14 Kasım 2014

Annemin Şarkısı'nı duymak

Annemin Şarkısı duymasını bilene sesinde koca bir tarih taşıyan dengbejlerin “klam” ları kadar çok şey söylüyor.

Eksik bırakılmış, gözardı edilmiş, yok sayılmış ne kadar hakikat varsa sanat aracılığıyla er geç sesini duyuruyor, varlığını hissettiriyor. İyi sinema, hiç şüphesiz beslendiği birden fazla sanat dalı sayesinde bize gerçekliği en kavi, en derin şekilde hissettirmeyi başarıyor her defasında. Erol Mintaş’ın ilk uzun metrajlı yapımı “Annemin Şarkısı”  alt metindeki politik meramını gündelik hayatın gizil şiirselliğiyle birleştiren, bireyi merkeze alan,  meselesini bağırmadan, sakince anlatan, acıyı kanırtmadan görselleştirebilen bir ilk film.

Anadili insanın vatanı, kendini gerçekleştirdiği, varlığını görünür kıldığı yer. Anadilini konuşmaktan mahrum bırakılmış tüm halklara sesleniyor Annemin Şarkısı. Anadilden ırak düşmenin yarattığı bölünmüşlük kadar anadiline sahip çıkmanın insanı,  yaşadığı toplumdan nasıl kopardığını ana-oğul ilişkisi ekseninde anlatıyor.

Filmin anatomisi ana-oğul ilişkisinden oluşsa da, köyleri yakılan, doğdukları yerde yaşam olanağı bulamayan Kürt ailelerin İstanbul’a mecburi göçü, ana izleklerin başında geliyor. Tek kelime Türkçe bilmeyen Nigâr Hanım Tarlabaşı’nda kısmen yakaladığı huzuru  çok katlı, betonarme bir apartmanda dört duvar arasında büsbütün yitirmenin kederi ve bunaltısıyla baş etmeye çalışan, köyüne dönmek isteyen Kürt bir anne. Oğlu Ali devlet okulunda öğretmenlik yapan, evde annesiyle Kürtçe konuşan, haftasonu kursta çocuklara Kürtçe öğreten, öte yandan edebiyatla ilgilenen, öykülerinin edebiyat çevresinde ilgiyle karşılandığını öğrendiğimiz ve kız arkadaşıyla kurduğu ilişkide eril algıya yer yer yenik düşen bir karakter. Ancak sinemada görmeye alışkın olduğumuz gibi fosur fosur sigara içen, gözlüklü, pespaye, berduş bir entelektüel değil. 

Ali’nin annesiyle saygı, şefkat, hatırşinaslık ve anlayış üzerine kurduğu ilişkinin aksine kız arkadaşıyla beraberliğinde vurdumduymaz, ketum ve duyarsız davranması,  şahsi hayatıyla annesine gösterdiği özen arasında denge kurmaya çalışırken kız arkadaşının hamile olduğunu öğrendiğinde kayıtsız kalması insan tabiatının çekişkilerle dolu coğrafyasının gerçekçi bir yansıması. Devlet okulunun resmi müfredatına uygun ders anlattığı sahnelerde bıkkın, durgun, tekdüze bir karakterken haftasonu kürt çocuklara kursta kürtçe öğrettiği sahnelerde kendinden geçecek kadar coşan, gözleri parıldayan, tüm ruhu ve bedeniyle kendini yaptığı işe adayan bir portre izliyoruz. Senaryonun bütünlüğüne uzak düşen, gereksiz gibi duran birkaç ayrıntının film üzerine düşünmeye devam ettikçe anlam kazandığının farkına vardım. Mesela, greve katıldığı için hakkında soruşturma açıldığını öğrendiğimiz sahne gereksiz gibi görünse de aslında onun politikayla ilişki derecesine atıfta bulunuyor. Sadece öncesi ve arkası belirtilmediğinden havada kalıyor. Aynı durum filmin sonunda da geçerli. Türkiye sinemasında filmlerin sonunda genellikle açılan tüm kartlar kapatılır, herşey bir sona bağlanır. Erol Mintaş hayatın devinimini, akışını imlemek istercesine filmin sonunda, Nigar hânım dışındaki karakterlerin akıbetinden bizi haberdar etmiyor. Ayrıca Zeynep  bir kadın karakter olarak Ali öğretmenin kız arkadaşı veya başka birinin kızı, ablası, kardeşi kimliğiyle değil, kendisi olarak sesini duyuruyor filmde. Erkek dünyasının  izin verdiği ölçüde hareket alanına sahip gölge kadın karakterlere alışkın olduğumuz sinemamızda eşine az rastlanır bir kadın karakter yaratılmış. Kendi kararlarını alabilen, kaderini birlikte olduğu adamın ellerine bırakmayan bir portre çizilmiş.

Ana oğulun birlikte gülüp eğlenerek Charlie Chaplin filmi seyrettikleri sahne, sessiz sinemanın dile değil görsele, beden diline yaslanan gücüne atıfta bulunması, sinemanın birbirlerinin dilini bilmeyen insanları nasıl aynı zeminde buluşturduğunu hatırlatmak adına ince bir ayrıntıyı yakalamış.        

Annemin şarkısı derdini seyircinin gözüne dokmayan, politik mesajlar vermeyen, naif bir film olmuş. Öte yandan cevapları zahmete girmeden bulmaya alışkın olanların algılarını açacağı kesin. Birkaç eksiği, havada kalan birkaç sahnesi yok değil. Senaryo iyi ancak bazı sahneler daha estetik, bazı sahneler ise daha doğal çekilebilirdi. Birkaç sahne dışında oyuncular genel olarak abartmadan oynamış. Film, duygusunu en yalın haliyle ilettiğinden eksiklikler pek göze batmıyor.  

Nesnel yargıları bir yana bırakırsak, Nigâr Hanım’ın aradığı şarkıyı bulmasını bekleyip durdum film boyunca. O şarkıyı anadilinde konuşma hakkı elinden almış halkların içinden mırıldandığını anladım ardından. İşte bu noktada, Annemin Şarkısı duymasını bilene sesinde koca bir tarih taşıyan dengbejlerin “klam” ları kadar çok şey söylüyor.

ANNEMİN ŞARKISI/ KLAMA DAYÎKA MİN

Senarist/ Yönetmen: Erol Mintaş
Görüntü Yönetmeni: George Chiper
Kurgu: Alexandru Radu
Besteci: Başar Ünder
Oyuncular : Feyyaz Duman, Zübeyde Ronahi, Nesrin Cavadzade, Cüneyt Yalaz, Mehmet Ünal, Ferit Kaya, Aziz Çapkurt

@pinardogu

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"