06 Aralık 2019

Kendimizi nasıl iyi hissedeceğiz?

İnsan hakları savunucularının toplumsal sorumluluk bilinci öyle yüksektir ki, kendini ihmal etme, hatta hiçe sayma pahasına hayatlarını başkalarına adarlar

"İnsan hakları savunucuları, mağdurlara destek olmaktan kendileriyle ilgilenemiyorlar. Kendi sağlıklarını düşünmeyi unutuyorlar. Çok çalıştıkları için dinlenmeye vakit bulamıyorlar, bu nedenle ruhsal sağlıklarını ihmal ediyorlar…"

Bu sözler Endonezyalı bir insan hakları savunucusuna ait. York Üniversitesi’nden Dr. Alice Nah’ın farklı ülkeden hak savunucularıyla yaptığı görüşmelerden alıntıladım.

İnsan hakları mücadelesi uzun soluklu bir maraton. Bu süreçte hak savuncusu akıl sağlığının bozulmaması için neler yapmalı? Daha adil ve eşit bir dünya tahayyülünü sürdürürken iç dengesini nasıl tutturmalı? Sabrı sürekli sınanırken ve yıpranma payı gün be gün artarken umudunu ve iyimserliğini nasıl korumalı?

İnsan hakları savunucularının toplumsal sorumluluk bilinci öyle yüksektir ki, kendini ihmal etme, hatta hiçe sayma pahasına hayatlarını başkalarına adarlar. Başkalarının iyiliği için kendi iyiliklerini ikinci plana atarlar. Aşırı duygudaşlık sürekli öfke yaratır ki bu da bir süre sonra fiziksel ve zihinsel yılgınlığa yol açar. Kötülük ve adaletsizlik karşısında güçlü durma telkini kâr etmemeye başlar. Biraz ara vermek suçluluk duygusu yaratır. Sorumluluktan kaçtığı vehmine kapılır hak savunucusu.

Gönüllü adanmışlığının ardında duygusal özveri ve karşılıksız feragat vardır. Mağdurlarla yoğun empati kurma, bütçe sıkıntısı, düzensiz ve yoğun çalışma saatleri, bürokratik işlemlerin yavaşlığı, yasalarda gerekli düzenlemelerin yapılması için süreç takibi, farkındalık oluşturma veya doğru bilinen yanlışları düzeltme çabası derken varını yoğunu hak mücadelesine adadığından kendini sürekli ihmal eder.

Hayatını kısa ya da uzun vadede hak arayışına adamış aktivistler minör ya da majör birçok kişisel sorunla karşı karşıya kalıyor. Uykusuzluk, sigara ve kahve tüketiminin artışı, odaklanmanın azalması, sinirlilik, sürekli endişe, tahammülsüzlük, yetersizlik hissi gibi. Hak savunucusunun kendi yaşamını, duygu dünyasını, aile ve sosyal çevresini ihmal etmeye başlamasıyla tükenmişlik sendromu, majör depresyon, post travmatik stres bozukluğu hatta intihara varan ağır sonuçlarla karşılaşılıyor.

Hrant Dink Vakfı’nda geçtiğimiz hafta "Sivil Toplumda İyi Olma Hali ve Aktivizm" adlı söyleşisine ve atölye çalışmasına katıldığım Dr. Alice Nah, risk altındaki hak savunucularıyla çalışmalar yürüten bir akademisyen. Türkiye’de insan hakları savunucularının psikolojik durumuyla ilgili kapsamlı bir araştırma yapılmış değil henüz. Dr. Alice Nah farklı alanlarda hak mücadelesi yürüten aktivistlerin benzer psikolojik süreçlerden geçtiğini ifade etti.

Delil mevcudiyetine bakılmaksızın gözaltına alınan ya da hüküm giyen hak savunucuları var. Tehdit ve gözdağına rağmen pes etmemek, itibarsızlaştırılmaya karşın dik durabilmek, her koşulda adalete dair umudunu korumak kolay iş değil. Barışçıl protesto gösterilerinde bile aşırı güç kullanımı giderek yaygınlaştığını hesaba katarsak üstelik.

Tüm baskı ve engellemelere rağmen hak savunucularının örgütlü mücadelesi olmasaydı, demokratik kazanımların belki hiçbirini elde edemezdik bugüne kadar. Dünya tarihine baktığımızda anayasal hakların ağır bedellerle kazanıldığını görürüz. Hiçbir hak bahşedilmemiştir, tek tek kazanılmıştır.

Başkasının hakkını aramayı ilke edinen, öngörülmüş ya da hesap edilememiş bedeller ödemeyi göze alan, bir arada yaşamanın yolunun başkasının acısıyla acılanmaktan, başkasının hakkını aramaktan geçtiğini bilen her bilinçli vatandaş hak savunucusudur esasen. Duygudaşlıktır adaletsizliklere ses çıkartmanın ilk adımı. Duygudaşlık, insan olmanın yapı taşıdır. İnsaniyetlik ölçütü vicdan eşiğidir.

Farklı sivil toplum örgütlerinde çalışanların, akademik çalışmalar yürüten öğrencilerin, öğretmen ve avukatların katıldığı atölyede tecrübe ve gözlemlerimizi paylaşma imkanı bulunca, algı ve tepkilerimiz kadar kendimize yönelik tutumumuzun da benzeştiğini fark ettim. Dayanıklılığı arttırmanın hal çarelerine dair çözümler üretirken katılımcılar kendilerinden önce topluma faydalı olmayı gözetiyorlardı yine.

Kendimizi nasıl iyi hissedeceğiz öyleyse? Bunun yöntemi kişiden kişiye değişiyor. Ancak ortak bir yol haritası çıkarabiliriz, diyor Alice Nah. Kendimizi ihmal etmeden, kısa molalar vererek ve bundan dolayı vicdan azabı duymayarak. Fiziki ve ruhsal sağlığı bir bütün olarak gören "well-being" farkındalığı, sivil toplum örgütlerince benimsenmeli bir an önce. "Kendimizi nasıl iyi hissedeceğiz?" sorusuna her aktivistin kendi cevabını bulması gerekiyor.

Düşünüyorum da "Kendimizi ne zaman iyi hissedeceğiz?" sorusunun cevabı daha kolay sanki.

Adalet yerini bulduğu zaman.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"