Yazara kendi içgörüsünden başka hiçbir şey daha iyi rehberlik edemez. Elif Şafak naifliğini, yalnızlığını sevdiğim bir yazar her şeyden önce. Romancılığını ise Araf, Bitpalas,Mahrem, Baba ve Piç adlı yapıtlarıyla severim.Pinhan'ı ise samimi acemiliğinden ötürü ayrı bir yerde tutarım. Ancak Aşk ile beraber romancılığı edebi anlamda ivme kaybetmiştir bana göre. Sanki yaratıcılık damarlarından biri kesilmiş, üslup ve dilde geriye düşmüştür.
3 yılda tamamladığı son romanında, Aşk ile sularına daldığı popüler edebiyatın basmakalıp formülünü kısmen bir yana bırakmışa, özgün üslubunun serkeş kurallarına geri dönmüşe benziyor. Daha incelikli yazılabilirdi dediğim pek çok bölüm neyse ki romanın omurgasını eğmiyor. İngilizce yazdığı romanların çevirisinde Osmanlıca ve Farsça kökenli kelimelerden bol bol yararlanması bakımından, Ustam ve Ben Öztürkçeciliğe karşı duran, eski kelimelerin kökünün kurutulmasına celallenen benim gibi kişileri memnun edecek söz dağarcığına sahip. Ancak sabık romanlarına nazaran çeviri daha sade, daha rafine yapılmış.
Hintli filbaz Cihan ile beyaz fil Çota'nın başından geçenler, arada geri dönüşlerin kullanıldığı çoğunlukla düzçizgisel bir zaman kipinde Tanrı anlatıcı aracılığıyla anlatılıyor. Genç filbaz Cihan'ın biricik dostu Çota'nın, Şah Hûmayun'un ihdâsı olarak Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın sarayına götürülmesiyle başlayan roman Cihan'ın delikanlılığından yaşlılığına kadar devam ediyor. Cihan, Çota ile birlikte Sultan Süleyman'ın ordusunda savaşa gidiyor, zaferle döndüklerinde halkın takdir dolu alkışlarıyla, haykırışlarıyla şeref duyuyor. Gizli sevda çektiği Mihrimah Sultan'ı düşlüyor, çıraklık ettiği Mimar Sinan ile camiler inşa ediyor. Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan ve Mimar Sinan kadar Afrika'dan getirtilip hadım edilen haremağaları, tebaadan sayılmayan çingeneler, fikir danışılan gökbilimciler... Masalsı anlatımın uzuvları adeta. Bağnazlığın doruğa çıktığı, cemaate camiye gitmesi için fetva verildiği, gayrimüslimlerin daha yüksek oranda vergi ödemeye mecbur edildiği bir dönem aynı zamanda. Görünen refahın ardında saklanan görünmeyen eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, kayırmacılığı, yozlaşmayı anlatmış Elif Şafak. Dini inancı, korku ve sevgi çelişkisi üzerinden irdelemiş.
Uzun yıllar yurtdışında yaşamasına rağmen " Batılı" gözlerine mil çekmiş bir yazar Elif Şafak. Dışardan değil, içerden, derunîden bakmayı gayet iyi başarıyor. Hakim sınıfa tarihi anlatma kaygısına düşen oryantalizmin kıskacındaki tarafgir bir yazar gibi değil, her bireye eşit mesafede, diyalojik bir üslupla, beğendirme veya tanıtma kaygısı gütmeden sadece " anlatmak" için yazıyor. Samimiyetindeki sırrın burada yattığı fikrindeyim.
