18 Nisan 2017

Referandumun sonucuna niye şaşırdık ki!

Küçük resme bakarsak evet diyenler galip gelmiştir. Ancak...

Bu referandumun sonucu çoğunluğun hangi yönetim şeklini tercih ettiğini, bir temsiliyet mücadelesinin ötesinde bir anlam taşıyordu. Kendini temsil edecek AKP'den başka partisi olmayan dindar kesim suni reflekslerle evet oyu bastı. Mesele safını belli etmek, üstün gelmek, mat etmekti. Başkanlık sistemine değil, AKP'ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a evet dediler bile isteye. Çünkü geri kalan irade onları bugüne kadar görmezden geldi. Onlar ise zaman içinde gümbür gümbür gelip yerlerini son on dört yılda sağlamlaştırdılar, olmayınca oldurttular, buna da başarı dediler, galibiyet dediler, milli irade dediler.

Ülkenin yarısı kazanıp yarısı kaybediyorsa milli irade yoktur, kutuplaşma vardır, bölünme vardır.  Evet ve hayır oranlarının birbirine bu kadar yakın oluşunun milli hezeyanıdır bu referandumun asıl sonucu. 

Biat kültürü galip gelmiştir. Şeriat getiremeyeceği için, onun yerine Batı menşeili Türk usülü başkanlık sistemi getirerek illa ki cumhuriyet rejiminden kurtulma çabası ve inadı galip gelmiştir. Yıllardır dışlandığı için öfke biriktiren muhafazakar kesimin egosunu tatmin etmesi galip gelmiştir. 

Küçük resme bakarsak evet diyenler galip gelmiştir. Ancak hakikati bir sır gibi saklayan zaman gösterecektir ki, bu sonuç galibiyete değil sağduyu, vicdan ve akıl hezimetine tekabül eder. 

Kavramları yanlış temellük etme gibi genetiğimize işleyen vahim bir hata yıllardır bu ülkenin damarlarında dolaşıyor. Batı'yı, Doğu'yu, moderniteyi, İslam'ı, komünizmi ve demokrasiyi kimisi kısmen kimisi topyekûn yanlış anladı. Teorik algılamadaki kadim yanlışlık pratiğe yönelik batıl inanç derecesinde korkular icat etti.

Mesele insanı insana düşman eden, toplumu gündelik hayatta ikiye bölen, ülkecek bilinçaltımızı kirleten yanlış bir tarih okumasının önüne geçmekti... Maçı dostane duygularla el sıkışarak bitirmekti. Sistem kazandı, Türkiye kaybetti maalesef. 

Artık yüzde elli bir ile yüzde kırk dokuz arasında aşılmaz bir duvar var, mesafe iyice açıldı, iki kutup ortak hassasiyetlerde bile buluşma bilinç, istek ve iradesini kaybetti. Birbirini sevmeye değil birbirinden ölesiye nefret etmeye yatkın bir toplum olduk, kimse inkar etmesin. Ortak düşmanı yoksa bir araya gelemeyen, birlikte hareket edemeyen bir toplum değil miyiz, herkes bir dönüp kendine baksın, yalansız ve riyasız. 

Herkese doğar doğmaz bahşedilen hayat ne vakit ömür olur? Ya bir ülke ne vakit memleket olur? Müşterek yaşanmışlıklarla, müşterek hareket edebilme güdüsüyle, müşterek sağduyu ve müşterek reflekslerle değil mi? 

Peki, bir toplum nasıl halk olur? Hangi dil, din, ırk ve mezhebe mensup olursa olsun tüm ideolojilerden azade karakteristik özellikleriyle... İnsan olma, insan kalma bilinciyle...Birbirine sahip çıkma, birbirini anlama gayretiyle. 

Hayatta her şeye alışılır, üstelik sistemler değişir, devlet erkanı değişir, gün ola! Fakat toplumun kollektif hafızasında yarılmaya yol açan değişimlerin, bölünmelerin etkisi yüzyıllar sürer. Asıl kayıp budur. Dişe diş kana kan zihniyeti, siz bizim irademizi yok saydınız biz de sizin iradenizi yok sayıyoruz noktasına gelen bakış açısı, artık bizim devrimiz başlıklı meydan okuma tek bir sonuç doğurur: Başkanlık sistemi kazandı ama millet olabilme duygusu kayboldu... Peki, sonuç Hayır çıksaydı? Hayır diyenlerin de özeleştiri yapması elzemdi. Niçin ikiye bölündük? Bir yanda yüzde elli bir, bir yanda yüzde kırk dokuz... İşte bu oran, içtimai kopuşun göstergesi. Artık kuzey ve güney kutbu kadar uzağız birbirimize, asıl kayıp bu! 

