19 Aralık 2020

Haysiyet Kolonisi

İktidarın altında işkence ve sömürü. İşkence ve sömürünün altında kayıp yaşamlar var. Haysiyet kolonilerinin çaldığı yaşamlar

"Kadınlar hilekâr, yalancı, fahişe şeytanlardır," diyordu.

Erkeklerden oluşan kalabalık "Evet, evet!" diye haykırıyordu oturduğu yerden.

Az sonra tekme tokat döveceklerdi kadını, içindeki şeytanı çıkarmak için.

Pius'a göre kadının suçu yoktu üstelik, her şey şeytanın suçuydu.

Bunun adına "erkekler toplantısı" diyorlardı.

Elektrikli tellerle çevrili, gözetleme kuleleri ve köpekli askerler tarafından korunan büyük bir ormanlık arazide bulunan bir koloniydi burası. Kadın ve erkekler patates ve buğday tarlalarında, ekmek ve unlu mamül fırınlarında, kumaş ve ayakkabı fabrikalarında çalışıyor. Ağaç keserek ahşap evler inşa ediyordu. Akşam olunca kadın, erkek ve çocuklar yatakhane benzeri evlerde ayrı ayrı kalıyordu. Kadınlar toplu halde keman çalıyor, erkekler marş okuyor, çocuklar ise ilahi söylüyordu. Ziyaretçilere gönüllü bir araya gelmiş insanların birlikte ürettikleri, eşit paylaşımla mutlu bir yaşam sürdürdükleri izlenimi veriliyordu. Kusursuz bir Hristiyan topluluğu.

Nazi Almanyası'ndan kaçarak koloniye bağlılık esasıyla katılan varlıklı aileler olduğu gibi Pinochet hükümeti tarafından yakalanıp zorla getirilen muhalifler de vardı. Yeraltı dehlizlerinde günlerce süren işkenceye maruz kalıyorlardı, yatağa bağlanarak elektrik veriliyordu vücutlarına. Hiyerarşi ve disiplinle sürdürülen günlük yaşamda ise herkes köle gibi çalışıyordu. Çocuklar anne babalarını tanımıyordu. Bebekken hemşireler tarafından büyütülüyordu. Her yaş grubunun ayrı bir ismi vardı. Dr. Gisela Seewald her gruba sırayla elektro şok uyguluyor ve çeşitli sedatifler veriyordu. Kimyasal ve genetik deneylerde kullanıldıklarının ve uyuşturuya alıştırıldıklarının farkında bile değillerdi.

İnsanlık dışı muamelelere rağmen adı Haysiyet Kolonisi idi. Tüm dünya tarafından saygın bir cemaat olarak bilinmişti uzun süre. Paul Schaefer'in, nam-ı diğer Pius'un yeryüzü cennetiydi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yetim çocukları istismar etmekten tutuklanıp hakkında dava açılınca Almanya'dan kaçıp Şili'ye yerleşen bir Nazi subayı ve rahip olan Pius, Haysiyet Kolonisi kurbanlarının yıllar sonra aktardığına göre bir bakışıyla bile insanları etkileyebilen bir yarı-Tanrı idi.

Anne, baba ve kardeşlerini bilme hakkı bile tanınmayan çocuklar ona "Amca" diye sesleniyordu. Çocuklar yedi yaşına gelince tarlada ağır işçi gibi çalışmaya başlıyordu, haftanın yedi günü, gece gündüz. İşten kaytarmaya kalktıklarında onları çok ağır cezalar bekliyordu, eğitimli köpeklerin üzerlerine salınması gibi... Her gün üç ila dört çocuk Schaefer'in cinsel istismarına maruz kalıyordu.

İki yaşındayken ailesiyle koloniye katılan Werner Schmidtke onun vaazlarında cinsel ilişkinin yanlış bir şey olduğunu söylemesine rağmen niçin tecavüzüne uğradığına küçücük yaşında anlam veremediğini söylüyor. Ergenlik çağında ilk kez itirazda bulunma cesareti gösterdiğinde cinsel organına elektrik verildiğini anlatıyor. Gözlerini dünyaya kampta açan ve yirmi yaşına kadar orada kalan Winfried Hempel ise geceleri gizli gizli ağladığını, kendini çok yalnız hissettiğini söylüyor gözyaşları içinde.

40 yıl boyunca 5 kişi kaçmayı başarabildi, onların paylaştıkları fotoğraflar Almanya ve Şili işbirliğiyle yaratılan bu cehennemin gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştı, fakat kanıtlara rağmen Haysiyet Kolonisi varlığını sürdürmüş, hiçbir hukuki yaptırımla karşılaşmamıştı. Ta ki 1997 senesine kadar.

