10 Ağustos 2021

İçimizdeki yangın ne zaman söner?

Eşitliğin sadece insanlar arasında değil, tüm canlılar arasında olması gerektiğini öğrense artık. İçimizdeki yangın o zaman sönmeye başlayacak işte. 

Ağaçların nefes aldığını, canlarının yandığını, kokuyla iletişim kurduklarını öğrenince kesilmelerinin katliamdan farksız olduğunu söylüyor Peter Wohlleben, Ağaçların Gizli Yaşamı’nda. Ağaçların susuzlukta çığlık attığını belirtiyor. Kulaklarımızın değilse de istersek yüreklerimizin duyabileceği bir feryat bu aslında.

 Sebebi her ne olursa olsun; kundaklama, kuraklık, erken müdahalede bulunulmaması v.s. aslında son yıllarda yangınların çoğu doğal afet değil. Sebebi insanoğlunun doğa üzerindeki tahakkümü, egosunu ekosistemin tepesine koyması. Çünkü dünya genelinde hükûmetlerin kulağının üstüne yattığı bir sorun var: İklim krizi.

Bundan birkaç yıl önce Köln’de üç iklim aktivisti çarpıcı bir eylem yapmıştı. Darağacında boyunlarına ilmek geçmiş halde büyük bir buz kalıbının üzerinde durmuşlardı sessizce. Dünyanın gidişatıyla ilgili anlamlı bir işaret fişeğiydi bu. İklim krizinin başlıca nedenlerinden küresel ısınmanın insanlığın sonunu getireceğine dair.

Paris İklim Anlaşması’na taraf olmanın önemi gün geçtikçe artıyor. Böylece iklim sorununu dünyanın en büyük sorunu kabul ederek ortak hareket etme yönde adım atabiliriz. Ancak Türkiye Paris Anlaşması’nı 2016’da New Yorkta 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamasına rağmen hâlâ taraf değil. 

  1. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sitesinde aynen şöyle yazıyor: Türkiye, Paris Anlaşması kapsamında iki konunun önemi üzerinde durmakta ve bu hususların çözümüne odaklanmaktadır.

Birinci Husus: Türkiyenin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmesi, 

İkinci Husus: Türkiyenin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapması imkânsızdır. Bu hususun kayıt altına alınması gerekmektedir.

Öyleyse soralım: Çevreye duyarlılık göstermeyen ekonomik büyüme gerçek bir ilerleme midir? Denetimli nüfus artışı tüketicileri bilinçlendirdiğiniz sürece niçin iklim krizinin önlenmesi için yapılması gerekenlere engel teşkil etsin?

1750den beri atmosferdeki karbon miktarının %40 arttığını göz önünde bulundurursak her bahane geçerliliğini yitiriyor aslında. Fosil yakıtlar, endüstriyel hayvancılık, buzulların erimesi sebebiyle karbon salınımının arttırması da yangınların sebepleri arasında. Amerika, Avustralya ve Kanadadaki yangınlar birbirinden bağımsız değil.

Bu ülkeler yangın söndürmede oldukça başarılı. Örneğin, Kanadada alevler henüz yayılmamışken müdahale edilirken REMSAT adlı bir sistemden yararlanılıyor. Yangın öncesinde, sırasında ve sonrasında uydu hesaplamaları müdahale hızını ve sonuç alma verimliliğini arttırıyor. Böylece ekip ve kaynakların mevcut durumu, ihtiyaca göre dağılımını takip etmek kolaylaşıyor.

Geçmişte Türkiye’nin %70’i ormanla kaplıydı, aslında bu oranın şimdi en azından %50 olması gerekirken sadece %24.  Ormanlık alanlar maden ruhsatı, beş yıldız otel inşaatı nedeniyle pek çok kez kundaklandı. Şimdiye kadar ülkemizdeki en büyük yangın 31 Temmuz 2008’de Antalya Serik-Taşağıl’da başlayıp beş gün sürdü. Hasar tespiti sonucu 77 konut, 88 ahır ve deponun yandığı, ilköğretim okulu ve lojmanının, caminin ve köy konağının hasar gördüğü, 50 küçük ve büyükbaş hayvan ile 106 kovan arının can verdiği anlaşıldı. Yangını söndürmek için 9 helikopter, 2 amfibik uçak, 5 THK uçağı, 225 arazöz, 45 dozer, 150 teknik eleman ve 1300 yangın işçisi görev aldı.

Sene olmuş 2021, neredeyse iki haftadır süren, farklı yerlerde eş zamanlı çıkan ve çok daha geniş bir bölgeye yayılan yangınlarda ise durum malum, her şey apaçık ortada. Amansız bir talan, acımasız bir kıyım, telafisi çok güç bir vahşet bu.

