14 Kasım 2013

Film karanlıkta seyredilir ama anlamak için aydınlık bir zihin gerekir

Lale Kabadayı\'nın \'Film Eleştirisi\' sanatın kendine yabancılaşmaması ve filmlere hangi büyüteçlerle bakacağımızı öğrenmek adına doğru bir başlangıç noktası gösteriyor okura

Büyü ve girdap. Sinema denilince aklıma gelen ilk iki kelime. Neden diye soracak olursanız, tatmin edici bir cevap veremem. Sinema karanlıkta düş görmenin öbür adı. Sinema söz olmayan yerde yeni sözler bulabilmenin, fotoğrafın sınırlılığının, imgelerin göreceliliğinin ötesine geçebilmenin, yeniden çocuk olabilmenin; sözümona utanmadan, sıkılmadan oyun oynayabilme hürriyetinin, hayâllerin sunî olmadığının, gözün görebildiğinden daha geniş bir mercekten hayata bakabilmenin imkânı. Sinema dilin verili evrenini aşabilmenin, rüyaların alfabesiyle konuşabilmenin, anlamı iğdiş etmeden içselleştirebilmenin, hakikati tasarruf etmeden ortaya koyabilmenin, dünyayı hükmetmeden temellük edebilmenin riyasız vasıtası, albenili elçisi.

Bazı filmler vardır mesela, sadece bir sekansıyla baş tacı edersiniz. Zeki Demirkubuz'un Kader'i gibi. Ya da Nikita Mikhalkov'un Güneş Yanığı, olur olmaz yerde aklınıza geliverir, belki herhangi bir sahneye çok benzer bir hatıranız sayesinde. Atmosferini yeniden ve yeniden yaşamak için oturur bir daha, usanmadan, pürdikkat izlersiniz. Sonsuzluk ve Bir Gün de öyledir, Ulysses'in Bakışı da, Puslu Manzaralar da... Alphaville’in, Salo’nun gizil dili bir sarmaşık gibi sarar zihninizin kıvrımlarını. Telaşsız ama sarsıcı ve günahkâr filmleri de her defasında merak denilen kuyuya düşme pahasına, ilk bakışta göze çarpmayan ya da dalgınlık anında gözden kaçmış bir ayrıntıyı filmin yüzeyinden kazıma, kenarından köşesinden bulup çıkarma uğruna defalarca izlersiniz. Mavi Kadife, Mullholand Drive gibi. Enikonu anladığınızı, hatta belki de tamamen vakıf olduğunuzu düşündüğünüz filmler bile yeniden izlendiğinde yepyeni kapılar açar belleğinizde, görsel hafızanızın aynasına yansımayan nice ayrıntı keşfetmenn şaşkınlığı, sevinciyle bakakalırsınız öyle.

Film karanlıkta seyredilir ama anlamak için aydınlık bir zihin gerekir.

Lale Kabadayı'nın Film Eleştirisi adlı kitabı daha önce seyrettiğimiz filmleri nasıl okumamız ya da bundan sonrakilere hangi gözle bakmamız gerektiğine dair bilgiler, ipuçları ve örneklerle dolu.

İlk bölüm eleştiri ve eleştiri kuramlarına dair bilgilerinizi sınayabileceğiniz, sinema terimlerini, akımlarını, anlamlandırma öğelerini öğrenebileceğiniz kapsamlı bir içeriğe sahip. Öyle ki" İnsanları onları eğittiğinizi hissettirmeden eğitmelisiniz ve bilmedikleri şeyleri unuttuklarını sanmalılar" diyen Terry Eagleton'u haklı çıkarırcasına Ege Üniversitesi'nde doçent doktor olarak görev yapan Lale Kabadayı kuramsal çerçeveyi örneklerle bezediği akıcı bir dil oluşturmuş. Hem sıradan veya fanatik bir sinema seyircisinin alımlama evrenini genişletmek, farklı ve yeni okumalar yapabileceği yeni bir göz kazandırmak hem de film eleştirileri yazmak isteyenlerin ufuklarını genişletmek ve her iki tarafa da yeni bilgi kanalları açmak için başucu niteliğinde bir eser ortaya çıkmış.

