Yıllar önce ABD'de lise çağındaki oğlu iki siyahi genç tarafından öldürülen bir annenin müebbet hapse mahkûm edilen katillerle, cinayetin üzerinden uzun bir süre geçmeden cezaevine gidip gelmeye başlayarak yakın ilişki kurduğuna dair bir haber okumuştum. "Affettim", diyordu anne, "Onlar da genç, tıpkı oğlum gibi. Onları affettim."
Affetme kararını, mağdurun kimilerine göre yüce gönüllülük kimilerine göre ise taviz hatta zayıflık gibi algılanan ruh hali kadar failin pişmanlık ve samimiyet derecesi de belirliyor muhakkak. Ancak "bir daha yapmayacağım" diyen pek çok erkeğin 'öfkesine yenik düşerek' yeniden şiddete başvurduğuna tanık oluyoruz çoğu kez. Öfke, erkeğin mazereti ya da zırhı haline geliyor. Kadının erkeği 'kışkırttığına' dair o ezbere hikâye sırf bu yüzden yürürlükten kalkmıyor.
Berfin için de böyle düşünenler olmuştu. Kim bilir ne söyledi de, ne yaptı da Ozan 1,5 kg kezzap attı yüzüne? Öyle ya, ayrılmak isteyen kadını kararından döndürmek için durup dururken böyle bir işe kalkışmazdı hiçbir erkek. 'Bu işte bir iş var muhakkak'çılar devreye girdi önce. Kesin küfür, hakaret, ihanet etmişti kadın. Önce onlara laf anlatmakla başlar hak mücadelesi. İstismar ya da şiddet davalarında karar mahkemesine kadar her kafadan bir ses çıkar. Külyutmazların ilk işi mağdurda kusur aramaktır, olayın kimsenin göremediği bir sır perdesi olduğunu ileri sürerler daima. Sanığın suçu sabit görülse bile bazı çevrelerin dogmatik bakış açısı değişmez. Kadın erkek ilişkileri basit bir etki tepkiden ibarettir onlara göre. Mağdur kadın illa ki hak etmiştir başına geleni. Failler, ağızlarından göstermelik pişmanlık sözleri dökülene kadar inkârı kale edinirler evvela. Mağdura yönelik asılsız ithamların ardı arkası kesilmez.
Tam da bu kaosun içinde omuz omuza vererek mağdurun yanında olan, elinden gelen desteği veren, adalet yerini bulana kadar pes etmeyen bir çok kişi dayanışma ruhunu yaşatırlar sonuna dek. Çünkü kadına yönelik şiddet erkeğin üstünlük ispatı kadar toplumun şiddeti olağanlaştırmasının da sonucudur. Suç aletine ulaşmak çocuk oyuncağıdır, suça teşebbüs etmek an meselesi. Cinnet anı değildir, erkekler kadınlara "bile isteye" zarar verir, kendilerini haklı çıkartmak için yer ararlar, kolay kolay pişmanlık duymazlar.
Öyleyse mağdur, faili affetmeli midir? Neden ve nasıl?
13 yaşındayken Roman Polanski'nin cinsel istismarına uğrayan Samantha Geimer yıllar sonra bir röportajında şunları söylemişti: "İnsanlar sadece tecavüz eden kişiyi suçlamalı. Beni yeterince acı çekmemekle suçladılar. Benim hiç mutlu olmamam ve hep bunun acısını çekmek gerektiğini düşündüler. Çünkü eğer bu olayı atlatırsam ve hemen iyileşirsem diğer tecavüz mağdurlarına haksızlık etmiş oluyormuşum veya eğer mutlu olursam bu demekmiş ki ben o adamla birlikte olmak istemişim. Ben bunun acısını ömür boyu çekmek zorunda değilim. İstersem 3-5 saat sonra unutup hayatıma kaldığım yerden devam edebilirim. Bu sizi ilgilendirmemeli. Benim iyiliğimi gerçekten istiyorsanız benim mağdur olmamı beklememelisiniz, istememelisiniz. Olayı benim için olduğundan daha travmatik hale getirmemelisiniz. Yapılan şey yanlış olabilir, ama ben kendimi ezilmiş, aşağılanmış hissetmedim. Bu sebeple de mağdur da hissetmiyorum."
