Acının azı çoğu, cinsi çeşidi, kısası uzunu yok. Acı, ölçüme gelmez bir his. Her dakikanıza sirayet edebilir, her yerde eşlik edebilir size. Acıyla gülümseyebilirsiniz mesela. Acı acı gülümsemektir bu. Sizi olağan yaşamınızdan uzak tutar, gönüllü sürgün olduğunuz sızınızı daim kılar. Diri tutar algılarınızı. Unutmanıza engel olur. Ancak pek az kişi sırtlanır acının ağır yükünü. Kederler gelip geçer, acılar kalıcıdır.
Alain Resnais'in Marguerite Duras'ın aynı adlı kitabından uyarlanan Hiroşima Sevgilim, acıya uzaktan bakmanın imkânsızlığı, acıyı anlamanın güçlüğü, acıyı anlatmaya çalışmanın beyhudeliğini de gösteren o başyapıt geliyor bugünlerde aklıma. Hiroşima'ya atılan atom bombası için "Dışarıdan bu acıyı tarif etmeye çalışmak o acıyı aşağılamak olur" deniliyordu filmde. Diyarbakır'da yaşanan zulmü hiçbir siyasi retoriğe sığınmadan, insan uzuvlarımızla anlamak da anlatmak da tarifsiz bir çaresizlik hissi veriyor. İçim acıyor, insan olan yerlerim kanıyor. Acı bize birbirimizi hatırlatan tek duygu olsa gerek. Hiçbir söz, acının derinliğini ölçemiyor maalesef.
Herkes yaşanan vahşeti gösteren fotoğraflara bakıyor. Bazısı acılanıyor, kendi başına gelmiş gibi isyan ediyor; bazısı bakmakla yetiniyor, belki kısa süren bir sızı yüreğini yokluyor, kendibaşına gelmediği için şükredip günlük yaşamına geri dönüyor; bazısı da oh olsun diyor, hainliğin cezası ölümdür, hepsinin kökü kazınsın, bu ülke ancak böyle kurtulur, diyor. Sahi bir ülke kanla, yıkımla, yalan dolanla, iki yüzlülükle mi kurtulur?
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerle, sesini çıkartmaktan ödü kopanlarla mı kurtulur? Kendinden başkasını görmeyenlerle, kendi ölüsüne ağlayıp, kendi acısını ön plana çıkartıp, kendinden olmayanı hiçe sayanlarla mı? Kendisi için hak hukuk isteyen ancak başkasına ölümü reva görenlerle mi? Kürt'ün Kürt'ten başka kaç dostu var? Ermeni'nin Ermeni'den başka kaç dostu var? Türkiye her yerinden yara almış bir gövdeden farksız. Bir yara iyileşse diğeri iyileşmeden bir ülke kurtulmuş sayılır mı?
Diğerkâmlık da vefa kelimesi gibi sözlüklerde kaldı sadece. Ya özeleştiri? Onun yeri farklı mı sanki?
Çünkü meselenin bu hâle gelmesinde hepimizin az çok payı var. Demek ki yeterince muhalefet etmedik, demek ki yeterince mücadele vermedik, demek ki yeterince çözüm üretmedik, demek ki biz barış ve adalet için yeterince biraraya gelmedik.
Hiroşima Sevgilim filminde erkek kadının acısını dindirmek için unutmayı telkin edercesine ona "Hiçbir şey görmedin Hiroşima'da. Hiçbir şey," der. Biz Cumhuriyet tarihi boyunca yaşam hakkı elinden alınmış bütün kardeşlerimize "Hiçbir şey görmediniz" diyerek mi derman olacağız?
Hayır, gördüler. Hepimiz gördük! Unutamayız.
Barış çağrısı adına avuçlarına yazdıkları " Aşiti- Barış- Peace" sloganının fotoğraflarını çekip paylaşanlara rastlıyorum sosyal medyada. Hiç yoktan iyidir, diyorum. Ama yeterli mi? Sartre, Picasso'nun Guernica tablosunun İspanyol davasına bir tek kişi kazandırıp kazandırmadığını merak etmekte haklı değil miydi? Sivil farkındalıkların, maddi ve manevi desteklerin, kana ve nefrete bulaşmayan çözüm üretme çabalarının önemi yadsınamaz. Ancak siyasi platformda hem iktidardakilerin hem muhalefettekilerin barış adına göstermelik vaatlerin ötesinde kılını bile kıpırdatmaktan vazgeçtiklerini anlayınca çözüm sürecinin hiçbir sahiciliği kalmadığını da görmüş olduk. Barışın sesi orada kısılmaya başlıyor işte...
Kürt sorununun askeri, siyasi ve sosyolojik tahlili son otuz yıl içinde az çok yapıldı. Bugün gelinen noktada yaşanan iç savaş farklı bir boyut kazandı, barışın tesis edilmesini gerçekten isteyenler için devletin tarafında yer almak da PKK'ya gizli veya aleni destek vermek de aynı derecede söz konusu olmamalı. Birini diğerinden daha haklı görmek de, birini taaruza geçen diğerini kendini müdafaa eden konumuna getirmek de yanlışa götürür. Çünkü aynı noktaya, yani 90'lara dönülmedi, daha kötü bir yere gelindi. 90'lardayken dağda ve şehirdeki silahlı mücadele bırakılır da siyasi mücadeleye geçilirse Kürt meselesinin çözüme kavuşacağına dair bir umut ve beklenti vardı. Ancak siyasi arenada hezimete uğrayan çözüm süreci nedeniyle kansız bir barışın sağlanamayacağına yönelik gittikçe artan bir algı var her iki tarafta da. Bu da savaşı haklı göstermenin en yaygın ispatına dönüştü.
C.A.J.Coady Terörün Ahlakı adlı makalesinde " Harbin İçine" adlı şiiri sık sık derlemelere girmiş olan İngiliz şair Julian Grenfell'den bahseder. Grenfell'in cepheden annesine yazdığı mektupta "... Savaşa tapıyorum. Kocaman bir piknik gibi ama pikniğin amaçsızlığını taşımıyor. Kendimi hiç bu kadar iyi ve mutlu hissetmemiştim" diye yazdığını anlatır. Savaşlara milli, ulvi, kutsal, dini vb. sayısız amaçla meşruluk kazandırılmaya çalışılıyor. İnkar ve imha politikasını çözüm olarak gören devlet, mağduriyet ve mahrumiyet cezası kesmeye devam ediyor.
İnsanların canına planlı ve sürekli kastetmek soykırım değil midir?
Barış, sevgilim!
Hani ne zaman?
@ NarDogu