Dünya, belki de kadınlar yüzyıllardır sesini yeterince çıkar(a)madığı için bu kadar adaletsiz, hoyrat ve ruhsuz bir yer haline geldi. Tarih boyunca toplumsal alandaki görünürlüğü kısıtlanan kadın özgürlüklerini tek tek kendi elinin hamuruyla kazandı ve kendisine ayrılan mutfağın dışına çıkıp her meslekte boy gösterdi, başarısıyla erkekleri telaşa düşürdü, erkekliklerinin kara tahtını sarstı. Anneler kızlarının bahtını yapma görevini reddettiler, çalışma hayatından çekilmediler ve kızlarına da aynı misyonu aşıladılar.
Erkeklerin bir kısmı bu gidişattan örtük ya da aleni rahatsızlık duydu, bir kısmı ise iki cins arasında hiçbir fark olmadığını gerçekte ya da görünüşte kabullendi. Yine de gün geçmiyor ki, kadın haklarını canla başla savunan erkeklerin kendileriyle çelişen hal tavırlarına tanık olmayalım.
Testesteron başa bela.
Ancak cinsel istismarı tek bir hormonla başa çıkamayan erkeğin çaresizliği gibi göstermek de pek akla yatkın ve insaflı değil.
Zira üstünlük kurma hevesi tüm sebeplerin başını çekiyor.
Kadının toplumsal yaşamdaki rolünün değişmesi taciz ve tecavüzlerin artmasına yol açmış mıdır gerçekten bilmiyorum ama şu bir gerçek ki, eskisinden daha güçlü ses çıkaran kadınlar hakikatin önündeki perdeyi aralamakla kalmayacak, kendisinde cinsel istismarı adeta hak gören erkeğin olası teşebbüslerinin de önüne geçmek için sağlam bir engel koyacak. Hukukun adilane işlemesinin yanı sıra kadınların örgütlü hareket ederek haklı çığlıklarını birlikte yükseltmesi cinsel istismarda bulunan ya da meyleden erkeklerin dokunulmazlıklarını ellerinden alacak ve hiçbir şey, suçlunun yanına kar kalmayacak.
‘Me too’ hareketi ‘timesup’ hareketiyle ivme kazanıyor. Time’s up! Zamanı geldi, evet. Size cinsel istismarda bulunan her kim olursa olsun, hakkınızı aramanızın zamanı geldi. Çünkü suskunluğunuz güç sandıkları pişkinliği pekiştiriyor. Çünkü çekingenliğiniz üstünlük sandıkları dokunulmazlıklarını cilalıyor. Çünkü çaresiz hissetmeniz haklılık sandıkları vurdumduymazlıklarını üçe beşe katlıyor. Çünkü sonuç alamayacağınızı düşünmeniz kendilerini haklı görmelerine yol açıyor.
Amerika’da ve İsveç’te görülen iki farklı cinsel istismar davası son dönemde dünya gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. Taze vak’alar değil üstelik. Amerika’da 51 yaşındaki Psikoloji Profesörü Christine Blasey Ford, Donald Trump’ın yargıtay başkanlığına aday gösterdiği avukat Brett Kavanaugh’la aynı koleje gittikleri yıllarda, henüz 15 yaşındayken kendisine tecavüz etmeye yeltendiği iddiasında bulundu. Hemen akabinde üniversiteye başladığında ise zor günler geçirdiğini, arkadaş edinmekte ve erkeklerle iletişim kurmakta zorlandığını, ayrıca akademik problemler yaşadığını, travmanın majör etkilerinin dört yıl kadar sürdüğünü belirtti.
Bu ifşadan cesaret alan iki kadın daha B. Kavanaugh’a cinsel taciz suçlamasında bulundu. Suçlamaları reddeden ve bunun bir komplo olduğunu söyleyen Kavanaugh’un davası sürüyor.
İsveç’teki dava ise geçtiğimiz gün sonuçlandı. Bu seneki Nobel Edebiyat Ödülü’nün verilmemesine de yol açan cinsel istismar vak’ası İsveç Akademisi’nin saygınlığına gölge düşürmedi değil. Öyle ki, yedi kişi akademi üyeliğinden ayrıldı. Suçlu bulunan ünlü fotoğrafçı J.C.Arnault’un akademi üyesi eşi Katarina Frostenson dahil.
İsveç Akademi üyesi Katarina Frostenson’ın kocası Jean Claude Arnault yirmi yıl boyunca Akademi binasında on sekiz kadını taciz etmekten yargılanıyordu. Bir kadını oral sekse ve ters ilişkiye zorlamış, diğer kadınlara tacizde ve cinsel hakaretlerde bulunmuştu. Her ne kadar Arnault’un avukatı Björn Hurtig müvekkilinin iddiacıların kusurlu kanıtlardan yola çıkarak bir sindirme ve karalama hareketi içinde olduklarını söylediğinin altını çizse de J.C. Arnault tecavüzden suçlu bulundu ve sadece iki yıla mahkum edildi.
Aslında sekiz kadın daha önce dava açmış, fakat delil yetersizliğinden davalar düşmüştü. Katarina Frostenson kocasının haklılığına inanmış olacak ki, evliliğini bitirmemişti. Yıllardır İsveç kültür dünyasını derinden etkileyen ünlü fotoğrafçı J. C. Arnault ise suçu gün yüzüne çıkmasına ramak kalmasına rağmen en ufak bir vicdan azabı duymamıştı demek ki.
