24 Mayıs 2019

Beklemenin incelikleri

Beklediğine kavuşmak için değil, beklemeyi öğrenmek için bekler insan

Bir şeyleri beklemeden geçen bir tek an bile yoktur esasen. Her bekleyiş başka bir bekleyişe bırakır yerini.

Karamsarlığa biraz fazla kapılsaydık, her bekleyiş erkenden son bulurdu, öyle değil mi?

Ya siz bir şeyin sırf beklenildiği için gerçekleşmediğine inananlardan mısınız?

Ve bu yüzden hayatınızı hiçbir şey beklememek üzerine mi kurdunuz yoksa?

“İnsan beklemeyi, umumiyetle, artık bekleyecek bir şeyi kalmadığı zaman öğrenir” der Voltaire.

Beklediğine kavuşmak için değil, beklemeyi öğrenmek için bekler insan.

Hayat beklemeye değer şeyler aramakla geçer. Ve beklemeye değer o şeyi bulduğunuzda başlar yaşam.

 “Yaşam yaşamıyor” derken Ferdinand Kürnberger, bir şeyi tecrübe etmenin bile sahiciliğini yitirdiğini, beklemenin değer kaybına uğradığını, hatta artık hiçbir şeyi beklememenin edilgenliğini anlatıyordu.

Yaşamaya değer şeyler beklemeye de değerdir.

Çünkü beklemeyi öğrenen hayatın sırrını çözer ancak. Sabrın tedrisatından geçmeyen biri için bekleyiş çekilmez, dehşet verici bir çürümedir. Hayatın alâmet-i farikasını öğrenemeyenler için beklemek, hemen olmasa bile, belli bir zaman sonra bataklığa döner; batmamak için beklemenin öğrenilmesi lazım gelen bir bataklığa.

Halbuki zaman geçtikçe ikircikli bir hâl alır beklemek. Umut ile umutsuzluk arasında süreğen bir salınımdır haliyle. Son bulmayacak gibi gelen çileye değecek midir? Bekleyişin efsunlu tabiatına kendini kaptırıp ömrü boyunca neyi beklediğini bilmeden yaşamak… Yaşamak mı denir şimdi buna… Sırf bekleyişin ahengi bozulmasın diye. Kemale ermenin içinizi demlendirmek, sözümona usülünce, kararınca beklemek olduğunu anlayana dek.

El intizar eşeddü minen-nar, der Araplar. Beklemek ateşten daha yakıcıdır.

Ya gönüllü bekleyiş, heba olmuş zamana dönerse… Ya elimiz boş dönersek bekleyişin uzun sergüzeştinden… Ya umduğumuz gibi çıkmazsa beklediğimiz şey… 

Yine de bir iştir beklemek. Bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan, der Cesare Pavese.

Beklemek, içinde su olmadığını bildiğiniz bir kuyuya bir gün kendi suretinizi görme umuduyla bakıp durmaktır.

En son ne zaman beklemenin zincirinden kurtulup harakete geçmenin kıvancını duydunuz? Gerçi kim demiş bekleyişin durmak anlamına geldiğini, kim beklemeyle eli kolu bağlı oturmayı bir tutabilir? En sarsıcı değişimlerin arifesinde ince eleyip sık dokunulan, şuurlu bir bekleyiş yok mudur?

Beklemenin inceliklerini öğrenmek gerekir ezcümle.

Bekleyiş ile eylemsizliği, yani hiçbir şey yapmamayı, kılını bile kıpırdatmamayı birbirine karıştırmadan…

Söz de eylemdir üstelik.

Ve umut her yerdedir, bekleyişin olduğu her yerde.

Terry Eagleton’ın dediği gibi, iyiye duyulan şiddetli arzudan ibaret değildir sadece, ona doğru bir hareketlenmedir de umut.

Umut eğer müzmin bir iyimserliğe heba edilirse bekleyiş edilgen bir süreç olarak uzar gider. Halbuki sahici umut insanı biyolojik varlık olmaktan çıkarır, kültürel özne konumuna getirir, zaman içindeki yolculuğunu anlamlı kılar.

Hiçbir umut yoktur ki, hayal kurdurmasın insana.

İnsan hiçbir şeyin ustası değilse bile hayal kurmanın ustasıdır.

Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu’nu şu cümleyle bitirir: “Bekle ve umut et.”

Sahi yaşamın sonunda ne bekliyor bizi, ölümden başka?

Öyle ya, geriye baktığımızda bizi pişmanlıktan alıkoyan, beklediğimize değdiğini düşündüren nedir?

Kendimiz için istediklerimizi herkes için isteme yürekliliği mi?

Tek bir kişinin bile kendini dışarda hissetmediği bir dünyada hep beraber yaşama isteği mi?

 B. Shelley ‘Şiirin Bir Savunması’ adlı metninde ahlaki iyiliğin en büyük aracının hayal gücü olduğunu söyler. Burada hayal gücünden kasıt başkasının acısını iliklerinde hissedebilmek, başkasının derdiyle hemhal olabilmektir; duygudaşlık, eşduyum, diğerkâmlıktır ezcümle.

Beklediklerimizde bile ortak olamıyorsak, herkesin beklediği kendineyse, sırf kendi içinse…

Ne hazindir her şeyin tamam olduğunu düşünenlerin, bir şeylerin eksikliğini hissedenlerin bekleyişinin farkına varamaması!

Her şeyin herkes için çok güzel olmasını istemektir aslolan.

Beklemek ve umut etmenin o zaman bir anlamı olur işte.

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"