Naziler aslında bu gibi dünyanın bihaber olduğu yapılanmalarla varlıklarını anonim olarak sürdürmüşler. Haysiyet Kolonisi, Nazi kamplarından farklı olarak, çoğunluğun cemaate gönülden bağlılık hissettiği, Şeytan'ı içlerinden atmak ve geçmiş günahlarından arınmak için ayrıcalıklı bir fırsata sahip olduklarını düşünmeleriyle ayrılıyor. Çoğu kendini kurban değil, seçilmiş kişi olarak görüyor ve bu yüzden liderlerine sonsuz sadakat, sorgusuz saygı, karşılığı ödenmez minnet duyuyorlar. Zorla alıkonulanlar ise elektrik verme, aç bırakma, uzun süre karanlıkta tutma, yüksek sese maruz bırakma gibi konvansiyonel beyin yıkama yöntemleri uygulanarak pasifize ediliyor.

Weber'in armağanı karizma kavramıyla açıklanabilecek bir etkileme gücü var Paul Schaefer'in. Sayıları her sene artan büyük bir koloni onun ağzından çıkan sözcüklerle hipnotize olmuşçasına hareket ediyor. Onları pasif itaatkâr haline getiren de şeytan çıkarma ayinlerinde günahlardan arınma arzusu. Dini kavramları araçsallaştırmak suretiyle kendi iktidarını kuran Pius'un, topluluğu bir arada tutmaktaki başarısı kusursuzca işlettiği korku mekanizmasından kaynaklanıyor pekala. Şeytan ve komünizmden uzakta olma vaadi.

"İşkence görmüş insan, korkunun karşısında silahsız bırakılmıştır. Bundan böyle onun tepesinde kılıcını sallayacak olan korkudur," diyordu Jean Amery Suç ve Kefaretin Ötesinde adlı eserinde.

Bu korku eşiğini aşıp yıllar sonra Almanya ve Şili hükümetine tazminat davası açan kurbanlara, telafisi aslında imkansız mağduriyetleri için Almanya Hükümeti'nin sadece 10 bin Euro ödemesine karar verildi. Yıllar boyunca cinsel istismara uğrayan, anne-baba ve kardeşlerini bilmeden kampta esir hayatı yaşayan 240 çocuk var. Bu büyük travmanın izlerini bedenlerinde ve ruhlarında hâlâ hisseden birer yetişkinler şimdi. 

Haysiyet Kolonisi'nin pedofili lideri Paul Schaefer ise 1997'de hakkında çıkarılan yakalama kararı sonra Şili'den kaçtı, 2005 yılında bulunup yargılandı, 33 yıl hapis cezası aldı. 2010'da Santiago Cezaevi'nde öldü.

Haysiyet Kolonisi'yle ilgili bazı belgeseller var, bir de 2015'te vizyona girmiş bir Alman filmi mevcut.

Emma Watson ve Daniel Brühl'ün başrollerini paylaştığı, Florian Gallenberger imzalı Koloni adlı film senaryoda birtakım boşluklar olsa da beyaz perdeye taşıdığı tarihsel hakikat nedeniyle fazlasıyla çarpıcı, yürek dağlayıcı, düşündürücü.

Bedensel ve ruhsal sömürü, manipülasyon ve işkencenin hüküm sürdüğü bir yerin adı Haysiyet Kolonisi…

İster cemaat, ister grup, ister tek bir kişi…

Haysiyet naraları atanların sırtlarını dayadıkları üslubun benzerliği, iktidarlarını sürdürmek adına attıkları taklalar, hakikati çarpıtmak suretiyle kendilerine alan açmaya çalışmaları, kitleleri maniple ederek kendilerini aklamaları farklı coğrafyalarda farklı unvanların arkasına gizlenerek devam eden bir sömürü geleneği. 

Uşak Polis Merkezi'nde 30 kadının çıplak aranması da bunun bir parçası. Cinsel taciz bulunduğuna dair görsel kanıtlara rağmen cinci hocanın salıverilmesi de... Suçsuz yere yargılanan, işten çıkartılan, hüküm giyenlere yapılan zulüm de... Hak savunucularına yönelik asılsız isnatlar da... Haklı ve haksızın ayırt edilmesini engellemeye yönelik her tür iftira ve karalamalar da...

Hak ihlallerine, ekonomik çöküşe, toplumsal yozlaşmaya rağmen gidişatı güllük gülistanlık gösterme marifeti de...

Kurbanlardan biri olan Adriana Borquez'in "Beni bir avuç acı, yıkıntı ve pislik yığınına dönüştürdüler. Çürüyen vücudumdan iğreniyordum. Artık bir insan değil, avlanmış bir hayvandım" diyerek yaşadıklarının dehşetini anlattığı Haysiyet Kolonisi, Villa Baviera adında turistik bir otel artık.

"Tarihin altında, hafıza ve unutuş. Hafıza ve unutuşun altında, yaşam" diyordu Paul Riceour.

İktidarın altında işkence ve sömürü. İşkence ve sömürünün altında kayıp yaşamlar var. Haysiyet kolonilerinin çaldığı yaşamlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"