19 Şubat 2017

Sabahattin Ali’yi seviyorsak sebebi var!

Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendi’sini, İçimizdeki Şeytan’ın Macide’sini ne kadar anlıyorsak kendimizi de o kadar anlıyoruz

Romanların yazım süreci onların tarihini oluşturur aynı zamanda. Kalemini hayatla sınayan yazarın izini sürdüğü her tem metne sızar, ayıkladıkları bile metnin karakterine işler, etkilendiği her olgu metnin ruhunu oluşturur. Omurgası sağlam her metin iğneyle kuyu kazarak elde edilir. Peki nasıl yazılır o ilk cümle?

Nedir kurguyu aşama aşama meydana getiren? Yazarken neleri kendine saklar, neleri feda eder yazar? Zamanın Ruhu’ndan azat edilmiş bir metin yazmak mümkündür? Yazar metnin hangi türe dönüşeceğine yazmadan evvel mi karar verir daima? Yoksa metin kendi yolunu bulur mu? Metnin nihai halini aldığından nasıl emin olunur? Bir yanda yazarın niyeti, diğer yanda okur, aralarında da metin. Bu üçlü ilişkide metnin nitelikli olup olmadığını daha fazla belirleyen kimdir?

Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü, Atilla Birkiye, Siyah Kitap Yayınları, 2017, 271 syf

Eleştirel bakışla okuma hazzı arasındaki kıyasıya mücadele ezeli ve ebedidir.

Okurun metne kattıkları da metinden eksilttikleri de yadsınamaz. Bu nedenledir ki, her okurun “o” kitapla ilişkisi biriciktir. Okuduğu anki ruh hali, içinde bulunduğu fiziki şartlar, yaşadığı ülkenin siyasi yapısı, mesleği, yaşı, cinsiyeti gibi okura ait ne varsa onun algısının yapıtaşlarıdır. Bir ânı belleğine nasıl kaydettiğiyle alâkalıdır. Metnin verebildikleri, okurun alabildikleriyle sınırlıdır. Bu nedenle aynı kitabı yaş aldıkça tekrar tekrar okuduğunuzda gizli bir kapının daha açıldığı duygusuna kapılırsınız, daha önce alamadığınız bir tadı da bulabilirsiniz, bir zamanlar büyüsüne hemencecik kapıldığınız kitap gözünüzde büyüttüğünüz kadar şahane olmayabilir de. Ne var ki, durmadan elinizin gittiği bir kitap, her okuduğunuzda sizi daha sıkı sarıp sarmalıyorsa, aynı manzaraya her baktığınızda yepyeni şeyler görebiliyorsanız, o kurmaca dünyayı aynı anda hem rûya hem gerçek gibi algılayabiliyorsanız durum başka. Belki elinizde Sabahattin Ali’nin bir kitabını tutuyorsunuzdur.

Neden severiz Sabahattin Ali’yi? Kürk Mantolu Madonna sosyal medyada boy gösterme aracı haline getirilse de popüler kültürün eritip yutamayacağı, çok satanlar listesinin başını çekse de kıymetinden kat’a hiçbir şey kaybetmeyecek denli müstesna bir eserdir. İçimizdeki Şeytan’ın ondan aşağı kalır yanı yoktur. Kuyucaklı Yusuf keza öyle. Ya her biri üstün bir zaviyedeki öyküleri? Onun hissiyatının değdiği kelimeler başka bir kılığa bürünür adeta. Kelimeleri bu denli kuvvetli bir hisle temellük eden birkaç yazardan biridir. Onun kurmaca aleminde her şey daha derin bir manaya kavuşur ve o mana tüketilemeyeceği içindir ki, Sabahattin Ali’nin her biri ayrı ayrı parıldayan eserlerinin yüzyıllarca okunacağı şüphesizdir.

