27 Mart 2013

Jîn'in Çığlığı

Kelimelerin kan kaybettiği ama anlamın varlığını cesaretle sürdürdüğü anlar vardır...

Birîndar bi birîna xwe dizane*

Kelimelerin kan kaybettiği ama anlamın varlığını cesaretle sürdürdüğü anlar vardır. Bazen bir şiir bazen de şiirsel bir film böyle bir anlamı sürükler. Bazı kareler eskimemiş bir hatıratın gölgeleriymişçesine gözünüzün önüne gelip durur.   Reha Erdem’in sabık filmlerinden epey farklı bir yerde duran Jîn, yönetmenin amansız bir gerçekliği  gerçekdışı öğeler kullanarak deruni bir bakışla anlattığı unutulmaz bir şaheser. Varlığı gölgeye dönüşmüş herkesin yarasına aşina izler bulabileceği Jîn, umuda ve barışa dair inancını inatla sürdürenlerin nifak tohumu ekenlere ısrarla tavsiye etmesi gereken bir film.  

Jîn. Henüz 17 yaşında. Jin’in Türkçe’deki anlamı “ kadın”. Ancak i şapkalı olduğunda hayat anlamına geliyor. Jîn köyünden ayrılmış, dağa çıkmış,PKK’da gerilla eğitimi almış. Eline silah verilmiş, savaşması öğretilmiş. Peki, örgütten gizlice ayrılıp kendi yoluna giderse başına ne gelir? Jîn serabî  bir masal, barışa ve umuda dair lirik bir destan, kendi ve öteki olabilmenin tüm imkanlarını zihninizin kapısına getiren bir başyapıt. Savaşın sadece insanı değil, kuşuyla kurduyla, çiçeğiyle böceğiyle bütün doğayı yağmaladığı bir coğrafyada okul çağında gerilla mücadelesine katılmak zorunda kalmış genç bir kızın, aslında Kürtlerin varolma mücadelesinin hikâyesi.

Barışa ne destek ne köstek olanların, hafızasını nefret denizinde demirleyenlerin, bakışlarını kör kuyuya dikenlerin, kulaklarını kardeşlik türkülerine tıkayanların, kalbi milli hamasetle atanların, ellerini  gizli hesaplar için ovuşturanların, sırtını ötekine dönenlerin, kendinden başkasını yok sayanların izlemekten kaçınacağı bir film Jîn. Çünkü onlar hiçbir aynada yüzlerine bakamayanlar… Çünkü onlar demokrasiden, barıştan, özgürlükten, kardeşlikten başka anlamlar çıkaranlar.

Canlı fareyi dişlemek zorunda kalanlar,  koltukaltına sıcak yumurta konanlar, makatına cop sokulanlar, aç bırakılanlar, tecavüze uğrayanlar, falakaya yatırılanlar, elektrik verilenler benim hissedebildiğimden eminim daha fazlasını bulacak Jin’de.

Reha Erdem’in kamerası çekirgenin, geyiğin, ayının, yarasanın, kaplumbağanın herbirine dilsiz roller vererek çok sesli bir hikayeye dönüştürmüş Jîn’i. Çok az diyalog olmasına rağmen Jîn sessizliğin filmi değil, aksine dile dökülemeyenin, söylenemeyenin filmi. Kameranın değdiği taşlar, dağlar, çiçekler hep birşeyler söylüyor, insan yönümüzü hatırlatıyor, bir türlü övünemediğimiz, hep ertelediğimiz,doğadan ihraç ettiğimiz insan yönümüzü. Reha Erdem, insanın vahşetinden doğanın cömert inayetine sığınmış. Oysa vahşi hayvanların hiçbiri Jîn’e zarar vermezken Kürdüyle Türküyle eril zihniyet “niyeti bozuyor”,tecavüze teşebbüs ediyor. Jîn ise “yarin yanağından gayri herşeyde hep beraber” diyenler gibi herşeyini bölüşüyor; bazen bir kuru ekmeği bazen dipdiri umudunu bazen de sadece kararlı gülümsemesini.

Savaşın ekolojik tahribatını filmi onar saniyelik doğa görüntüleriyle başlatıp- ki ekolojik bilinci anarşizmle harmanlayan Murray Bookchin’in çalışmalarından yararlandığı yadsınamaz-  ani bombalama sahnesiyle anlatan Reha Erdem’in, otuz yıllık bir acıyı genç bir kızın hikayesiyle anlatmasının sebebi kadınların her koşulda daha ağır yük taşıdığını, daha fazla çile çektiğini düşünmesi.  Bir kadın gerillanın  Nizamettin Arıç’ın “Dayê Rojek Tê” parçasının giriş kısmını söylediği sahne, Jîn’e yardım eden köylü kadın, Jîn’i kıyafet ve yiyecek çaldığı evin ( ege şivesiyle konuşan) ninesi… Reha Erdem’in  gencinden yaşlısına kadınları merceğe yerleştirdiğinin göstergesi.

Deniz Hasgüler’in Kürtçe’yi aksanlı konuşması doğal oyunculuğuna gölge düşürmüş, filmde bunun gibi birtakım eksiklikler yok değil. Öyle ki, Jîn’in hikayesinin 90’larda mı 2000’lerde mi geçtiği muğlak. Öte yandan, ayıların dost canlısı olmadığı düşünülürse Jîn’e saldırmaması gerçekle bağdaşmıyor, ancak Reha Erdem’in fabllara özgü masalsı bir atmosfer yarattığını hesaba katarsak  pek yadırgamamak gerektiği kanaatindeyim. Bazı sahnelerde  aşırı  dijital uygulamalar, kurguda bazı kaymalar hissedilse de Reha Erdem’in masalsı bir hissiyatla  acıyı hafifletmeden sadece estetize ederek beyazperdeye yansıtması bile Jîn’in unutulmaz filmler arasında yer almasına fazlasıyla yetiyor.

Jîn sessizliğin filmi, fakat öyle çok şey söylüyor ki. Kulaklarını tıkamayanlar, yüreklerini açabilenler için.

*Yaralı yarasını bilir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"