İnsanın kendiyle baş başa kaldığında, odasına çekildiğinde ya da başını yastığa koyduğunda, ruhunun derinliklerinden gelen sese, içindeki yargıcın doğruları söyleyen ikazına kulağını tıkayabilmesi kötülüğün yaygınlaşmasının ve meşrulaşmasının başlıca sebeplerinden değil mi? Eğer Arnault un vicdanı ona hata ettiğini fısıldasaydı yirmi yıl boyunca taciz ve tecavüzlerine devam edebilir miydi? Üstelik on sekiz kadının her birine farklı zamanlar farklı biçimlerde istismarda bulunurken birinden birinin hakkını arayabileceği korkusunu bile duymamıştı galiba!
Sanatçıların naif, duyarlı, hakkaniyetli kişiler olduğu tezini yerle bir edercesine insanın kanını donduruyor. Sanki gücünü tam da böyle bir yanılgının arkasına sığınabilmekten almışa benziyor Arnault. Kimse o kadınlara nasılsa inanmaz, diyordu belki içten içe.
Suçlunun hatasını görememesi işlediği hatanın büyüklüğünden bile daha ürkütücü değil mi?
Tecavüz kanıtlanması daha kolay bir istismarken tacizin tıbben ispat edilebilirliğinin zorluğu erkekleri çoğunlukla tacize daha meyilli kılıyor. Bu da aslında her kadının hayatı boyunca en az bir kez maruz kaldığı taciz vakalarının sayıca, sanılandan çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Örneğin, aslında ısrar da bir taciz. Erkeğin kadını bakışlarıyla durmaksızın takip etmesi, cinsel içerikli şaka yapması, bilgisiyle üstün olduğunu göstermek için didaktik söylemlerde bulunması, gizlice fotoğraf çekmesi ve paylaşması, sosyal medyada bir kadının paylaştığı her fotoğrafı sürekli beğenip, yorumlar yazıp karşılık alamadığı halde kur yapmaya devam etmesi, yine sosyal medyada bir kadına cinsel içerikli video ya da fotoğraf göndermesi ya da uygunsuzca tekliflerde bulunması.
Kadınları ‘evlenilecek kadın/ eğlenilecek kadın’ diye gruplamak da erkeğin ahlak bekçisi rolüne bürünmesinin başka bir tezahürü değil mi?
Halbuki bir kadın dekolte kıyafet giyse de, gece sokağa çıksa da, bir kafede tek başına otursa da erkeğe cinsel istismarda bulunma hakkı doğurmadığı gibi iffetsiz olduğunun göstergesi değildir. Tüm bu yapıp etmelerin cezasız kalması, faturayı yine kadına çıkardığı gibi, erkeği davranış ve bakış değişikliğine yöneltmektense kadının kendini korumasına yönelik tedbirlerin arttırılmasını içeren caydırma politikalarının tercih edilmesi ise ayrıca ele alınması gereken bir konu.
Sözlü ya da fiziksel taciz, kadın ve erkeği kamusal alanda ayrıştırmakla, kadınları bireysel ve sosyal haklarından mahrum etmekle çözüme kavuşturulamaz.
Ne demişti Arnault? Bu bir karalama hareketi. Tacizcilerin/ tecavüzcülerin cinsel açıdan sözlü ya da fiziksel istismar ettikleri kişiyi, karikatürize etmek ya da bunun kendilerine yönelik bir komplo olduğu gibi karşı savlar üretmek suretiyle itibarsızlaştırmaya çalışması hedef şaşırtma taktiğinin yanı sıra travmanın yeni bir süreçle katlanmasına yol açıyor. Böylece haklılığını ispatlamak zorunda bırakılan kadınlar, mahkeme sürecinin gerginliğine ek olarak, toplumdaki kuşkulu bakışlarla mücadele etmenin zorluğunu da yaşıyorlar. Kadının, tabiri caizse, kuyruk sallamış olabileceği ihtimalini aklına getiren zihniyete karşı vermek zorunda kaldığı iffet savaşı, adaletin yerini bulması için gösterdiği sabırdan çok daha dikenli bir yoldan geçmesini mecbur kılıyor. Mağdurluğunu ispatlamaya çalışırken bir kez daha mağdur ediliyor.
Kötülüğün sınırsızlığının akıl almazlığı kadar kötülüğü kabul etmemek, pişkinliğe ve utanmazlığa şaşırtıcı bir doğallıkla devam etmek vahametin ayrı bir boyutu. Cinsel istismarcının kendini, suçluyken kurban konumuna getirmek için hiç tereddüt etmeden hamlede bulunması üç r’li errrkek zihniyetinin kendiyle yüzleşme yetisinden ne kadar yoksun olduğunun da kanıtı.
Hiç şüphesiz medeniyet insanın kendini tanıma kapasitesiyle doğru orantılı bir evrimle mümkün. Ve cinsel istismara ülke, din, dil, eğitim, soy ve etnik köken, yaş, siyasi görüş fark etmeksizin her erkek meyledebiliyor.
Kadınların cinsel istismarı ifşa etmesinin, adaletin doğru işlemesinin ve bir de ahlakın vicdan temelinde yaygınlık kazanmasının ZAMANI GELDİ artık.
#timesup