Bir adam, 31 Temmuz 1908’de, Taksim Belediye Bahçesi’nde, Meşrutiyet-i Osmaniye Kulübü adına on bin kişilik bir güruha şöyle seslenmişti:
“Ey hür Osmanlılar! Hür Vatandaşlar! Dinimiz muhtelif, mezhebimiz birdir. Hepimiz hürriyet mezhepdaşlarıyız. “
Çok değil, bir sene sonra, 1909’da Azadamard’ta “ Bir Yolcunun Güncesinden Sayfalar” başlığı altında Avrupa gezi notlarını tefrika ettirdi. Altı yıl sonra Erzurum mebusu ile birlikte tutuklanarak Diyarbakır’da , Divan-ı Harp önüne çıkarılmak üzere trene bindirilecekti halbuki, 2 Haziran 1915’te.
Üç kez seçim kazanarak yedi yıl üyeliğini sürdürdüğü Osmanlı Meclisi Mebusan’ında İstanbul mebusluğu yapan, Dreyfus davasında Fransızca savunma hazırlayıp Yahudi Komitesine gönderip teşekkür mektubu ve Dreyfus portreli altın madalya kazanan , edebiyat öğretmeninin etkisiyle şiir ve kompozisyon yazmaya başlayan, farklı kimliklerin birlikteliğini savunan, sosyalist lakabıyla tanınan Krikor Zohrab’tan söz ediyorum. Kısa öyküye getirdiği yenilikler resmi tarih kitaplarında yazmaz.
Ya Ermeni edebiyatında lirik şiirin temsilcisi olarak anılan Siamanto…
Ya kara gözlerinden ötürü Sevag adıyla anılan şair Rupen Sevag..
Ya bir şiirinde “ Kan değil ter aksın” diyen Taniel Varujan…
Onları kaç kişi tanıyor, biliyor, hatırlıyor?
Sizi kucaklayacak bir kara parçasına müsaade edilmemesi en acı sürgün esasen.
1915’in sürgün yöntemi yaya yürütmekti hem de ayakkabısız! Krikor Zohrab, 24 Nisan’da ilk tutuklananlar arasında değildi. 2 Haziran gecesi Cadde-i Kebir, şimdiki adıyla İstiklal Caddesi’ndeki Cercle D’Orient kulübünde Talat Paşa ve sadrazam Said Halim Paşa ile yemek yiyip, kağıt oynadıktan sonra, eve gitmek üzere ayağa kalktığında Talat Paşa onu yanağından öpmüş, iltifatın nedenini soran Zohrab’a “ İçimden geldi” demişti. Aynı gece Zohrab yayan eve dönerken polis tarafından tutuklanacak, aylar sonra 15 Temmuz 1915’te yoldayken eşi Klara’ya yazdığı mektupta “Sevgilim, bir tanem, artık bizim için son perde başlıyor. Daha fazla gücüm kalmadı. Sağ kalmazsam, çocuklarıma son öğüdüm şu ki daima birbirini sevsinler, sana tapsınlar ve kalbini acıtmasınlar ve beni de hatırlasınlar” diye yazacaktı.
Hatırlanmak insanoğlunun tek arzusu, ölümü yenmenin tek yolu değil mi aslında?
Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Bey’e, Dahiliye Nazırı Talât Paşa’ya, İTC’nin Merkez Komitesi üyesi Halil Bey’e, eski Adliye Nazırı Necmettin Molla’ya, Almanya Büyükelçisi Wangenheim’a, İTC’nin önde gelenlerinden Dr. Nazım dâhil birçok kişiye mektup yazan Zohrab hiçbirinden yanıt alamamıştı. Karısına gönderdiği son mektuptan birkaç gün sonra öldürülecekti Binbaşı Ahmed tarafından.
Şöyle diyecekti Binbaşı Ahmed kendisiyle görüşen yazar Ahmet Refik Altınay’a: “Bey birader şu hâl namusuma dokunuyor. Ben vatanıma hizmet ettim. Gidin, görün, Van ve havalisini Kâbe toprağına döndürdüm. Bugün orada bir tek Ermeniye tesadüf edemezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim”
Zohrab, Meclis’teki zina tartışmalarından birinde yaptığı ünlü konuşmasını şöyle bitirmişti: “Yeryüzünde sadece insanlar vardır, veled-i zinalar, piçler yoktur”
Bu topraklarda geçmişten bugüne milliyetçiliğin hüküm sürmediğini iddia edenler var mı hâlâ? Onlara gelsin bu şarkı.
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime