26 Şubat 2017

Kader Üçgeni’nde yaşamak ve ölmek

Hâkimiyetin el değiştirmesi, hudutların yeniden değiştirmesi söz konusu olduğunda ödenen bedeller arasında otokton halkların yurdunu terk etmek zorunda kalması ilk sırada yer alır

Theodor Mommsen 1980’li yıllarda antisemitizmle ilgili görüşü sorulduğunda bir cevap vermiş ve sözlerini şöyle bitirmişti: “Korkunç bir salgındır bu, kolera gibi. Ne izah ne de tedavi edebilirsiniz. Sabırla beklemek zorundasınız, zehir kendi kendini yiyip bitirene ve bulaşıcılığını kaybedene dek!” Max Horkheimer ise ‘Önyargı Üzerine’ adlı makalesinde Mommsen’in zehir ile kastettiği hakikate atıfta bulunmuştu: “Zehir kendini yiyip bitirmemiş, korkunç etkisini icra etmiştir Zehrin artık tüketilip bittiği inancı, geleceğe ilişkin aşırı bir iyimserliktir. Otoriter karakterin koşulları, yiteceğine, her yerde çoğalmıştır.”

Hâkimiyetin el değiştirmesi, hudutların yeniden değiştirmesi söz konusu olduğunda ödenen bedeller arasında otokton halkların yurdunu terk etmek zorunda kalması ilk sırada yer alır. Doğduğu topraklarda kalmayı tercih edenleri ise maalesef tek bir kader bekler: Asimilasyon.

Doğu ve Batı’nın tarih boyunca organik bir bütünlük sağlayamaması, din temelli ezeli rekabetin zaman içinde toprak kavgasının ötesinde bir amaç taşıyarak siyaset arenasında yegane söz hakkına sahip olma hevesine dönüşmesi Ortadoğu’nun inşasını yapı taşlarına kadar değişime uğrattı.

Tüm bunlara sebep Tevrat’ta Yahudilere vaadilen Arzı Mevud topraklarında Büyük İsrail’i  kurma fikri. Veyahut hayali diyelim.  Fırat ve Nil nehirleri arasındaki bölgede. Orası Kader Üçgeni işte.

Kader Üçgeni, Noam Chomsky, İthaki Yayınları, 2017

Topraksız Yahudiler için temelli sığınabilecekleri bir mesken bulma hevesi ABD desteğiyle İsrail Devleti’nin kurulmasıyla sona ermedi, artık bir ülkenin asıl vatandaşı haline gelen Yahudiler bununla yetinmedi, bölgeden Filistinlilerin tasfiye edilmesi ve tüm gücün İsrail’in elinde toplanması icap ediyordu. Son yüz yıldır malum coğrafyanın kaderini belirleyen/ değiştiren bu süreçte meydana gelen hukuki ve hukuk dışı gelişmeler, mali yardımların nasıl yönetildiği ve fonların nerelere aktarıldığı, rolü olduğu ve olmadığı halde hangi aktörlerin devreye girdiğine kadar ekonomik, politik, dinsel ve sosyolojik anlamda çok geniş kapsamlı bir süreçten söz ediyoruz.

Noam Chomsky’nin Kader Üçgeni adlı yapıtı bu meseleyi her yönüyle ele alan belki de tek çalışma. Özellikle geçmişten günümüze İsrail-ABD ilişkilerinin hangi aşamalardan geçtiği ve Eisenhower’in ‘dünyanın stratejik anlamda en önemli bölgesi’ dediği bir coğrafyada yaşananların tüm dünyanın kaderini nasıl etkilediği konusunda bilgilenmek açısından bir ders kitabı olarak görebiliriz. Chomsky’nin cesur üslubuyla titiz araştırmacılığı bir araya gelince ortaya sadece Ortadoğu’nun geçmiş veya bugünkü durumunu her yönüyle inceleyen bir araştırma kitabı değil, aynı zamanda adaletsizliğin ve riyakarlığın her devirde hükmünün geçtiği bir bölgenin maruz kaldığı hunharca saldırıların yanı sıra Amaleklerin (Yahudi olmayan halkları) mevcudiyet alanını nasıl daralttığını da enine boyuna anlamak açısından bundan sonraki ‘kader’ini de etkileyecek bir eser. Çünkü bölgenin ve meselelerin her geçen gün daha fazla kişi tarafından doğru anlaşılması kısa vadede değilse de uzun vadede kaderi değiştirebilecek sivil bir güç yaratabilir. Bu nedenle Kader Üçgeni gibi kitapların okunması önem taşıyor.

Çünkü parçanın kaderi bütünü de etkiliyor. İsrail Devleti’nin kurulmasından bu yana Filistinliler ile İsrailliler arasındaki gerilimli iklim değişmemekle birlikte bölgede Yahudi olmayan ne kadar kadim halk varsa bu şiddet sarmalında bertaraf edilmeye çalışıldı. Yüzü diplomasiden ziyade şiddete dönük olan İsrail kendi çıkarları için ‘yahudi olmayan’ların yok edilmesinin dini bir vazifeye dönüştüğü bir imha politikası izledi. Mesela Batı Şeria’da tek bir Arap’a bile tahammülü yoktu. Araplarla Avrupa arasında gelişebilecek herhangi bir ilişkinin önünü kesmeye daima kararlı oldu. Radikal milliyetçilik bu yüzden kısa zamanda ivme kazandı. İsrail basını Beşinci Dünya’dan bahseder sık sık. Yani İsrail, Güney Afrika, Tayvan: ileri teknolojili silahlar geliştiren ülkeler. Bölgenin doğal kaynakları üzerindeki hakimiyet savaşı da cabası.

Ayrıca İsrail’e aktarılan kaynakların neler olduğunu ABD’de tartışmaya açmak bile mümkün değil. AIPAC’in (Amerika-İsrail Kamu İşleri Komitesi) sebeb-i varlığını sorgulamak bile adeta yasak. Ancak ABD dışında tüm dünya İsrail’i bir tehdit unsuru olarak görmeye başladı. Amerika’nın Ortadoğu’daki güvenilir müttefiki, sarsılmaz kalesi haline gelen İsrail, ‘orta yol’ tekliflerine her daim kapalı oldu, bölgedeki hakların ‘yerini bilme’leri hususunda kendini bilir kişi tayin etti daima.

Filistin’deki Yahudi olmayan halkların medeni ve dini haklarına zarar verilmemesi ve onlar için ulusal bir yuvanın kurulmasını kolaylaştırma amacını taşıyan Balfour Deklarasyonu 1917’de yayımlandı. Buna karşı çıkanlara retçiler denildi. Zaten daha sonrasında, verilen sözlerin tutulmaması ve çelişkili ifadelerle vaatlerin askıya alınıp durması bölgedeki kirli oyunu kısa zamanda su yüzüne çıkardı. 1967’deki 6 gün Savaşı, ardından 1973’teki Yom Kippur Savaşı Michael Walzer’in ‘haklı savaşlar’ incelemesi kapsamında önemli direniş vak’alarıydı aslında.

1979’da İsrail ve Mısır arasındaki barış anlaşmasına, 1988’de FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) barışa kapı aralamasına, 1993’teki Oslo Barış Süreci’ne, 1994’te Filistin Yönetimi’nin kurulmasına rağmen bir türlü sulh ortamı yaratılamadı. Trump yönetimindeki Amerika’nın İsrail’le ilişkiler konusunda nasıl bir politika izleyeceği netliğe kavuşmadı üstelik.

Daha geçtiğimiz yüzyılda ana babaları hunharca katledilen Yahudilerin nasıl bu kadar barbar olabildiklerini anlamak insan doğasına aykırı. Bu öfkenin nedeni geçmişe değil geleceğe yönelik belki de. Hepimiz o Kader Üçgeni’ndeyiz aslında. Bölgenin yakın tarihinin resmi ideolojilerin dışında okunması lazım. Üstelik Chomksy gibi oryantalist olmayan bir aydının tarafsızlığıyla yazılmış bir kitap Türkçe’ye çevrilip neşredilmişse!


@NarDogu

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"