Elif Şafak'ın hikayenin masal diline özgü üslubuna ve hûlyalı atmosferine uygun bir anlatım tercih ettiği şüphe götürmez. Şüphesiz mekân tasvirinde, atmosfer yaratmada, hikayenin ruhunu yakalamada dilin olanaklarını son derece rahat kullanabilen bir yazar. Onun romancılığının karakterden ziyade atmosferi merkeze alan bir üsluba sahip olduğunu düşünüyorum. Sabık romanlarında karakterlerin ete kemiğe pek fazla büründüğünü söyleyemem. Pek çoğu ayak izleri belirsiz karakterlerdi. Her ne kadar roman yazarken ya karaktere ya hikayeye aşık olduğunu hatta bazı romanlarında, taşıyamadıklarını düşündüğünden birkaç karakterin ismini değiştirdiğini söylese bile Elif Şafak romanları karakterleriyle değil atmosferiyle kalır hatırımda. Çünkü bir karakteri ön plana çıkartıp diğerlerine haksızlık etmek istemez. Çok insanlı romanlardır her biri. Hakikatin her parçasına ulaşamayacağımızın bilinciyle açık uçlu, tamamlanmamış karakterler çizdiği, her birini kusurlu ve bulanık tasvir ettiği kanaatindeyim. Ancak ilk kez Ustam ve Ben'de kanıyla canıyla bir karakter vardı sayfalar arasında, Mimar Sinan. 99 yaşında vefat eden deha, kelimelerle vücud bulmuş adeta romanda.
Çok anlamlı bir metin kurma çalışmasında metaforlardan sıklıkla yararlanıyor Elif Şafak. "Beyaz fil" bu metaforların başını çekiyor. Öte yandan, okura kılavuzluk edecek cümleler kurmayı da ihmal etmiyor, bilgelik öğretileri yazmayı da. Ustam ve Ben'de bolca nasihat mevcut. Keşke daha derine saklasaydı da, metnin toprağını kazıp ulaşsaydım diye düşünmeden edemedim.
Neyi anlatmak kadar nasıl anlatmak meselesini de kendine dert edinen Elif Şafak , bana göre romancılığının zirvesi sayılacak Mahrem adlı şaheserinden sonra hemen hemen her romanını, temel izlek bellediği Tasavvuf'un uhrevi ışığıyla kuşattı adeta. Ustam ve Ben'de, Mesnevi'den iktibas ettiği pek çok bölümle karşılaştığıma şaşırmadım. Tasavvufun, yazarın müteakip romanlarına da kaynaklık etmeyi sürdüreceği kanaatindeyim. Üslûpsal tekerrürde böylesi bir adanmışlığın, riayetin payı olabilir mi?
Gelelim intihal iddialarına... Jose Saramago'nun seksen altı yaşında hastane yatağında tamamladığı son romanı Filin Yolculuğu. Portekiz Kralı'nın Avusturya Arşidükü Maximillian'a ihdâ ettiği fil Süleyman ve filbaz Subhro'nun Lizbon'dan Viyana'ya yolculuğu. Engizisyon mahkemelerinin adalet duygusunu çürüttüğü Avrupa'yı hümanist felsefesiyle terbiye eden bir filin yolda olma halini anlattığı romanında Jose Saramago tıpkı Elif Şafak gibi ne fili ne filbazı yüceltiyor. İki romanın temel olay örgüsü, omurgası oldukça benzer ancak güzergahı, okuru çıkarttığı yer birbirine yakın sayılmaz. Yazarın şahsi katkısını, tefekkür ve imgelem gücünü kolayca hiçe sayıp intihal yaftasını yapıştırmak her şeyden önce etik değil. Benzerlikler ve farklılıklar temelinde kıyaslama yapıp pek çok açıdan eleştirebiliriz ama özgünlüğü kadim bir yasa gibi belleyip edebiyatı daraltmak doğru değil. Bir eserin intihal olup olmadığını tanıtlayacak ölçütlere bakmak lazım.
Elif Şafak gözünü popüler edebiyatın çapaklarından yeterince arındırmasa da, yer yer tekrara düştüğü dil alışkanlıklarından tam olarak sıyrılamasa da, daha edebi bir ormana dalmışa benziyor. Romancılığının "acemi ustalık" diyebileceğim dönemine geri döndüğünün sinyalini veriyor adeta.
USTAM VE BEN
ELİF ŞAFAK
DOĞAN KİTAP
472 sy.