17 Eylül 2017

Hrant Dink ve ışıklar

Birbirimizin hakkına sahip çıkalım!

Şili’de Claudio Castillo adında bir sanatçı. Toplumun erkek egemen yapısına ve LGBT üyelerinin uğradığı ayrımcılığa dikkat çekmek amacıyla bir grup kurdu. Yaşları 26-42 arasında değişen, farklı mesleklere sahip 12 erkek her ay bir gün şehrin başka bir noktasında bir araya gelerek örgü örüyor.

Diyarbakırlı Mehmet Nesim Öner. Hayvanları otlatırken mayına basıp bir kolunu ve bir gözünü kaybetti. Altı yıl sonra spora başladı. 2 yılda Paralimpik Olimpiyat sporcusu oldu. İngiltere’de düzenlenen Avrupa Görme Engelliler Atletizm Şampiyonasında 1500 metrede altın madalya sahibi oldu.

Rwanda’da 11 genç. ‘Future Vision’ adlı bir akrobasi grubu kurdu. Gençlerin bir araya gelerek karşılıklı güvene dayalı ilişkiler geliştirmelerini hedefliyor. 1994’te yaşanan soykırımın kötü izlerini silmelerine destek oluyor.

22 Ekim 1993. Diyarbakır Lice’de askeri bir operasyon düzenlendi. İnsan hakları ihlallerinin yaşandığı bu operasyonun sorumlularının yargılanması için, davanın zaman aşımına uğrayacağı tarihte 22 Ekim 2013’te kurulan ‘Lice Adalet Arıyor’ platformu yeni tanıkların bulunarak olayın tekrar incelenmesi, halkın bu konuda bilgilendirilmesi ve adaletin sağlanması için mücadele veriyor.

Başta Washington olmak üzere, Amerika’da ‘Göçmensiz Bir Gün’ boykotu yapıldı. Göçmenlerin çalıştığı iş yerleri bir gün kepenk indirdi ve bu durumun ekonomiyi nasıl olumsuz etkileyeceğine dikkat çekildi.

Mecid el Aisa. Suudi Arabistanlı feminist bir şarkıcı. Kadınlara dayatılan rolleri eleştirdiği, Arap kadınların basketbol oynarken, kaykaya binerken gösterildiği Hwages, yani ‘Sorunlar’ adlı klibi kısa sürede oldukça büyük ilgi uyandırdı.

Def Rap. İşitme Engellilerin kurduğu bir müzik grubu. ‘Eller Konuşur’ adlı videolarıyla içlerindeki rap aşkını gösterdiler, hiçbir şeyin hayallere engel olamayacağının canlı kanıtı oldular.

Victoria Emah Emah. Ebeveynleri aids nedeniyle ölen 5000 öksüz çocuk için kurduğu yardım derneğinde 15 yıldır çalışmalarını sürdürüyor. Ayrıca Afrika halkına aidsin büyücülerin yaydıkları bir lanet değil, HIV virüsü taşıyanlardan kan ve cinsel ilişki yoluyla bulaşan bir hastalık olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Çorbada Tuzun Olsun Derneği ise gönüllülerin dayanışmasıyla her akşam Taksim’de evsizlere çorba dağıtıyor. Amaçları evsizler için kalıcı çözümler bulmak, onları sokaklardan kurtarmak ve toplumsal farkındalığı arttırmak.

Onlar Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ödül töreninde,  topluma ışık tuttukları ve daha aydınlık bir gelecek için mücadele ettikleri için adlarından söz edilen Işıklar… İster bireysel ister örgütsel olsun, daha adil ve eşit bir toplum düzeni için fikir üreten, proje oluşturan ve hayata geçiren, her türlü yasak ya da engellemeye rağmen doğru bildiğini söylemekten vazgeçmeyen ilham kaynakları onlar.

Her ayrımcılığın kökeninde önyargı, sabit fikirlilik ve biraz korku yatar. Kendinden olmayanı düşmanlaştırarak hayal ürünü tehlikelere karşı gardını alıp kendini koruduğunu sanır insan. Böylece sadece kendi dininden, etnik kökeninden kişilerle bir arada yaşamanın huzur sağlayacağı yanılgısına kapılır, diğerlerini ya kendine benzetmek için uğraşır ya da saf dışı bırakır. Böylece birbirinden kopuk yaşayan, yakınlaşmayı tehlikeli bulan ve farklılıklara tahammül edemeyen toplumlar çıkar ortaya.

Diyalogun önemini vurgulayıp farkındalıkları arttırmak, olumsuz algıları değiştirip toplumlar arası barışı tesis etmek isteyen her girişim desteklenmeli ve adlarının daha çok duyulması sağlanmalıdır.

Çünkü Hrant Dink’in de mücadelesi tam da böyle önyargısız ve samimi bir diyalog kurabilmek adınaydı, Ermeni ve Türk halkları arasında. Kini teşvik eden yaklaşımları eleştirir, iki halkın birbirini tanıması, birbirine güvenmesi ve yan yana barış içinde yaşamasını salık verirdi yazılarında olsun, konuşmalarında olsun. Hrant Dink  barış karşıtlarının, ayrımcılıktan nemalananların, düşmanlığı körükleyenlerin rahatsız olduğu bir ışıktı. Göz alıcı denli parlak bir ışıktı Hrant Dink. Ve o ışık ölmedi, ölmeyecek.