Atilla Birkiye’nin onun tüm yapıtlarını 94 maddelik bir sözlükle incelediği Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü adlı çalışması okura daha önce alışkın olmadığı bir okuma bilinci kazandıracağı da şüphesiz. Bu sözlük olmadan Sabahattin Ali’yi okumak yetersiz kalacaktır. A’dan Z’ye kadar tüm maddeler birkaç sayfalık kısa bölümler halinde kaleme alınmış. Her biri kendi içinde şaşırtıcı, yaratıcı olan metinler tekrar tekrar okuma hevesi uyandırıyor. Sabahattin Ali’nin tüm yapıtlarıyla ilgili hem metin hem yazar hem okur merkezli bir okuma yapılmış diyebiliriz.

Diyelim ‘Anlatıcı’ maddesi. Kuyucaklı Yusuf’tan Gramafon Avrat’a, Hasanboğuldu’dan İçimizdeki Şeytan’a tüm eserlerinde hangi anlatıcı tipinin kullanıldığını, anlatıcı tipleri arasındaki geçişleri ve ilişkileri öğrenmek mümkün. Diyelim ‘Berlin’ maddesi. Sabahattin Ali’nin hangi eserlerinin Berlin’de geçtiğini, Berlin’in sözkonusu yapıtlarda nasıl tasvir edildiğini ve daha genel açıdan mekanın metne katkısının ne olduğunu okuyabilirsiniz. Bürokrasi’den Çamur’a, Defter’den Erotizm’e, Hüzün’den İntihar’a, Metafor’dan Melankoli’ye, Rastlantı’dan Taşra’ya, Yabancılaşmak’tan Yumruk’a bir çok olgu üzerinden Sabahattin Ali’nin tüm eserlerini tek tek inceleyen Atilla Birkiye, tespitlerini bazen kuramsal bilgilerle harmanlayarak bazen eserlere dair ilginç sorular sorarak ya da saptamalarını tartışmaya açarak capcanlı ve yer yer muzip bir dille paylaşmış.

Eserlerin yazıldığı dönemki Türkiye ile bugünkü Türkiye’yi kıyaslayarak dönem farkının okurun algısı üzerindeki etkisine, her üç romandaki dramatik yapıya, aşkı her yapıtında farklı ele alışına, karakterlerin niteliklerinin, ruh durumlarının, birbirleriyle ilişkisinin benzerliğine ve farklılığına, olayların geçtiği mekanların yapıtlarındaki önemine,  öykülerinde ve romanlarında Sabahattin Ali’nin kendi hayatından izler taşıyan bölümlere, yapıtlarının yazılma ve basılma sürecine, resmi ideolojiye yönelik eleştirel bakışına ve bunun eserlerindeki yansımasına her maddede yeri geldikçe değinmiş.

Sabahattin Ali’nin kurmaca evreninde yeniden dolaşma ve içimize işleyen, belleğimizde yer eden kısımları neden sevdiğimizi, karakterleri niçin yakın bir akraba, hatta bir dost bellediğimizi anlama imkanı bulacağınız çok yönlü bir çalışma dersek yanlış olmaz.

Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendi’sini, İçimizdeki Şeytan’ın Macide’sini ne kadar anlıyorsak kendimizi de o kadar anlıyoruz aslında. Eserlerindeki kurmaca dünya insanı gerçek dünyadaki, eskilerin teşevvüş-i tahattur (bellek karışıklığı) dedikleri hezeyandan çekip alır. İyi kitaplar iyi insan olmaya duyulan hasretin göstergesidir. Sabahattin Ali’nin eserleri biraz da bu sebeple hitap eder gönlümüze.

Bu nedenle,  Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü onun eserlerini sezgisel bir beğeni, öğrenilmiş bir hayranlıkla değil, bilinçli bir tahlil ve emek harcanmış bir okuma sergüzeştiyle sevmek için bir başucu kılavuzu.

Yani Sabahattin Ali’yi seviyorsak bir değil birden çok sebebi var elbette. Biraz da içimizdeki melankoli değilse ne!


@NarDogu

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"