13 Ağustos 2014

Her intihar parmak izi gibidir

Artık birini öldüğü vakit görmeye başlıyoruz. Ölmek, görünür hale gelmenin bir başka biçimi. Başka türlü hakkını vermiyoruz sanatçının

Sinemanın büyüsüne erken yaşta kapılanlardanım. Sinemanın görsel kurmaca alanının dünyadan daha iyi bir yer olduğundan şüphe etmediğim yıllar. Sezon filmlerini kaçırmamaya yemin ettiğim, salonun karanlığında dev ekranda izlediğim filmlerin aklıma kazınan sahnelerini rüyamda gördüğüm zamanlar.  Robin Williams'ın Ölü Ozanlar Derneği'nde sıraya çıktığı sahne belleğimin sakladıkları arasındadır mesela.  Onu aslında Balıkçı Kral ile tanımıştım. Filmde canlandırdığı karakter gözümün önünden gitmemişti günlerce. Günaydın Vietnam başta olmak üzere sabık filmlerini hep evde seyretmiştim. Can Dostum, Aşkın Gücü, Arap Saçı'nı ise sinemada. Robin Williams oynadığı filmlerinden ziyade o filmin hem bir parçası gibi duran hem de tek başına büyüleyici bir şölene dönüşen rolleriyle kazınmıştı hafızama. Dengeli, abartısız oyunculuğuyla birbirinden farklı rollere nefes veren bir aktördü. O filmlerine aitti, nefes verdiği karakterlere, bir hatırayı veya duyguyu betimlerken belleğimin ansızın başvurduğu film karelerine aitti. Onun sanatının gücü buradan geliyordu.

Birçoğu gibi onun yaşamının, iç dünyasının bize görünen tarafını biliyorduk sadece. Kuytularını, dehlizlerini, kara deliklerini görmeye, onu Robin Williams olarak tanımaya kaçımız merak saldı? Oysa anlaşılmak değil mi insanın en eski hasreti?

Robin Williams, hüznün ve gülümseyişin kralı evinde ölü bulundu diyorlar. Kendi eceliyle değil, canına kıyarak öte dünyaya gitti diyorlar. Sylvia Plath gibi, Anne Sexton gibi, Virginia Woolf gibi, Jim Morrison gibi, Kurt Cobain gibi, Beşir Fuad gibi, Samuel Taylor Coleridge gibi, Sâdık Hidayet gibi, Yavuz Çetin gibi. Ne kadar çok göç, ne kadar hazin! Her intihar parmak izi gibi, hiçbiri ötekine benzemiyor.

Ancak yine de yaşamına kendi isteğiyle son vermeyi bir başkaldırı biçimi olarak gördüm hep. Acizlik, çaresizlik, yenilgi değil, bu dünyanın kederine, acımasızlığına, sevgisizliğine hem alaycı hem samimi bir isyan gibi gelir bana intihar. Yaratıcılığın bir başka hâlidir belki.  İntihar,  doğumunu seçemeyen insanoğlunun yaşamına hükmetme biçimi olarak da okunabilir.  Belki bir yere ait olamamanın sancısıyla çıkılan bir yolculuk. Şüphesiz saygı duyulması gereken bir karar, iradî bir son. Ama herşeye rağmen " keşke" dediğim bir ölme hâli. İnsan herşeye rağmen sadece ve sadece yaşamaya ait olsa, olmalı.

Ölüm haberleri önce şaşkınlığa, ardından öfkeye, nihayet varlığını sürekli hissettiren ince bir sızıya dönüşüyor içimde, başka türlü bir sessizliğe itiyor, boğazımdaki düğümleri çözmeye yetmeyen ağrılı bir sessizliğe...  Her insan dünyaya bir şeyler katma kudretine sahipken boşa geçen, ıssızlığa hizmet eden, yaşamayı vazife edinen hayatlar.... Hiçbir şey yetmiyor ömre. Her ölüm eksiklikleri hatırlatıyor sadece. Değer verme, takdir etme, anlama eksikliğini ilk başta. Zaman bir türlü paylaşamadığımız o sessizliği büyütüp duruyor sadece.  Kelimelerin tılsımına güvenim artıyor böyle sessizliklerde.

Sanatçıyı, kendini kuyunun dibinde hisseden, yaratıcılık damarlarını  mutsuzluğun, kederin kaynağından besleyen ve herkese kısmet olmayan enerjisini iyiliğin, sevginin, umudun bir başka formuna yani sanata dönüştüren sanatçıyı ölümü tercih etmeye iten nedenleri düşünüyorum. Aidiyetsizlik, takdir görmemek, anlaşılmamak... Tahmin edebileceğim ya da edemeyeceğim birçok neden olabilir.Aklın ve kalbin karmaşık, uçsuz bucaksız coğrafyasına bakarak insanı tanımak, anlamak ne kadar güç.  İlişkilerdeki her tür hesabîlik çürümeye başladığımız ilk yer. Kuru, yavan bir hayata sürüklendiğimiz yakın uzaklıklar, samimiyet kisvesi altındaki sahtekârlıklar, gülümsemelerle süslenmiş yalanlar başlıca sebepleri arasında değil mi kanıksayamadığımız yorgunluğumuzun?

Artık birini öldüğü vakit görmeye başlıyoruz. Ölmek, görünür hale gelmenin bir başka biçimi. Başka türlü hakkını vermiyoruz sanatçının. Nitekim kaçına gönül borcumuzu ödedik? Sahne ışıkları altındayken göklere çıkardıklarımızı gözden düştüklerinde yalnız bıraktık. Çünkü hepimiz kendi kulisimizdeydik, kendi sahnemizde figürandık aslında. Büyük rolü bekledik hep. Birbirimizi eze eze yükselmeyi başarı sandık. İz bırakabilmenin ne belalı bir süreç, ne çetin bir yolculuk olduğunu unutup kısa ve kolay yoldan şöhret olmak kendini sanatçı sananların en hazin yanılgısıydı. Kendini oyuncu, romancı, şair, ressam, müzisyen sananlar nedeniyle miadını doldurdu yaratıcılık. Ve onların eksilttiği anlamlar nedeniyle yüksek değerler biçiliyor kof eserlere. Robin Williams sanatın adının yadigâr kalmadığı, hakkının verildiği zamanların aktörüydü. O nedenle sahiciydi, o nedenle unutulmayacak.

@pinardogu

 

Yazarın Diğer Yazıları

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!

"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler 'küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs.' diyenlerdir"

Barış siyaseti, kadınların huzuru ve üvey olmak

Muhalifleri tek tek cezalandırmak, her seçim sonrası şiddette el arttırmak, hak ihlallerini norm haline getirmek suretiyle düşman hukuku uygulayan iktidarın gelecek planlarında telafisi gittikçe zorlaşan bir yıkım stratejisi, tektipleşerek birbirine yabancılaşmış itaatkâr bir halk tahayyülü, bir dahaki seçimde yenilme ihtimaline karşı giderayak cebini iyice doldurma gayreti var