Bu isyankâr açıklama travma sonrası süreçte üçüncü şahısların mağdurun iyileşmesine istemeden de olsa verebileceği zararlara çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Affetmenin, faile hak vermekle ilgisi yoktur. Kendini suçlamaya eğilimli mağdur, maruz kaldığı kötülükte aslında hiçbir payı olmadığının farkına varmasıyla ilk ferahlamayı yaşar. Uzun sürdüğünde günlük hayatını sekteye uğratan öfkeden kurtulur, geçmişin gölgesinden sıyrılarak travmanın etkilerini ardında bırakıp yola devam eder. Mağdur faili hiçbir surette hayatına almadan affedebilir. Failin eylemlerinin sorumluluğunu alabilmesi, vicdan azabı duyabilmesi ve akabinde ders çıkardığı hatalarını tekrar etmemesi vs. uzun soluklu bir farkındalık ve dönüşüm süreci gerektirir.
Evvelsi gün Berfin Özek'in, yüzüne kezzap attığı için 13 yıl hapse mahkûm edilen eski sevgilisi Ozan Çeltik'e yönelik şikâyetini geri çektiği haberi herkesi şaşkına çevirdi. Berfin'in eski sevgilisini sevdiği ve evlenmek istediği yönünde asılsız bir bilgi gün boyu dolaşımda kaldı sosyal medyada. Kimileri hayal kırıklığıyla alelacele öfkeli cümleler kurdu, kimileri aileden kuvvetle muhtemel para aldığını, kimileri afla birlikte dışarı çıkacak fail tarafından tehdit edildiğini ya da edilmese bile doğal olarak korktuğunu öne sürdü, kimileri itidalini koruyup asıl sebebi beklemeye koyuldu. Haberi okuduğumda şaşkınlık, üzüntü, kızgınlık gibi duyguları ilk esnada bir arada hissettim. Para da alabilirdi, sevip evlenmek de isteyebilirdi, yeniden kötülüğe maruz kalmaktan, hatta öldürülmekten de korkabilirdi. O an bile her koşulda onun için elimden geleni yapacağımı düşündüm. Şartlar ve sebepler ne olursa olsun.
Şiddet sarmalından çıkmak kolay değildir mağdur için. Olması gereken ile olan biten birbirini tutmaz bazen. İdeal seçenek yerine yanlış şıkkı seçebilir. Üstelik yirmi yaşında hayatının travmasını yaşamışsa, hak mücadelesini kazansa bile çark edebilir, aradan zaman geçince şikâyetinden vazgeçme kararından pişmanlık da duyabilir.
Bu kararı ister aleni ya da örtük baskı altında ister kafa ya da gönül karışıklığıyla alsın, yeniden şiddet görürse her koşulda kapıyı açık tutmanın gerekliliğini içselleştirmeyip onu hemen dayanışma alanının dışına itenler, emeklerini haram edenler, halden anlamayıp sırtını dönenler yüzünden Berfin'in yardım çığlığı atmayabileceği ihtimali beni daha çok korkuttu.
Affettiği kişinin yeniden kötülüğüne maruz kalmanın acısından daha çok yakar insanı, "kendi etti kendi buldu" diyenlerin el uzatmaması.
Aradan yirmi dört saat geçmedi, Berfin'in kararının ardındaki nedeni avukatından öğrendik. Tek sebep korkuydu. İnfaz paketinin mağdurların kalbine saldığı korku…
Geçtiğimiz iki gün turnusol kağıdı işlevi gördü. En hakiki, en öz, en has feministlerin ve hak savunucularının önyargılarına, peşin hükümlerine tanık olduk.
Koşullu destekle, lütufkâr ilgiyle dayanışma içinde olunmaz. Mağdurların hak mücadelesine manevi ihtiyaçları giderme, sevap ya da popülarite kazanma beklentisiyle değil, sahici bir duygudaşlık ve herkes için adalet istemiyle ortak olmak gerekir.
Ondan sebep, ne Berfin'e verdiğimiz destek boşa gitti, ne Berfin bizlere ihanet edip güvenimizi boşa çıkardı. Bir karar aldı, bu kararın ardında başka sebepler de olabilirdi, hatta evlenmeye de karar verebilirdi. Onu tek kalemde silenler, kızkardeşlikten men edenler tepkilerinin de bir tür şiddet olduğunun farkındalar mı acaba?
Berfin'in başına kötü bir şey gelirse kayıtsız şartsız yeniden omuz vereceklere ne mutlu. İlk taşı atanlar ise koşullu dayanışmanın ikiyüzlülük olduğunun farkına varır umarım bir an önce.
Yangına ateş mi su mu taşıdığınıza dikkat edin.