Yazı hatırlatan ılık bir gün. İstanbul sessizliğe borcunu ödüyor sanki. Kelimeler gizlenmek için var sanki, konuşursam kendimi saklayacağım hissine kapılıyorum. Sokaklar tenha, anlamlar da öyle. Bayramı sayfiye yerlerinde ya da yurtdışında geçirmek isteyenlerin İstanbul'da bıraktığı ıssızlık en çok Beyoğlu'na hâkim. Odakule'den Tepebaşı'na geçtiniz mi pullu mavilik, ongun bir manzara, altın boynuzunu usulca kaldıran Haliç.
Kitapların gölgesinde nefes almak, sayfaların ışığında Söylenmeyen'in, Görünmeyen'in izini sürmek, kurmacanın gerçekliğini dünyanın yanıltıcılığından hakiki bellemek... Kendini kelimelerin sırtında, ömrünü bir mananın terkisinde taşıyabilenlerin hududu belirsiz, kaynağı güvenilir sığınağı kitapların diyarı, ana kucağı, huzur evi sahaflar... Toz, kitabın kıymetini arttırır, kâğıt kokusuyla başı dönenler pek iyi bilir ki, küf kitabı yıllandırır. Nadir kitap düşkünleri için sahaf adeta bir mabettir, gizil kuyudur, leb-i deryadır.
Eskiden sahafa "varrakun” denirmiş. Varak Arapça'da yaprak anlamına geliyor. “Varrak” ise kâğıtçı ya da kağıt yapan, yazan ve satan kimsedir. “Varrakun”, yani varraklar, kitap yazdırıp satan kimselere denirmiş.
Hans Peter Kraus sayılı "nadir kitap" tutkunlarından biri. İlk büyük kitabı Mercator Atlası, ileriki yıllarda 8 bin liraya alıcı bularak nadir kitaplar arasına girecekti mesela.Edgar Allen Poe'nun, şimdiki değeri yüz bin doların üzerinde bulunan Tamerlane adlı şiir kitabından Lenin'in 1900'de çıkardığı Iskra, Aleksandr Herzen'in Kolokol dergisinin tüm sayılarına, Konstanz Evkaristiya Kitabı'ndan Gutenberg Kitab-ı Mukaddesi'ne kadar koleksiyonunda yok yok diyebileceğimiz pek çok nadir kitaba sahip Hans Peter Kraus kitapları, Semih Gümüş'ün belirttiğine göre, yabancı devletlerin anı pullarına iki kez konu olmuş tek sahafmış. Uluslararası Sahaf Festivali düzenlense ne iyi olur diye düşünerek geziyorum 7. Sahaf Festivali'ni.
Tozlu, sararmış, uçları kıvrılmış kapaklarını usulca kaldırdığım, bir kısmını yeniden okuma hevesiyle yanıp tutuştuğum, bir kısmıyla ilk defa tesadüf ettiğim için havalara uçtuğum kitapların; romanların, öykülerin ve az da olsa şiirlerin, çokça dergilerin, ansiklopedilerin, atlasların bulunduğu yetmiş altı sahaf.
Mahremiyetin ihlâl, kutsiyetin ihraç edildiği hissine kapılmadığınız, hem bu dünyaya hem başka bir aleme ait gözüken kişilerin bilhassa muayyen günlerde çektirdikleri siyah beyaz fotoğraflarla dolu karton kutular... Eski kasetler, 45'likler, mecmualar... Üst üste yığılmış, istiflenmiş bir yığın kitabın kapağına, ad-soyad ve/ya tarih düşülmüş ilk sayfasına, altı çizilmiş cümlelere bakarak saatler geçirebilir insan burada. Belki kurutulmuş bir çiçeğe rastgelmek umuduyla bile onlarca sayfayı hiç usanmadan, gönül indirgemeden karıştırabilir. Kitapların aleminde kendine yeni bir mekân, dünyayı sığdırabileceği yeni bir boşluk, loş bir kuytu yaratabilir, soluğunu iyice genişletip hayatı yeniden kucaklayabilir.
Bedii Faik'in İngiltere gezi notlarını içeren Bir Garip Ada, Dünya Yayınevi tarafından 1957' de basılmış, gözüme çarpıyor mesela. Ya da Hadikatü'l-evliyadan Silsile-i Meşâyih-i Sühreverdî Kübreviye,Şirketi Mürettibiye Matbaası tarafından 1902'de basılmış. Bayram harçlığı ile kitap almak isteyen çocuklar için pek çok kitap da mevcut; Çehov'dan Marangoz'un Köpeği, Cem Yayınları, 1994 ya da Köyün Çocukları Yayınları tarafından yayımlanan, Bekir Yıldız'ın Acılı Çocuklar'ı, Fikret Otyam resimlemiş, 1948 tarihli ilk baskısı tercih edilebilir.
Libra Yayınevi,bu sene, Rıfat N. Bali'nin derlediği Türkiye'de Kitap Koleksiyonerleri ve Sahaflar adlı çalışmayı yayımlamış. 1900'lerin başından günümüze sahafların geçirdiği dönüşümler , risalelerin eksik sayfalarının temininden matbuatı bulunmayan kitapların hattata yeniden yazdırılmasından bugüne değişen sahafçılık anlayışı, nadir kitapların değeri üzerine birçok sahafla gerçekleştirilen mülakatlardan oluşan eşsiz bir derleme.
Ayşe Adlı'nın 2009'da sahaf Nedret İşli ile yaptığı röportajdan öğreniyorum ki eski kitap işiyle uğraşanlar dörde ayrılıyormuş: Sergici, ikinci elci, sahaf, şeyh-ül sahaf. Şeyh-ül sahaf, sahafların piri demekmiş ve son şeyh-ül sahaf Şeyh Muzaffer Özak'mış. Yani bir varrak. Okuyacak ne çok kitap var, öğrenecek ne çok şey. Ömür yetmeyecek ne yazık ki.