Eğer bir gün bir kişi sizi cinsel ilişkiye zorlayıp yirminci kattan atarsa ve iki kez tutuklandığı halde adli kontrol şartıyla serbest bırakılırsa hiç şaşırmayın. Delil yetersizliği mi? Yeterince delil yok mu? Şule Çet’in arkadaşlarına gönderdiği mesajlar, atladığı iddia edilen pencerede parmak izinin olmaması, otopsi raporuna göre kanında uyku ilacı tespit edilmesi ve ters ilişkiye zorlandığına dair bulgular…
İntihar süsü verilmiş bir cinayet olduğu apaçık ortada değil mi?
Şule Çet intihar etmedi, cinsel istismara uğradı ve canına kıyıldı, daha nicesi gibi…
Hal böyleyken, hukuka inancını yitirmiş birçok kişi, adaletin yerini bulup bulmayacağından haklı olarak endişe ediyor, daha önce nice örneğini gördüğümüz gibi.
Belki nice kadın var, tecavüze uğradığında kendini suçlu ve yalnız hissettiği için başına gelenleri kimseyle paylaşmayıp hayatına sessiz sedasız devam eden…
Belki nice kadın var, sevgilisinden, kocasından, ağabeyinden, babasından ve dahi işvereninden şiddet görüp eli kolu bağlı kalan, işini ve itibarını kaybetme korkusuyla boyun eğen, kapalı kapılar ardında gözyaşı döken...
Belki nice kadın var, son nefesini verene kadar kimbilir kaç haksızlığı, o veya bu nedenle, sineye çekmek zorunda kalan…
Gün geliyor, çoğumuz onların çığlığını duyurmak için seferber oluyoruz. Kadın meclisleriyle birlikte meydanlarda buluşuyor, yaşam hakkı elinden alınmış, cinsel istismara uğramış kadınların, çocukların ve yakınlarının acılarına ve hak arama mücadelelerine ortak olmaya çalışıyoruz.
Değişen ne oluyor?
Her gün yeni isimler işitiyoruz ve adalet bir türlü yerini bulmuyor. Suça meyilli kişilere gün doğuyor, fırsatını bulan cana kastetmekten, ırza geçmekten, sözlü ya da fiziksel tacizde bulunmaktan kaçınmıyor. Mağdur ise, hukukun boşluklarından açıkgözlülükle yararlananların az bir cezayla paçayı kurtardığı bir düzende, haklı olarak cesaretini ve azmini kısa sürede yitiriyor.
Bazısı hak arama mücadelesinin beyhude bir çaba olduğunu düşünme noktasına bile geldi. Bazısı ise kurbanı suçlu çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bazısı hemen ahlak bekçiliğine soyunuyor, bazısı müstahaklığını açık açık dile getirmekten imtina etmiyor. Artık ne acılarda ne sevinçlerde buluşabiliyoruz aynı yerde.
Yine de sayıca azımsanmayacak bir kesim, kaçırılıp öldürülen küçük kızlardan tutun da her yaştan kurban için adalet arıyor, yıllardır bıkıp usanmadan. Ve her şeyin çığrından çıktığı, akla zarar, vicdana aykırı bu kokuşmuşluktan kurtulana kadar da adalet için haykırmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz.
Çünkü, yönetim sistemi ne olursa olsun, insanların güvende olmadığı bir ülkede huzur, can güvenliği ve adalete dair tüm söylemler havada kalır, boşlukta yankılanıp durur. Gerçek hayatta karşılığı olmayan kelimeler kuru gürültüden farksızdır.
Son on yıl içinde cinayet ve cinsel istismar rakamları hızla artsa da, unutmayalım ki, insan hayatı söz konusu olduğunda 1 kişinin ölümü bile çoktur.
Büyük resme bakıldığında, suç sonrası süreçte birçok çarpıklık var. Şüpheliler adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor, tutuklu ya da hükümlüler ya iyi halden yararlanıyor, ya cezaları zaman içinde muhtelif nedenlerle erteleniyor veya düşürülüyor.
Hal böyleyken, idamın toptan çözüm olduğu fikri topluma benimsetilmeye ve böylece idam yasası yeniden gündeme getirilmeye çalışılıyor. Hukukun doğru düzgün işlemediği bir düzende idamı temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp mevzu etmenin ardında çözüm isteyen bir yaklaşım yok maalesef. Üç beş yıl yatıp çıkmaya razı ya da cebindeki parasına güvenen veyahut kendisine hiçbir koşulda bir şey olmayacağını sanacak kadar şuursuz bir zihniyetin suç işleme sayısını ve sıklığını idamla durdurmazsınız.
İdam ne tek ne de son çare.
Cinayet ve cinsel istismar sadece bir güvenlik sorunu değildir, aynı zamanda ahlaki bir sorundur da.
Özgecan’ın, Ceylan’ın, Münevver’in, Eylül’ün, Leyla’nın, Şule’nin ve nicesinin isimlerinin yanına yeni isimler eklenmeden bir kriz masası kurulmalı ve telafisi mümkün olmayan acıların son bulması için hukukçular, siyasiler, eğitimciler, pedagog ve psikiyatristler bir araya gelmeli. Suçun işlenmesinin önüne geçilmesi kadar, suç sonrası ceza sürecinin boşluğa yer bırakmayacak şekilde ele alınması ve asıl önemlisi suça meyilliliğin bireysel ve toplumsal nedenlerinin irdelenmesi gerekiyor.
Tedirginlik hissetmeden sokağa çıkmak, eğitim görmek, çalışmak ve haksızlığa uğradığımızda, kötülüğe maruz kaldığımızda adalete içimiz rahat güven duyabilmek başlıca haklarımız değil mi?
Niçin ekmek gibi su gibi elzem olan bu haklardan yoksunuz?
Korkarım ki, her kötülük unutulacak, unutuluyor.
Çünkü her vak’anın bazen kısa bazen uzun vadede hafızalardan silindiğine şahit olmadık mı?
Her birinin üstü zaman içinde örtülmedi mi?
Katil ve tecavüzcü yaratan zihniyetin kökenine inme zamanı gelmedi mi?
İnsana ve hayvana sevgisini, saygısını her daim koruyan, hak arama bilincine sahip, empatisi yüksek bir nesil yetiştirmenin hal çarelerine bakmalı.
Daha kaç tabela (hashtag) açmamız gerekecek sesimizi duymaları için?
#ŞuleÇetiçinAdalet