11 Mayıs 2014

Anne! sonrası sessizlik...

'Bugün evladının 'Annem!' diye seslendiğini duyamayanların günü. Onlar birer rakamdan ibaret görülen, belki henüz mezartaşı bile dikilmemiş evlatlarının mezarını ziyaret edecekler bugün'

İktidar sözcüklerden korkar. Sözcükleri tekinsiz, ehemmiyetsiz bulur, dili tehdit alanı olarak görür. Bu yüzden dilsiz araçları seçer. Cop gibi, elektrik gibi, biber gazı gibi. Haklıların sadece sözcükleri vardır. Haksızlar ise sözcükleri durumu kurtarmak, kılıf uydurmak için kullanır. Bu yüzden sessizlikle onarılır bazı yaralar. Çünkü sevinmeler kursağımızda kalır, iyimserliklerimizi diri tutmak zorlaşır, umut yerini endişeye bırakır. Bugün de böyle bir gün.

Yine de , herşeye rağmen sözcüklere sığınmaktan, onların tılsımlı kudretine güvenmekten, yaşamı savunmaya devam etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Özgür ve Lorin'in annesi Mülkiye Demir Kılınç kitap sattığı için 19 Mayıs 2014'te hapse girecek.  PKK'ya kitap götüren Erhan adlı birine kitap sattığı için yargılandı. İki yıl bir ay hüküm giydi. Tek kanıt Erhan adlı kişinin hangi şartlar altında verdiğini bilmediğimiz, ama o gayri insani şartları tahmin edebildiğimiz gözaltı sürecindeki ifadesi. Dört gün sonra savcılıkta Mülkiye Demir Kılınç'ı tanımadığını defalarca dile getirse de nafile, geçmiş olsun. Bütün bunlar bir kadının kitap satmaktan hapse girmesini engellemiyor. Kitap sattığı için yardım ve yataklıktan, örgüt üyeliği suçundan hüküm giymesini engellemiyor. Gözaltındaki ifade savcılıktaki ifadeyi geçersiz kılmaya yetiyor. Bir insanı suçlu yerine koymak için canla başla uğraşan iktidar kılıfını da buluyor. Başına zorla poşu geçirdiği üniversite öğrencisinin fotoğrafını çekmeye uğraşan polisleri hatırlayın. Polisin görevi sanık veya suçluyu yargıya teslim etmek mi, yoksa masum kişileri suçlu yerine koyacak zemini hazırlamak mı?

M. D. Kılınç  pedagoglara, doktoruna danışarak yanına almaya karar verdi 5,5 aylık ikizlerini. Cezasının bir sene ertelenmesi için dilekçe verdi. Çocuklarının yürüdüğünü görebilmek için. İkiz bebekleri cezaevinde atacak ilk adımlarını yoksa. Hayata başladıkları yer hapishane olacak, esaretle başlayacaklar yaşamaya katılmaya. Gökyüzünü avlunun imkân verdiği ölçüde görecek Özgür ve Lorin. Sonra onlara büyüdüklerinde nasıl anlatacak öfkeli olmamayı, iyimser bakabilmeyi, hayata devam edebilmeyi herşeye rağmen?

Annemizden öğrenmiyor muyuz şefkati, affetmeyi, yeniden sevmeyi? Arınmayı, tazelenmeyi, hafiflemeyi annemizden öğrenmiyor muyuz? Hayat daha yumuşak, daha uçucu, daha hafif bir şey olmuyor mu annelerimiz sayesinde? Onlar sayesinde çiçeğe durmuyor muyuz? Karanlık yerlerimizi ışıklandıran onlar değil mi? Onlar değil mi sertlik ve hassaslık arasındaki ince denge? Onlar değil mi her yelde kırılmadan eğilen, sonra yine dimdik ayakta duran? Anamızdan öğrenmiyor muyuz dirayetin, azmin en hasını?

Annemize,  o coşkun kaynağa, o tılsımlı özsuya sığınırken dünyanın pisliğinden, kötülüğünden arınmaya çalışırız. Saflığımızı, masumiyetimizi hatırlamak için sarılırız annemize. Ya o kıvancı, gururu yaşayamayanlar! Evlatları birer mezar taşından, bir avuç topraktan ibaret anneler... Evlatlarına sarılamayan, annem diye seslenildiğini işitemeyenler. Ne çok kaybımız var, ne çok sözcük eksildi dilimizden. Artık Berkin denilince, biri Ethem'e seslenince, Ali İsmail diye çağrılınca bir başkası ya da Zeynep Eryaşar, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan diye haykırınca en insan yerlerimiz sızlayacak. Belki baharın gelmekte tereddüt edişi bu yüzdendir.

Bugün evladının " Annem!" diye seslendiğini duyamayanların günü. Onlar birer rakamdan ibaret görülen, belki henüz mezartaşı bile dikilmemiş evlatlarının mezarını ziyaret edecekler bugün.  Toprağa kulaklarını dayayıp artık birer kemikten ibaret evlatlarının sesini işitmeye çalışacaklar belki.

Kader diyerek geçmeyeceğiz. İnatla savunacağız kaderin değil zalimin bu dünyadan ayırdığı gencecik insanların hakkını. Onların " Anne" diye seslenebilme hakkını. 

Mülkiye Demir Kılınç, Özgür ve Lorin'in "anne "dediği günü şu bol yıldızlı, geniş bulutlarla kaplı göğün altında duyabilmeli hiç değilse?

Sonrası sessizlik.

Pınar Doğu

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"