AKP yüzde kırk dokuzluk seçmenini yüzde elli bire çıkarmanın keyfini bile çıkaramıyor, haksız gururunu bile yaşayamıyor. Çünkü fethettiğini sandığı İstanbul, gözbebeği Ankara, gavur(!) İzmir Hayır dedi. 

Peki, CHP mevcut durumu tahlil etmekten öteye gitmeyen muhalefet anlayışını devam mı ettirecek önümüzdeki günlerde? 

Ya muhalefetin nasıl yapıldığını cümle aleme gösteren Selahattin Demirtaş'ın akıbeti ne olacak? 

Oy vermeyen yüzde on üçlük kesime bakalım. Huzurevindekiler, cezaevindekiler, hastanedekiler, üşengeçler, umursamazlar vs. Onlar da oy verseydi ya EVET artacak ya HAYIR kazanacaktı. 

Ancak tam anlaşılmayan bir nokta var. Bu referandum bir hikayenin sonu değil başlangıcıydı. Sonuç ne olursa olsun öyleydi. Yani asıl film şimdiden sonra başlıyor. 

Ve cevaplanması gereken iki soru daha var:

Zarlar hileli değilse, netice ortadaysa, gerçeği kabul etme vaktiyse Türkiye'nin geldiği yer burası mıdır yani? 

Zarlar hileliyse, netice hukuksuzluksa, gerçek bize dayatılan değilse Türkiye'nin geldiği yer burası mıdır yani? 

Lisedeyken moda bir tabir vardı: Kaybedenler kulübüne hoş geldiniz. Evet, hepimiz kaybettik. Kazandığını sananlar dahil! 

Çünkü ya hep birlikte kazanırız ya hep birlikte kaybederiz. Ülkenin yarısı kazanmışsa yarısı kaybetmişse orada bir memleketten bahsedilemez. 

Hülyalara kapılarak aşırı iyimser olmanın zararlarını görmedik mi, atı alan bakın on dört yıldır Üsküdar'ı geçiyor, şaşırdık mı? Yine mi şaşırdık? 

Karalar bağlayıp toplumsal bir depresyonu körüklemenin, sen ben bizim oğlan anlayışıyla kendi muhalefet adacığını oluşturmanın faydası oldu mu peki? Hakiki bir muhalif blok oluşabildi mi? On dört yıldır iğneyi kendine çuvaldızı AKP'ye batıran seküler kesim Kürtleri, Ermenileri, liberalleri, muhafazakarları kucaklayıcı bir söylem geliştirdi mi? 

Öte yandan, sahici  bir tahlil için aşırı umutlanmanın bulanık gösteren gözlüğünü çıkartmak gerekir, aynı zamanda aşırı umutsuzluğun da. Ancak biraz umutsuzluk, biraz karamsarlık popülist derecedeki 'iyi olalım, umudu kaybetmeyelim' yaklaşımından yeğdir. Slogana hapsedilmiş muhalif bir söylemden ise ufku tüm genişliğiyle görebilen bir bakış açısı çözüm ve değişime kapı açar. W. Benjamin'in dediği gibi, siyasi değişimin olmazsa olmaz koşulu iyimserliğin reddidir.
 

Artık yaşamak için yeni bir kılavuza, anlaşmak için yeni bir sözlüğe ihtiyacımız var. Bu mağlubiyeti kabullenecek miyiz, kenara çekip kös kös oturacak mıyız?  Niçin iki kutba ayrıldık, Cumhuriyet tarihi boyunca niçin ortak paydada buluşamadık, biraz da bu sorulara cevap arayalım. Onlar hayırcıları ezerek, yok sayarak yükseliyor, mağrur bir galibiyet sarhoşluğu yaşıyor alenen ya da içten içe, biz ise evetçileri uzun vadede aramıza nasıl katacağımızı düşünerek birlik olmanın, ülke olmanın, memleket olmanın yollarına bakalım. 


@NarDogu

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"