1 Mayıs, 1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı! Her sene olduğu gibi, 1 Mayıs yaklaşırken dilimde dolandı malum melodi. Vapurdaki insan seline bakarken, köşe başındaki dilenciye para verip vermeme ikilemi yaşarken, vitrine yapıştırılmış “Eleman Aranıyor” yazan ilana gözüm iliştiğinde, mülteci bir çocuk gözlerini gözlerime dikip bilmediğim bir dilde bir şeyler söylerken, bankamatik kuyruğunda emekli aylığını almak için sıraya dizilmiş yaşlıları gördüğümde, markette çocuğuna plastik bir oyuncağı parası çıkışmadığı için alamayan anneyle burun buruna geldiğimde, inşaatlarda her türlü güvenlik zaafiyetine rağmen çalışan işçilerin alnından damlayan her terde daha da yükseliyor içimdeki ses: 1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı!
Bir zamanlar bir arkadaşıma "Yarın işçi bayramı, gelmiyor musun" diye sormuştum. "Ben patron oldum kızım, ne işim var" demişti. İşçilerin arasında ne işi vardı! O patrondu artık. "Asıl sen geldiğinde bayram olacak "deyip uzaklaşmıştım.
İşçi ve işverenin menfaatleri kat’a uyuşmayacağı içindir ki, işçinin emeği üzerinden elde edilmiş her kâr aslında işverenin sömürüsüdür, şartlar ne kadar iyileştirilirse iyileştirilsin. Çünkü tüm işletmelerin tek bir amacı vardır: Kâr elde etmek. Üniversiteye başladığım gün açılış konuşmasını yapan öğretim görevlisi aynen böyle söylemişti. Sosyal sorumluluk projeleri, yardım kampanyaları hikayedir, topluma şirin görünme çabasıdır, diye eklemişti. Kölelerin kırbaçlandığı dönem geride kaldı diye değişen bir şey yok aslında. Çalışma saatlerinin fazlalığı, kayıt dışı istihdam, sağlıksız iş ortamları, soluk aldırmayan rekabet anlayışı, plaza dilinin cânım Türkçe’yi katletmesi, yol parası ödemekten kaçınan patronlar, bayram günü işe çağıran patronlar, üçüncü dereceden akrabanın cenazesi için izin vermeyen patronlar, "Hastayım" diyen çalışana kuşkuyla bakan patronlar, çalışanın etinden sütünden faydalanmayı iyi yöneticilik sanan patronlar, azarlayarak iş yaptırmayı marifet sayan patronlar… "Sana sigorta yaptım ya, daha ne istiyorsun" demeyi kendinde hak gören patronlar…
Artık kız istenirken "Sigortası var mı?" diye soruluyor. Damadın sigortası varsa ailenin sırtı yere gelmez çünkü. Uzun vadede kurtarıcı gözüyle bakılır sigortaya. Şimdi sabah akşam çalışmaktan imanı gevreyene tatlı bir emeklilik hayali kurdurur hiç olmazsa.
Zaten misal iş yerindeki çaycının maddi bir müşkülü olursa çalışanlar kendi aralarında para toplar. Günü kurtarmak yaşama sanatının ta kendisidir Türkiye’de, hem de her anlamda! Kimse çaycının maaşının yükseltilmesini talep etmez. Çünkü piyasa kuralları başka türlü işler. Ödemesi geciken maaşını sorarsan bir sonraki ay kapının önünde bulabilirsin kendini. Nadiren de olsa gizlidir bu gözdağı, maalesef çoğunlukla alenidir. Patron kişisine efendim denir, onlar ise senli benli konuşur astlarıyla. Eşitsizlik detaylarda gizlidir aslında. Patron gibi giyinmişsin derler takım elbiseyi geçirdiğinde sırtına. Patronluk taslama denir ağız dalaşlarında. Aynı kişiler patronlarının karşısında süklüm püklüm olurlar. Haklılar bir yerde, ekmek parası, deyip susulur. E bizim memlekette doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, dokuz hapishaneye tıkarlar malum.
Öte yandan, işçi hakkı olanı aldığında yerlere kadar eğilip teşekküre boğar patronunu, sanarsın alın terinin, emeğinin karşılığını almıyor da, patronu kaşının gözünün hatrına vermiş o parayı… Böyle böyle boynu bükük olmayı öğrenir insan, ne de olsa gurur karın doyurmaz, evdekiler aş bekler, ev sahibi ay başında kira bekler. Sendikaya üye olayım dese mimlenme korkusu ağır basar, komünist mi oldun derler çünkü adama, kızıl diye lakap takarlar isminin önüne… 1 Mayıs’a gitmek mi! Haşa!
Dünya nüfusunun yüzde üçünün servetiyle geri kalanın insanı şartlarla yaşaması sağlanabilecekken yardım kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin varlığı kutsanır, hiç yoktan iyidir denir. Başa ne geldiyse bu “Hiç yoktan iyidir” lafının payı da az değildir üstelik. Ayrıca üzerinde bir fikir birliğine varılamayan insani yaşam koşulları ne ola ki? Açlık sınırı diye belirtilen rakam bir kişinin gece kulübünde bir gecede tek başına harcayabileceği rakama denk geliyorsa üstelik… Karın tokluğu mudur insani yaşama koşulları, okula gidebilmek midir, paltosuz geçirmemek midir kışı? Bu kadar mıdır yani?
Bugün 1 Mayıs…
Emniyet kırmızı alarmda, İstanbul’da üç noktada metro yolları kapatılmış. Bu sene Bakırköy Halk Pazarı’ndaki yapılacak 1 Mayıs için miting alanında yüksek güvenlik önlemleri alınmış.
Halbuki Taksim Meydanı bir bellek mekanıdır. Kamusal alanların denetimiyle bireylerin kontrol edildiği bir yaşamın ne kadarında özgür olduğumuzu iddia edebiliriz ki? Muhalif siyasi söylemler merkez dışına itiliyor böylece, malum. Kanıksayın, yetinin, şükredin deniliyor bir bakıma. Zaten başımıza ne geldiyse her şeyi aşırı kanıksamaktan geldi.
Bir ülkenin demokratikliği hükümetin muhalif seslere açık oluşuyla doğru orantılı değil midir? Üstelik bayram havasında geçen bir dayanışma günü bu şekilde devletin müsamaha gösterdiği yasa dışı bir eylem, düzen bozucuların halkı yoldan çıkarmak için kullanabilecekleri tehlikeli bir günmüş gibi gösteriliyor. 1 Mayıs bayramdı, ne çabuk unuttunuz! 1977’de bir bayram günü 37 kişi öldürüldü, bunu da mı unuttunuz?
Sahi, 1 Mayıs ne bayramıydı? Bunu çok değil, on beş yirmi sene sonra sokak röportajlarında soracaklar ve kimse cevap veremeyecek diye korkuyorum.
@NarDogu