Dönemin Başbakanı Tansu Çiller "Gözaltında değildi," demişti.
Devlet yetkilileri "sandalyeden", dönemin İç İşleri Bakanı Teoman Ünüsan ise "duvardan düştü," demişti.
Çevik Kuvvet memuru Şuayip Mutluer ise, 1. Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık"a verdiği ifadesinde “Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat, gazeteci olduğunu İstiklal Marşını bilmediğini söyledi. Ben de "boş ver" dedim, bir tekme de ben attım. O sırada polis memuru Saffet Hızarcı"nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Sonradan adamı dövmekten copunun kırıldığını öğrendim,” demişti.
Metin Göktepe ise "vurmayın, kör oldum" demişti.
Polisler "istemeden adam öldürmek suçundan" yargılandılar.
Metin Göktepe'nin 8 Ocak 1996’da öldürülmesinden 800 gün sonra karar okundu: En ağır ceza Eyüp İlçe Emniyet Amiri Seyit Battal Köse'ye verildi: 12 yıl. Ancak hemen iyi hal indirimi uygulandı. 7 yıl 6 aya indi cezası. Diğer polis memurlarınınki gibi.
Bir gazeteci cinayetinde ilk defa mahkumiyet kararı veriliyordu Türkiye'de. Ancak suçlular Rahşan affı nedeniyle cezaevinde sadece 1 yıl 8 ay kalıp çıktılar.
Metin Göktepe tipi gazetecilik miras kaldı geriye. Dürüst, ilkeli, bağımsız gazetecilik. Hakikati ortaya çıkarmak için ter dökülen gazetecilik.
***
Baran Tursun Vakfı’nın verilerine göre, 2007-2014 yılları arasında 115 kişi, 2017 yılından 2018 yılının sonuna kadar ise 388 kişi polis kurşunuyla hayatını kaybetti.
Son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 15 korucu, 17 özel timci ve 45 gardiyan tecavüz suçundan yargılandığı halde hiçbiri ceza almadı.
Kamu Denetçiliği Kurumu 2014 yılında TBMM’ye sunduğu raporda polisin şiddete başvurma nedenlerini şöyle sıraladı:
“Gerek topluluğun gerekse polisin birbirlerine düşman olarak görmeleri, toplumsal olay polisinin başka birimlerde çalıştırılması, günlük eğitimlere girmeyen personelin yeterince bu konularda aydınlatılamaması, personelin uzun süre aynı yerde bekletilmesi, bekleme yerlerinde ihtiyaç giderilememesi nedeniyle strese girmeleri, sosyal ve ekonomik durumlarının yeterli olmaması, amirlerinin personeline yeterli ilgi ve sevgiyi göstermemesi, ferdi hareket edilmesi, göstericilerin polisi düşman olarak görmesi, önceki yapılan müdahalelerde görülen eksikliklerin giderilememesi gibi birçok neden ile arkadaşlık-kardeşlik, biz-onlar ayırımı yapılması, otoriter ve sert davranması gereğine inanma anlayışı gibi genel polis alt kültürü unsurlarının birleşmesiyle personelin agresifleşebileceği ve şiddete meyilli olabileceği görülmektedir.”
Yukarıda yer alan ifadeler, aslında buzdağının görünen yüzüne işaret ediyor sadece.
Suyun altında kalan kısmına bakabilen, bakıp da konuşmaya cesaret edebilenler ya öldürülüyor ya da tek bir delil olmaksızın hapis cezasına çarptırılıyor.
Her şey insanı sevmekle başlıyor kısaca. Çünkü her şey insan için! İnsanı sevenler hep beraber insanca yaşamanın hal çarelerini ararken insanı sevmeyenler ise ötekini hor görmek ya da yok etmek için bir bahane buluyor mutlaka.
Geçtiğimiz yıl 10.000 polis alımı için başvurular değerlendirilmişti, 2019’a girer girmez 10.000 polis daha alınacağı duyuruldu.
Kişisel hak ve özgürlüklerin asayişi engellediği düşünüldüğü müddetçe, orantısız güç toplumsal güvenliği sağlamak için elzem görüleceğinden, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de polis şiddete başvurmaktan çekinmeyecek gibi görünüyor.
Sahi, nasıl bir polis olacak yeni polisler?
Buzdağının suyun altında kalan kısmı ise tüm haşmetiyle aynen dururken…