Sinema psikanaliz ilişkisine de değinen yazar, Babanın Yasası'nın, erkeklerin kadınlara, yaşlı erkeklerin genç erkeklere baskın olmasının,  sinema endüstrisini yönlendiren faktörlerden biri olduğunu yazıyor. Hollywood erkek egemen kodlamalarla film çekmeye devam ederken, kadın,  bakışın nesnesi olmaktan öteye geçemiyor. Sinemada cinsiyet farklılığı bu bağlamda hâlâ büyük önem arz ediyor. Zaten kitabın ikinci kısmında yer alan film incelemelerindeki temel izleklerden biri de bu: Eril bakışın sinemadaki hakimiyeti. Öte yandan, kültür endüstrisi sinemayı standardize ederken yozlaştırıyor, yozlaştırdıklarını yaygınlaştırarak algılarımızı daraltıyor. Sürekli aynı sahneleri alkışlayan, görsel hafızasını kaybetmiş, filmi sadece replikler üzerinden takip eden seyircilerin sayısı oldukça fazla. Oysa sinema sözün olmadığı değil gizlendiği sahnelerde yani sessizlikte ki kadrajdaki eşyaların o esnada bile duyduğumuz gürültüsünde veya fondaki müziğin dile getirdiği anlamlardadır. Bu yüzden sinema hiçbir zaman hiçbir şey gibi sessiz olamaz. Heidegger'in dediği gibi sessizlik anlamı açığa çıkarandır. İşte filmin bu kısımlarını nasıl okumamız gerektiğinden pek bahsedilmez. Bu da sinemayı sanatsal kimliğinden uzaklaştırıp tüketim nesnesine dönüştürüyor. Bizler de görüntü istilası altında sadece bilinçaltımızın imkan ve izin verdiği için öznel algılarla seyrediyoruz bir filmi o kadar. Kaçımız tekrar ve tekrar düşünme ve değerlendirme gereği duyuyor ki? Yorumlamak dar vakitlerin uğraşı değil ne de olsa.

"Film Eleştiri"si hem imgesel hem analitik açıdan kılavuz niteliğinde bir birikime sahip. Hem filmlere hem sinema endüstrisine hem sinema seyircisine hem de film eleştirmenlerine eşit mesafede durarak herbirini ayrı ayrı eleştiren, aynı zamanda okurda daha önce izlediği tüm filmleri yeniden izleme hevesi uyandıran bir kaynak.

Herkesin "Beni gör, beni gör!" diye birbirine haykırdığı bir dünyada, gücünü gösteren ve gösterilen arasında fark bulunmamasından alan sinema, anlamı açığa çıkaran ve aktaran bir göstergeden ziyade anlamlandırma evrenini basmakalıp aynalarla donatan bir simülakraya mı dönüştü yoksa? Yani sinema kendini mi kopyalıyor sürekli? Şüphesiz ideolojisini yitiren sinema salt vakit doldurma ve gönül eğlendirme amaçlarıyla sınırlı kaldığı sürece sinema seyircisinin de eleştirmeninin de bakış açısı aynı kısır döngüye hapsolacaktır. Bu nedenle sinema artık pour-soi( olmadığı şey olan ve olduğu şey olmayan) 'dir diyebilir miyiz? " Film Eleştirisi" sınırları belirlenmiş bu hududu aşmaya çalışanlar için eşsiz bir kitap. 

Jean Baudrillard Sanat Komplo'sunda "Sanatla alakası olmayan herşey sanata dönüşüyor" diye yazmıştı. Lale Kabadayı'nın "Film Eleştirisi" sanatın kendine yabancılaşmaması ve filmlere hangi büyüteçlerle bakacağımızı öğrenmek adına doğru bir başlangıç noktası gösteriyor okura.

 

\

FİLM ELEŞTİRİSİ

( Kurumsal Çerçeve ve Sinemamızda Örnek Çözümlemeler)

LALE KABADAYI

AYRINTI YAYINLARI

256 s.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"