dener, ancak başaramaz. Fizikî hareketsizliğine rağmen zihninin işleyiş hızı inanılmazdır. Daha önce hiç cesaret edemediği kadar düşünür. Ne de olsa düşünmek savaşmaktan daha zordur. Er Johnny. Yüzü olmayan adam. Savaştan önce yüzü var mıydı onu savaşa gönderenlerin gözünde?

Şu an Almanya'da bir fabrikada bir isçi kadın üzerinde benim adımın yazdığı mermiyi hazırlıyor. O benim mermim, üzerindeki seri numarası bana ait!

Böyle diyordu er Johnny. Hayal ve gerçek arasında savrulan ruhunu yatıştırmak için düşünmekten, hiçbir anlamla bağdaşmayan “savaş” hakkında düşünmekten başka çaresi yoktu. Nefes borusu ameliyatı geçirmesine rağmen konuşamıyordu. Doktoruyla iletişime geçmeyi, başını mors alfabesine uygun sertlik ve serilikte yastığa vurarak başarmıştı. Ona merhamet duyan bir hemşireden başka arkadaşı yoktu. Demokrasi, diyordu. Demokrasi , genç erkeklerin başkalarını öldürmelerinden başka bir şey değildir.

Dalton Trumbo 1938’de Johnny Got His Gun adlı romanını yazdığında ne ertesi yıl yayımlandığında En Özgün Yapıt dalında Ulusal Kitap ödülünü alacağını tahmin ediyordu ne de Maccarthy döneminde çağdaşı Elia Kazan ile birlikte kara listeye alınmasının ardından, tam 33 sene sonra en büyük hayalini gerçekleştirip romanını filme çekeceğini. Donald Sutherland’ı şöhrete kavuşturan  film, FIPRESCI  ve  Grand Prix Özel Jüri ödüllerini kazanmıştı.

Yıl 1988. James Hetfield ve  efsanevi davulcu Lars Ulrich kafaya kafaya verip, çok etkilendikleri filmden ilham alarak One şarkısını yazıp bestelediler. Şarkının sonunda James Hetfield   dört  oktav sesiyle şöyle diyordu: Left me with Life in Hell/ Beni yaşamla cehennemde bıraktı.

Timothy Bottoms’un oynadığı  er Johnny ise filmin sonunda, kitabın aksine, cılız bir sesle yardım istiyordu:  S.O.S. / Help me

Yıllar evvel izlediğim bu film bugünlerde sık sık aklıma geliyor. Savaş üzerine insanın kendini suçlamadan konuşabilmesi zordur. Savaş karşıtı bir tutum sergilerken savaşın ortak aklına hizmet ettiğini fark edemeyenleri görünce, izlediğim en sarsıcı savaş karşıtı filmi,  Johnny Got His Gun’ı  herkesin izlemesini diliyorum sanatın düşüncelere yön verebileceği umuduyla.

Not: Filmi veya kitabı satın almak isteyen Kadıköy’deki Sahafçılara gidip şansını deneyebilir. Koza yayınları tarafından “Savaş Bitti” adıyla yayımlanan 1973 baskısını belki bulabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"