24 Şubat 2019

Kadının adı Sibel

Sibel, erkekleri kötülemeden de bir kadın hikayesi anlatılabileceğinin kanıtı

Sibel’in vizyona girmesini dört gözle bekliyordum doğrusu. Beklentimi yüksek tuttuğumu itiraf etmeliyim. Damla Sönmez’in şaha kalkan oyunculuğuyla taçlanan filmde yöre halkı dâhil tüm oyuncular yalın performanslarıyla göz dolduruyor, ince düşünülmüş senaryosunda ise gereksiz ayrıntı ve tekrarlardan kaçınılmış, duyguyu yükseltmek adına başvurulan klişelerden uzak durulmuş, kısacası abartısız ve dengeli bir anlatımı var filmin.

Pek çok yönüyle aşina olduğumuz bir hikâye seyirciyi iri laflar, afili mesajlara boğmadan, gereksiz doğa manzaralarıyla gözünü boyamadan anlatılmış, yerel metaforlar ve batıl inançlar ise yerli yerinde kullanılmış.

Daha önemlisi erkekleri kötülemeden de bir kadın hikayesi anlatılabileceğinin kanıtı.

İki yönetmenin ortak çalışması olmasına rağmen film boyunca istikrarlı tek bir sinema dili söz konusu, arı duru bir dil bu. Dramatizasyonda ölçü kaçırılmamış, gereksiz müzik kullanımıyla anlatım boğulmamış, yörenin kültürel kodlamaları göze sokulmamış.

Karakterlerin çoğu aslında gerçek kişilerden ilham alınarak yazılmış: Gelin Kayası, kurt hikayesi, muhtar baba dahil olmak üzere filmin pek çok unsuru aslında Kuşköy’ün yerel tarihinden izler taşıyor fazlasıyla. Yerel mitlerden beslenen bu mikro hikâyenin dünyanın her yerinde bir karşılığı var hiç şüphesiz. Filmin gücü de buradan ileri geliyor; gizli bir dille yöreselden evrensele taşınmasından.

Toplumsal rolüne sıkışmış kadının görünmez zincirlerini kırmasının hikâyesi özünde.

Dünyayı değiştirmenin şüphesiz en insancıl yolu ya aynı sözü daha gür söylemekten ya da mevcut sesler hiçbir işe yaramadığında yeni ve daha güçlü bir söz söylemekten geçiyor aslında. Çünkü değişim ses çıkarmakla mümkün. Çünkü sessizce geçiştiremeyeceklerimizin farkına vardıkça dünyayı daha anlamlı bir yer haline getirmek adına daha fazla ses çıkarmamız şart.

Sesimiz ilk hareketimiz aslında, başlıca eylemimiz.

Böyle başlayacak değişim.

Bir sesle.

Bir haykırışla.

Bir çığlıkla.

Sibel o sessiz çığlığın vücut bulmuş hali işte.

Her işe koşan, her yere yeten, her kahrı çeken, her daim sineye çeken Sibel. Yine de yaranamayan, itilip kakılan, uğursuz görülen. Babası dışında kimsenin, kız kardeşinin bile yüz vermediği gencecik bir kız.

Sibel konuşmasa da dünyalar kadar şey söylüyor film boyunca. Kuşköy halkının günlük yaşamlarında kullandığı ıslık diliyle kendini ifade ediyor gerçi. Fakat sözcüklere sığabilenden daha fazlasını dile getiriyor.

Sibel’in haykırışı ise sade ve çarpıcı bir sinema diliyle beyaz perdeye fısıldanmış adeta.

Sibel’in dönüşümü birey olma bilincine varması gereken her kadın için kaçınılmaz bir rol model teşkil ediyor aslında. Doğruyu yanlışa başkalarının onayına ihtiyaç duymadan kendisinin karar verebileceğini, kültürel kodlamaların kıskacından kurtulmanın panzehirinin cesaret olduğunu haykırıyor. Kırmızı Başlıklı Kız masalını tersyüz ederek kadını av olmaktan çıkarıp avcı konumuna getiriyor.

Ayıp, günah, hata ve suç kavramlarının muktedirin tek taraflı, ikircikli, önyargılı bakış açısına sıkışmış kaba saba anlamını yüzeysellikten kurtarmadan eleştirel aklı egemen kılmak mümkün değil. Vicdani retçi Ali’nin terörist olarak görülmesi de, Sibel’in iffetsizlikle suçlanması gibi, ortak akılla hareket eden insanların basmakalıp yargılarının sonucu. Geleneksel bakışın darlığı da buradan ileri geliyor. Toplumsal kabul adına kişiliğinden ödün vermeye mecbur bırakılan kadınlara kıyasla, hâlini ve yerini sorgulama bilincinden yoksun kadınların sayısı hayli fazla. Halbuki kadınlar kim olduklarına toplum değil, kendileri karar verdiği zaman asıl kimliklerini bulacak. Böylesine hayati bir bilinçlenmeyi politize etmeden anlatıyor film.

Sibel asi bir kurt olduğu kadar başkaldıran bir kuğu.

Hem naif hem güçlü olmak bu demek işte.

Kadının adı var artık.

Kadının adı Sibel.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"