16 Ocak 2017

HAYIR!

Tek tek değil, kendiliğinden bir koro gibi çıkacak sesimiz...

“HER DURUMDA ÖZGÜR KİMLİĞİMİZİ KORUYABİLMEK ANCAK EDİMLE SÖYLENEBİLECEK ŞU TEK VE SON SÖZE BAĞLI: HAYIR” *

İnsanın bireyselleşme tarihi “Hayır” demeyi öğrenmekle başlıyor bir bakıma. Ancak şahsi bir sorgulama yapılmadan, başkalarının güdümüne bağlı olarak söylenen “Hayır!” cümlesi bile bizi bağımsızlaşmaktan, özgürleşmekten alıkoyabilir.

O nedenle, başkanlık sistemine sırf AKP istediği için mi karşı çıkıyoruz, yoksa sistemin kendisine mi muhalifiz, bunu iyice irdelemek gerekiyor.

Tek adam rejimi diye özetlemek yeterli ve doğru mu?

Başkanlık sisteminin eksileri, handikapları, zaafları, kör noktaları neler?

Buna karşın özgürleştirici, işe yarar, üstün tarafları neler?

Artık herkesin iyiden iyiye siyaset bilimci, sosyolog kesildiği bir dönemde sokaktaki vatandaşın üzerine düşen vazife, derinlemesine araştırmak, tarafsız bir gözle değerlendirmek ve bilinçli bir şekilde tepkisini göstermek olmalıdır. O zaman söylenen Hayır’lar daha sahici bir anlam taşır, o zaman kulaktan dolma cümlelerle değil, iradi tepkimizle “Hayır” demiş oluruz.

Bireyselleşme yolculuğu ancak bu koşullarla mümkün hale gelir, gerisi kuru bir gürültüden ibaret kalır. Neden hayır dediğini, neye hayır dediğini adamakıllı bilmeyen biri beklemediği yerden soru gelince afallıyor, apışıp kalıyor. Hal böyle olunca, tek kelime ile gösterilen tepkinin de etkisi kısa sürüyor.

Çünkü başkasını ikna etme özelliği taşımıyor. Kimse kusura bakmasın ama muhalefet dersine iyi çalışmıyor. Hakiki muhalifler zaten içeri atıldı, sesleri kısıldı, akıbetlerinin ne olacağı meçhul. Geride kalanlar ise körler sağırlar birbirini ağırlıyor, elle tutulur bir şey yok.

Keşke Facebook’taki profil resimlerimizi Hayır sloganıyla değiştirmek hiç yoktan iyidir diyebileceğimiz bir değişime yol açsa...

Ancak eskiden beri kuru kuru slogan atmaktan geçmeyen, kendine benzetemediğini tıpkı eleştirdikleri gibi ötekileştiren, öfkeden arınmış kucaklayıcı ve sağduyulu bir dil geliştiremeyen bir muhalefetle nereye kadar... Asıl dönüp kendimize bakmamız gerekiyor.

Çünkü demokratiğim diyorsunuz, ancak ifade özgürlüğüne tahammülünüz yok, bakınız Garo Paylan’ın dayatmacı olmayan, naif üslubuna duyduğunuz öfke... Vaktinde aynı tahammülsüzlüğü Hrant Dink’e gösterip kendinizi ele vermiştiniz. Hepimiz bir arada yaşayalım, Kürtler benim kardeşim diyorsunuz. HDP’yi terör örgütüyle bir tutma gafletine düşüyorsunuz, içeri alınmalarına ses çıkarmıyorsunuz.

Çünkü size benzemeyenlerle işiniz yok, sizin gibi düşünmeyenler için kılınız kıpırdamaz, varsın adalet onlar için işlemesin, siz sadece kendi geminizdekiler için sesinizi çıkartıyorsunuz, o da gırtlağınız yettiğince...

Sonuç ne oluyor? Misal Kürt, Ermeni’nin hakkını savunmadıkça, Ermeni, Yahudileri görmezden geldikçe, solcusu muhafazakarı dışladıkça, İslamcısı laikleri münafık gördükçe kimse kimseye tutunamıyor, herkes ayrık otu gibi kalakalıyor. Değil sadece on beş yılın neticesi, Cumhuriyet tarihi boyunca rayına oturamayan bir düzenin bedeli bu: Herkesin kendini giderek daha yalnız hissettiği bir ülkeye döndük.

Nermi Uygur Dilin Gücü adlı kitabında şöyle anlatır. Bir gün Konfuçyus’a sormuşlar. “Bir ulusun yönetimi sana bırakılsaydı ilkin ne yapardın?” Konfuçyus “İlkin dili düzeltirim” demiş. Kanıtı da şöyle: “Dil düzgün olmayınca söylenen söylenmek istenen değildir; söylenen söylenmek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır; yapılması gereken yapılmadan kalınca törelerle sanat geriler; törelerle sanat gerileyince de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan, söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir.”

O nedenle neye, niçin Hayır dediğimizi iyice bilelim. O zaman tek tek değil, kendiliğinden bir koro gibi çıkacak sesimiz.

@NarDoğu

*Adalet Ağaoğlu’nun Hayır adlı romanından alıntı.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"