Aşk-ı Memnu romancısı Halit Ziya Uşaklıgil’in Flaubert’in Madam Bovary’sinden esinlenip Bihter karakterini yaratması gibi, Henrik Ibsen de Hamlet’i Hedda Gabler karakterinde yeniden yaratır. Cinsiyet değiştirmiş Hamlet, Hedda Gabler’de vücut bulur.
Kadının üretkenliğinin salt annelikle sınırlı tutulduğu burjuva ahlakının kıyasıya eleştirildiği oyunda Hedda’yı kocasının soyadını almış, evliliğin kuşatıcı hücresinde sıkışıp kalmış bir kadın olarak görürüz. O bir Hedda Tesman’dır, kızlık soyadıyla oyuna adını veren Hedda Gabler değil. Çünkü kaderi kocası tarafından tayin edilmiş her kadın gibi düşgücünün olanaklarıyla sınırlandırılmış tekdüze ve hantal bir yaşama mahkumdur. Fakat Hedda hem kadınlığının bilincindedir hem de hudut bilmez yüreğini avutacak imkânlardan yoksundur. Bu yüzden ölümcül derecede huzursuz ve doymak bilmez bir iştahla yok edicidir. Albenisi, özgüveni, yenilmezliği, pervasızlığı kendini var etmeye yetmeyecektir yine de.
Çünkü ne köşeye sıkışmış hissettiği hayatını tek başına kurgulayacak kadar bağımsızdır ne de kendini oyunlarla kandıracak kadar aymaz. Her rolü oynayan Hedda için mutluluk kadar bayağı, gülünç ve riyakâr bir duygu yoktur. O küstah, aldırışsız, buyurgan karakterinin altında depremlerle habire sarsılan geniş bir yeryüzü barındırmaktadır. Kendi bakışlarından yoksundur Hedda. Gözleri toplum ahlakı ve cinsiyet iktidarıyla oyulmuş her kadın gibi kendine bakmaktan uzaktır. Mesuliyeti evi ve kocasıyla sınırlı kadın modeline ruhu ve bedeniyle aykırıdır Hedda. Onun için evliliğe mahkum bir yaşam esaretten farksızdır. Pervasız hezeyanının kuytusunda toplumun yorucu ve aldatıcı ışığından körelmiş yılgın bir yürek saklıdır. Kötücül kelimelerin zırhıyla herkese meydan okuyan Hedda kendini yenemez ve dünyaya büyük bir kuşku olarak doğrulttuğu silahın namlusunu kendine çevirir.
Hedda Gabler, Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen ‘in yarattığı en dramatik roldür şüphesiz. Ibsen modern tiyatronun Romasıdır adeta. Karakter yaratmaktaki başarısı onları hem vurucu ve keskin kılmasında hem de müphemliklerini her koşulda koruyabilecek gizlilikte gölgede bırakmasında yatar. Obur bir seyircinin kolay kolay hazmedemeyeceği derinlikte karakterlerdir bunlar. Çünkü Ibsen oyunlarının başarısı karanlık çökmesine rağmen ışığı açık bırakmasında yatar.
Tehlike hissi, süreğen gizem hakimiyetini korurken usul açılan aleniyet eş zamanlı hareket eder oyun boyunca. Hedda Gabler başlarda tekin görünmemesine rağmen oyunun sonlarına doğru seyircide acıma hissi uyandıran bir mağduriyet tülüne bürünür.
Ibsen Hedda Gabler’in tatminsizliğinde ve baştan çıkartıcılığında benzerlerinin aksine kadına şeytani bir şehvet yüklemez. Onu anlamak istersiniz, başına buyruk yalnızlığına ortak olursunuz, sonsuz hiddetine eşlik edersiniz. Çünkü tüm isyankarlığına rağmen Hedda Gabler karakteri haklılığını hep hissettirir. Fakat bu izlenimde yazarın şahsi fikirlerini seyirciye kolay yoldan dikte ettirdiğine dair içten pazarlıklı ve işin kolayına kaçan bir bedavacılık yoktur. Ibsen, burjuva ahlakının eleştirisini yaparken öyle incelikli ,titiz bir kurguyla hareket etmiştir ki halihazırdaki tüm anlatım üsluplarını gölgede bırakmıştır.
Hedda Gabler, öteki karakterlerin acımasız bir şekilde önüne geçmez veyahut yan karakterler tamamlayıcı değildirler oyunda. Hiçbiri sadece Hedda Gabler karakterini ön plana çıkarmak veya pekiştirmek için orada değildir. Yazarın önce silikleştirdiği sonra hayranlık uyandıracak bir kadın olarak konumlandırdığı Thea karakteri, sanılanın aksine, kadın kıskançlığının öznesi değil nesnesi durumundadır. Lovborg’un beklenmedik çıkışıyla hikayenin düğümü çözülür. Hedda iç sesine kavuşur, onu kendinden yalıtan maskesini çıkarır ve yitik arzusunun kırıntılarında umut verici bir şeyler bulmak için son bir hamle yapar. Fakat aynı zamanda kocasının rakibi olan Lovborg artık çok eskilerde kalmış bir günışığından farksızdır. Hedda yine onulmaz karanlığına dönecektir finalde.
Dekorda döner sahne kullanılması sahne değişimlerini kolaylaştırmış, fakat seyircinin görüş açısını biraz daraltmış. Öte yandan ses düzeni de pek iyi değildi, üçüncü sırada oturmama rağmen zor işitiyordum.
Sahne ve kostüm tasarımı Gamze Kuş’a ait. Kostümler karakterlerle birebir örtüşüyor, Hedda ve Theanın kıyafetlerinde dişilik ön plana çıkarılırken, klasik ahlak anlayışını temsil eden Juliane Hala’nın kostümleri domestik bir havaya sahip.
Hedda Gabler karakterine can veren Şebnem Köstem çok başarılıydı. Onu Laclos’un Tehlikeli İlişkiler’inde Markiz rolünde ve Bahkhalar’daki performansıyla da beğenmiştim. Judge Brack rolündeki Eraslan Sağlam da harikaydı. Alev Oraloğlu, Elçin Atamgüç, Ertuğrul Postoğlu, Meriç Benlioğlu ve Mert Tanık oyunculuklarında bazen abartıya kaçsalar da belli bir çıtanın altına düşmediler asla.
Emre Koyuncuoğlu’nun sahneye koyduğu oyun Şehir Tiyatrolarında sezon bitmeden seyredilmeli.
Akşamın Ahengi şiirinde Charles Baudelaire şöyle der: “Nefret o kalpten bu geniş ve karanlık boşluğa / Bir kalp ki aydınlık mâziden ne bulsa toplar”
Ah Hedda Gabler! Kocanın soyadı Tesman’ı reddetsen de babanın soyadı Gabler ile hâlâ erkek egemen kültüre ait değil misin?