Temmuz, sıcağıyla gelip kapınıza dayandı, hafızanızın darmaduman edilmiş odalarından birinin daha anahtarı elinizde. Mütemadiyen yanmaktasınız artık. Çünkü Sivas en uzun yangın.
Metin Altıok, Behçet Aysan, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Asaf Koçak, Edibe Sulari, Uğur Kaynar, Erdal Ayrancı… Bir kısmının ismini hatırlıyoruz, bir kısmının adı bile yandı.
Ama bir de Gülender Akça vardı. Anadolu Semah Araştırma Topluluğu ASAT’ı kuran, 25 yaşında gepegenç bir kadın.
Belkıs Çakır vardı. Lise öğrencisi, bir dakika boş zamanı olmayan, okul çıkışı soluğu dernekte alıp gece yarılarına kadar arkadaşlarıyla semah çalışan, Anadolu kızı Belkıs…
Sonra bağlama çalan Sait Metin vardı. Uzun boylu, yakışıklı, herkesin Pir’im diye hitap ettiği. Çankırı Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun olmuştu ama yetinmemişti, üniversiteye gitmek istiyordu. 23 yaşındaydı.
Huriye Özkan 22, Yeşim Özkan 20 yaşında... Huriye Özkan, Deneme Lisesi’ni birincilikle bitirmiş, Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazanmış Alevi kültürüne bağlı bir kız. Ankara’dan Sivas’a ailecek gidiyorlar. Huriye biraz tedirgin biraz kuşkulu. “Aziz Nesin de gelecekmiş, bir olay çıkar mı acaba?” diye sormuş. Babası “Devletin güvenlik güçleri var kızım” diye yanıtlamış.
Yasemin de kardeşi Asuman’dan iki yaş büyük... İkisi de Pir Sultan Abdal Derneği’nin çalışmalarına katılıyor, ikisi de semah dönüyor. Yasemin ayrıca kütüphaneden de sorumlu. Sivas’a giderken Aziz Nesin’le tanışmanın, fikir teatisinde bulunmanın hayalini kurmuş.
Ya akranı Gülsüm Karababa? Hedefi Hacettepe Resim bölümünü kazanmaktı, resim kursuna yazılmıştı. Ablası onu Sivas’a uğurlarken “Sivas soğuk olur, kalın giyin” demişti. Ölü Ozanlar Derneği’nden bir cümleyi not düşmüş güncesine: “ Ölüm saati geldiğinde hiç yaşamamış olduğumu hissetmem ne acı…”
Handan Metin ise Gülsüm’den sadece iki yaş küçüktü. ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde okuyordu. Gülsüm ile birlikte Divriği Harman Dergisinin kadın özel sayısına bir yazı kaleme almışlardı: “….Kadın sadece kendi kimliğini istiyor.Karar mekanizmasında biz de varız…” diye yazmışlardı.
"Ölürsem / Açık bırakın balkonu / Çocuk portakal yer (Balkonumdan görürüm onu) / Orakçı ekin biçer (Balkonumdan duyarım onu) / Ölürsem / Açık bırakın balkonu.” diye yazmıştı İnci Türk günlüğüne…22 yaşındaydı henüz.
Ve Hasret Gültekin. Saz çalmaya 6 yaşında başladı, sahneye çıktığında ise 11 yaşındaydı. Madımak Oteli’nde yandığında ise 23 yaşındaydı. Kürt’tü, anadili Kürtçeydi. Kürtçe müzik yasağına rağmen çıkartılan, Nilüfer Akbal ve Rıza Akkoç’un da katkısı bulunan “ Nevroz” adlı kasetin müzik yönetmenliğini üstlenmişti.
Sanat yanmaz maddeden yapılmıştır esasında, ne aleve gömülür ne küle meyleder. Temmuz sıcağı vicdan azabının yangınına dönüşmelidir artık; bellek hatırladıkça kanar, kanadıkça hatırlar. Eğer içindeyseniz hala o yangının, ömür boyu sürer nöbeti.
Eğer hala yanıyorsanız içten içe, artık her yerde katledilirsiniz; kalbinizle, ruhunuzla, ne geçmişi geçmiş ne şimdisi şimdi ne geleceği gelecek sayılan zaman bilincinizle durmadan yağmalanırsınız, ama kelimeler yanmaz herşeye rağmen, onlara saklarsınız acınızı.
Suskunluğun yükü ağırlaşır, hafızanız dört bir yandan kuşatılır. Dönüp baktığınızda o sisin ardında hala dumanlar yükselmektedir, demek ki hala yenilmediniz. Hatırlıyorsunuz o günü. Hala yanıyorsunuz.