Akdeniz kuşağı orman yangınları risk haritasında kırmızıyla gösteriliyor. Manavgat için yerleşim yerlerinde enerji nakil hatlarının yoğunluğu, ayrıca kolay tutuşabilen ağaçların (sadece kızılçamlarla sınırlı değil) çokluğu nedeniyle tutuşma riskinin arttığına dair altı yıl önce uyarı yapılmış. Geliyorum diyen felaketlerden en az hasar ve can kaybıyla kurtulmak için tedbir planlarının hazırlanmaması ya da kâğıt üstünde kalması, hızlı harekete geçilmemesi ve koordinasyon zafiyeti, daha önemlisi iktidarın yeterince duyarlık göstermemesi neticesinde yürekleri de yakan bir cendereden geçiyoruz. Ormanlarda emniyet şeridi yoksa, erken müdahale yapılmadıysa bir de rüzgâr ters yönden esiyorsa alevlerin hızla yayıldığı bilinen bir gerçek.

Şimdiye kadar sekiz insan can verdi. Evler, ahırlar, arabalar, işletmeler kül oldu. Yerleşim alanları tahliye edildi. Ölen sincap, koyun, arı, kaplumbağa, kuş ve adlarını tek tek sayamadığım hayvanların sayısını bilmiyoruz.

             Eynif Ovası'ndaki 1500 yılkı atından kaçı kurtarıldı mesela?

             Acıdan kavrulan sesler kulağımda çınlıyor.

             “Neye yarar bundan sonraki yaşamlarımız bizim?”

             “Bundan sonra bize hayat yok. Bu çamları dikmek istesek elli altmış yıl gerekiyor. Arıcılık bitti.”

             “Bizim arkamızda neden devletimiz yok? Helikopter iki defa su atmış gitmiş.”

             “İlk gün yapılabilseydi bu müdahaleler, bu orman ve içindeki canlılar yok olmazdı.”

             “Biz burada göz göre göre yandık.”

AKPnin kriz yönetimindeki başarısızlığı, çevre ve ortak yaşarlığa duyarsızlığı, sorumluluk kabul etmemesi, özeleştiri vermemesi, baskı ve sansür politikaları gün gibi ortada. Birkaç gündür gönüllüleri ve gazetecileri felaket bölgelerine almamaya başladılar. Halbuki gönüllülerin ve belediyelerin dayanışması olmasaydı, insanlar sosyal medya ve basın aracılığıyla seslerini duyurmasaydı hasar ve kayıplar çok daha fazla olacaktı. 

#HelpTurkey etiketiyle tweet atanlar, yangınların müdahalesizlik ya da geç müdahale nedeniyle büyüdüğünü video görüntüleriyle belgeleyenler hakkında soruşturma başlatıldı hemen. Sebep? Çünkü devleti aciz göstermişler. Halkın kendi arasında yardımlaşması devletin acziyeti değil mi? Halka Iban numarası vermek devletin acziyeti değil mi? Felaketzedelere çay paketi fırlatılması devletin acziyeti değil mi? Milyonlar harcanan saraylara, parklara rağmen yangın uçaklarımızın kullanılamaması acziyet değil mi?

Muhalifleri vatan haini ilan etmeye and içmiş bir iktidarın yangınında sağ kalmaya çalışıyoruz yirmi yıldır.

Sözüm ona infial yaratmaması uğruna gerçekler tahrif ediliyor sürekli. Bin kez söylesek yeridir, hakikat kurtaracak bizi. Buna rağmen senelerdir bitmek bilmeyen bir yüzleşme sorunu var memlekette; kendinle, geçmişinle, hakikatle.

Acının binbir çeşidini tecrübe ettik bugüne kadar. Katliamların, faili meçhullerin, gözaltında kaybedilenlerin, deprem ve sellerin, kadın cinayetlerinin, çocuk istismarlarının, terör saldırılarının ateşi çok düştü içimize. Zincirleme yangınların tahribatı, tüm afetler gibi, bir süre sonra gündemden düşecek, zihnimizdeki görüntüler bulanıklaşacak. İtfaiyecinin parmakları arasından su içen  kelebeği, kabuğu yanan kaplumbağayı, dumandan boğulmuş koyunları bazılarımız zamanla unutacak belki. Hükûmet göstermelik vaatleri, para odaklı telafi önerileri çoğunlukla lafta kalacak. Halk yaralarını kendi saracak yine.      

Mağdura kimlik sormadan dayanışmak direncimizi arttırsa da taşıma suyuyla değirmen döndürmek yerine temel haklarımızdan faydalanabilmenin konforunu yaşasak biraz da. Hani vergimizle rezil olmasak artık.

Zeytin ağaçları iki senede bir mahsul verir. Var yılı ve yok yılı denir halk arasında. Bu sene var yılı”ydı. Ne yazık ki kavrulmuş gövdeleri kaldı geriye. Doğanın kendini tamamen yenilemesi için en az yirmi yıla ihtiyaç olduğu söyleniyor. Dallar ne zaman yeşerecek kim bilir? Ya umutlar?

Homeros İlyada Destanı’nda bir zeytin ağacına yaslanır. Zeytin ağacı ise Ben herkese aidim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım” der.

İnsanlar doğayı daha fazla incitmeden geçip gitmeyi bilse dünyadan.

Eşitliğin sadece insanlar arasında değil, tüm canlılar arasında olması gerektiğini öğrense artık.

İçimizdeki yangın o zaman sönmeye başlayacak işte.    

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"