Hrant Dink 2006’da Henri Hannen Basın Ödülü’nü aldığında şöyle demişti: “Size Türkiye’den bahsetmek istiyorum. Dışardan çok karanlık, çok dindar, çok milliyetçi gözükebilen bir ülkeden bahsediyorum ve ben o ülkenin içinden geliyorum. Ama o ülke karanlık bir ülke değil! Aydınlanıyor ve biz onu aydınlatmak için çaba sarf ediyoruz.”

Bu ülkenin aydınlanması için, Hrant Dink gibi canı pahasına emek veren, mücadeleden yılmayan başka isimler de var. Eren Keskin gibi.

Bu sene Hrant Dink Ödülü’nü alan Eren Keskin hem kamusal alanda hem siyasi platformlarda kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadele eden, Kürt halkının demokratik haklarını elde etmeleri ve Kürtlerin ağırlıklı yaşadığı şehirlerdeki hukuk dışı operasyonlarda yaşanan insan hakları ihlallerinin ortaya çıkarılması için çaba sarfeden bir ışık.

Ödül sahibi bir diğer kişi ise Ai Weiwei. Kavramsal sanat alanında çalışmalarıyla tanınan sanatçı gerek yaşadığı coğrafyadaki hukuksuzluklarla mücadele eden, gerek dünyanın dört bir yanındaki mültecilerin daha insani koşullarda yaşamaları, mecburen iltica ettikleri ülkelerde hoşgörü ve dayanışmayla karşılanmaları, maruz kaldıkları kötü muamelelerin önüne geçilmesi için yaratıcı ve kışkırtıcı sanatsal faaliyetlerde bulunan özgün bir isim. Ardı arkası gelmeyen baskılara rağmen, çalışmalarını sürdüren Ai Weiwei özellikle son yıllarda Avrupa ülkelerinde nüfusları giderek artan mültecilerin dramını resmettiği porselen tabak ve vazolarla insanlığın trajedisine sanatı aracılığıyla dikkat çekiyor.

Hem Eren Keskin’in hem Ai Weiwei’nin bugüne kadarki çalışmaları ve ödüllerini aldıktan sonra yaptıkları anlam yüklü konuşmaları insan haklarını savunmanın evrenselliği üzerine düşündürdü beni. İnsanın sadece doğup büyüdüğü topraklardaki soydaşlarının hakkını değil, hiçbir din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeksizin her mağdurun hakkını savunmanın gerekliliği üzerine.

İnsan haklarının her geçen gün daha şaşırtıcı ve can yakıcı bir şekilde ihlal edildiği bir ülkede insan olmak nedir? Nasıl insan kalınır? İnsan kimdir?

İnsan Hakları Beyannamesinin maddeleri evrensel yasalar olarak telakki edilmeli ve insan haklarının ihlal edilmesine yönelik açılan davaların akim kalmasına müsaade edilmemelidir.

Hrant Dink davasının her aşamasını takip eden Özlem Dalkıran başta olmak üzere gözaltına alınan ve tutuklanan İnsan Hakları Savunucularının,

ispatlanmamış iddialar nedeniyle neredeyse bir yıldır tutuklu bulunan gazetecilerin,

yıllardır evlatlarının cesedine kavuşamayan Cumartesi Anneleri’nin,

2000’de Hayata Dönüş Operasyonu’nda Burdur Cezaevi’nin duvarını yıkan buldozer yüzünden kolunu kaybeden ve KHK nedeniyle kaybettiği işini geri almak için eylem yaparken polisin plastik mermi sıktığı sosyolog Veli Saçılık’ın,

suçsuz yere 32 yıl hapis yatan Tahir Canan’ın,

ağır ihmaller nedeniyle gencecik yaşında hayata gözlerini yuman Eren Bülbül’ün,

bireysel kararlarıyla başladıkları açlık grevlerini sürdüren Nuriye Gülmen ve Semih Özakça dahil olmak üzere KHK kapsamında işten çıkarılan tüm akademisyenlerin ve öğretmenlerin,

erkek şiddetine maruz kalan kadınların,

cinsel istismara uğrayıp öldürülen çocukların,

aşağılayıcı ve dışlayıcı davranışlara maruz kalan mültecilerin,

Sur ve civarında son birkaç yıldır yapılan tüm insanlık ve hukuk dışı uygulamalarda canını kaybeden, evleri yıkılan ve yerinden yurdundan edilen halkın,

annesinin cenazesine saldırılan Aysel Tuğluk’un

ve insanlık onuru çiğnenen herkesin hakkına sahip çıkmak insanlık vazifesidir.

Sadece kendi komşunun, arkadaşının, akrabanın, çocuğunun, ebeveyninin, aynı siyasi görüşe ya da dine mensup olduğun kişinin hakkına değil, haksızlığa ve zulme uğrayan istisnasız herkesin hakkına sahip çıkmak insanlık borcudur.

Birbirimizin hakkına sahip çıkalım!

Yoksa cılız ışıkları aydınlık zanneder, gözümüzü kör eden karanlığın bizi yutmasına izin veririz.

@NarDogu

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"