24 Şubat 2015

Müsaade edin de biraz hayal kuralım

Yastığa başını koyduğunda uyumadan evvel hayallere dalan kaç kişi kaldı?

Yazın geldiğini kitap okuma hevesimin biraz sekteye uğramasından anlardım. Tabiat keşfetmemi istediği ayrıntılarla doldururdu her yanını. Nereye dönsem efsunlu, cezbedici ancak bir o kadar da tedirgin edici değişimlerle aklımı başımdan alan pırıltılar. Gözümün kamaşmadığı, ruhumun titremediği, nefes nefese kalmadığım tek bir salise yok. Yüksek bir tepede dikilmişim de uçsuz bucaksız, sersemletici bir manzarayı dalgın nazarlarla seyredalmışım gibi.

Tabiat manzaraları karşısında neden nutkumuz tutulur? O yaz bu gizil heyecanımızı kitaplara borçlu olduğumuzu anladım. Yazarların tasvirleriyle algıladığımız dünyanın korkunç, muhataralı, tekinsiz gerçeklikten uzaklığı bizi masalsı, sihirkâr, safiyane bir rûyanın eşiğine bırakıyordu.

Hayal kurabilmenin vazgeçilmez coşkusunu yaşayanlar bilir kendi zihnimizde yarattığınız âlem elle tutulmasa da somut olduğundan her nedense şüphe etmediğiniz dünyadan daha gerçektir. Kural koyucu da sizsinizdir o kuralları tek tek ihlal eden de. Ancak özgürlük hissini veren zihninizdeki âleme hâkim oluşunuz değildir, tam tersine tahakkümünüz altında olduğunu sandığınız o düşsel evrenin iplerinin sadece sizin elinizde olmadığını bilmenizin verdiği garip bir sevinç ve hatta gizil bir öfkeyle karışık utançtır. İradî hareket ettiğiniz, emniyet kemerini takmadan sefere çıktığınız, hudutsuzluğu karşısında bitap düşsenizde hayranlığınızı saklayamadığınız o âlemde tek at koşturan siz değilsinizdir aslında. O iç evreninize tesir etmeye muktedir bir dış evren her vakit mevcuttur. Belki dış evren olmasaydı içine inşa edilecek bir iç evren de olmayacaktı. O iç evren ki hayallerde kalanlarla doludur. Korkularımızdan miras kalan önyargılarımızdan azade bir hava soluyacağımızı sansak da iç evrenimizin bize müsaade ettiği kadar hayal kurabiliriz ancak.

" İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar" diyordu Yahya Kemal. Sahi ilk ne zaman hayal kurdum, ilk hayalim neydi? O yıllar unutulacak kadar eskide mi kaldı? Hayallerin her dem taze kalan bir mayası yok muydu? Neden hepsi köhnemiş, tavsamış, rutubetlenmiş öyleyse? İç âlemim nasıl küçülmüş, bir avuç kadar kalmış, ne yöne adım atsam sınıra geliveriyorum.

Zihnimizin sınırları dışında bir dünya var maalesef. Bizi umutsuzluğa sevk eden, çaresizliğe kilitlemeye çabalayan, hayal kurma yetimizi elimizden almak için çırpınan bir dış dünya bu. Yastığa başını koyduğunda uyumadan evvel hayallere dalan kaç kişi kaldı? Geleceğe umut bağlamayı, her sabah uyandığında gönlü aniden dolduran yaşama sevincini, gündelik işlerin rast gitmesini, kısa vadeli planlar gerçekleştiğinde azıcık olsun iyi hissetmeyi, ufak tefek heyecanlarla kalbin çarpmasını bir yana bırak da günün olur olmadık saatinde bir sahil kenarında banka oturup kuşlara, yelkenlilere, bulutlara, insanlara telaşsız, endişesiz baktığını hayal ettiğin oluyor mu? O sahil kenarına gerçekten gitmeyi bir yana koydum en azından hayal edebiliyor musun? Ne yazık ki hayır diyorum ben, hayır diyor kalbim, aklım. Hayal kurma yeteneğim körelmiş meğer. Ne kadar uzun zamandır hayal kurmuyormuşum. Halbuki eskisinden daha çok kitap okuyorum. Ama zihnimin içindeki âlem büsbütün yok olmuş. Dış dünyanın kahredici, yorucu tenhalığında bir çilekeşe dönüşmüşüm. Yüreğimiz ağzımızda yaşamaya mahkûm edilmişiz farkında olmadan. Yazı ne kadar beklesek de bir türlü gelmemesinin verdiği o sıkışıklık duygusu. Sahi haziran geliyor, temmuz geliyor, ağustos derken yaz bir türlü gelmiyor. Hayaller de öyle. Tam hayal kuracakken o katı, soğuk gerçeklerle yüz yüze geliyorum. Ne yöne gittiğini bilmeden savrulma hâli. Boşlukta tutunmaya çalışma gayreti. Hayal kurmamı engelleyen ne çok şey var. Haksızlıklar, haksızlıklar, haksızlıklar... Elim kolum bağlı da değil üstelik. Tabiat yine aynı şekilde donanıyor her mevsim. Eskiden bakıp da göremeyenlerden şikâyet ederdim. Şimdi kimse bakmıyor, o kadar yakın ki herkes birbirine, herkes birbirinin o kadar burnunun ucundaki sanki, kimse kendi acısından başkasınınkini görmüyor. Hiç kimse tüm ölüler için ağlama yürekliliğine sahip değil mi? Durmadan zorluyorum kendimi. Belki haftalardır, hayır aylardır, yoksa senelerdir mi demeliyim hatırlamıyorum bile, en son ne zaman hayal kurduğum silinmiş belleğimden.  Bu keşmekeşin içinde, yürek paralayıcı bu ateşin ortasında, bizi kendimiz olmaktan alıkoyan bu cehennemin dibinde ortak bir hayal kuramıyorsak hayal kurmanın ne anlamı var zaten? Böyle bir bahaneye mi sığınmalıyım? Hayal kurmanın bulaşıcı gücünü unutmuşum gibi. Ben bir hayal, sen bir hayal, sonra hayaller elden ele.

Ama bizi öldürüyorlar, diyorum. Yavaş yavaş, kasten ve taamüden. İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar mı diyordu şair?  

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"