17 Eylül 2018

3. havalimanı, işçi hakları ve ölümler

"Gün olur da, 3. havalimanına yolunuz düşerse, artık adı her ne olacaksa, bilin ki o toprağın altında kan var, belki kokusu burnunuza gelir, biraz vicdanınız varsa"

Bir toplumun gelişmişlik düzeyi ne alışveriş merkezi sayısıyla ne milyonlarca dolara satın alınan uçakla ne de valilerin makam odalarını ve arabalarını yenilemek için harcadıkları binlerce lirayla ölçülür.

Günlük asgari net ücret 53 liraysa, halk kağıda gelen zammın farkına kitap değil tuvalet kağıdı aldığında varacak denli bilgiden, kültürden uzak kalmışsa, sokak hayvanlarına tecavüz edilmesi hukuken suç değil kabahat kabul ediliyorsa, kadına şiddete ve cinsel istismara yönelik suçlarda alt sınırdan cezalar verilip iyi hal indirimi uygulanıyorsa, mahkum ve tutuklu anneleriyle birlikte hapse konulan 600’den fazla bebeğin sağlıklı ve güvenli yaşam hakkı elinden alınıyorsa, işçiler çalıştıkları yerlerde hayatlarını kaybettiği halde yer yerinde oynamıyorsa…

Türkiye gelişmekte olan bir ülke konumundan çıkalı epey zaman oluyor, yerinde sayan bir ülke bile değil artık, göz göre göre gerileyen bir ülke, üstelik ağır çekim bir gerileme de değil. Yokuş aşağı son sürat bir gerileme!

Çünkü hep aynı filmi görüyoruz; mekân değişiyor, karakterler değişiyor, ama hep aynı dram. Doğaüstü güçler ya da dış mihraklar değil yaşadığımız trajedinin sorumluları.

İnsanın insana bakış açısında yatıyor asıl neden.

İnsanın insanı insan yerine koymamasında, hak hukuk bilincinden ve empatiden yoksun kişilerin artmasında, kârını düşünen işletmelerin acımasızlığında yatıyor.

İş kazalarının üstü biraz kazındığında ihmalden daha başka gerçekler olduğunu kolayca görebiliriz halbuki: Umursamazlık, bencillik, riyakârlık, suçluluk hissetmeme, sevgisizlik, sorumsuzluk…

O yüzden iş kazası değil, iş cinayeti diyoruz. Çünkü ihmalden öte kasıt var. Havalimanı inşaatı vaktinde bitsin de kaç kişi ölürse ölsün diyen bir zihniyet var. Parayı insandan üstün tutan bir zihniyet.

Osmanlı’da kölelik 1847’de çıkarılan bir fermanla yasaklandı. Milletler Cemiyeti, ki daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü onar, 1926’da tüm dünyada köleliği yasakladı.

Fakat modern kölelik çeşitli biçimlerde tezahür ediyor. İşçisini insan yerine koymayan sermaye sahipleri, taşeronlar çalışanlarını haftada 45 saatten fazla çalışmaya zorluyor, hem de mesai ücreti ödemeden. İşçiye hak ve alacaklarından vazgeçtiğine dair belgeler imzalatabiliyorlar. Bu belgelerin geçersizliğinden bihaber o kadar çok işçi var ki, alacaklarını tahsil edemedikleri halde mahkemeye gitmiyor. İşçilere baret, maske, tulum vb. gerekli kıyafetler verilmiyor çoğu kez. Naylon çadırlarda kalmaya, günlük kalori ihtiyacının altında sağlıksız yemekler yemeye mecbur ediliyorlar. Hiçbir ücret ödenmeden fazla mesai çalıştırıldıkları yetmiyormuş gibi, işlerini hızlı yapmaya da zorlanıyorlar.

Bu tablo Soma faciasında da farklı değildi, asansör kazasında da, 3. Havalimanı inşaatında da farklı değil. İşçilerin bizzat elleriyle yazdıkları kağıttaki talepleri okuyun, hangi madde olması gerekenden fazlası? Hangisi lüzumsuz bir istek addedilebilir, hangisi lüks bir beklenti kabul edilip çalışma standartlarının dışında görülebilir?

İşçiler daha önce firma yetkilileri ile görüşüp taleplerini dile getirmişler üstelik, fakat netice alamamışlar, hatta kaale bile alınmamışlar. Geçtiğimiz cuma günü yaşanan kazada 17 kişinin yaralanmasının ardından iş bırakma eylemine başlamışlar. Zam istemiyorlar, izin istemiyorlar, keyfi olarak işten kaytarmıyorlar. Sadece temel haklarını alarak, güvenli ve insanca bir iş ortamında çalışmak için seslerini yükseltiyorlar. Bunun üzerine 600’e yakın işçi gözaltına alındı, bir sonraki gün 160’ı serbest bırakıldı. Üstelik sırf işçilere destek vermek için Kadıköy’de toplanan sendika görevlileri ve siviller de göz altına alındı. Kötü bir müsamere gibi her şey. İplerimizi elinde tutan yönetmen kafasına estiği gibi davranıyor. Karabasan hiç bitmiyor. Ya verilene razı olacaksın ya da razı olacaksın. Başka bir seçeneğin olmadığını gözümüze sokmaya çalışıyorlar. Bu hangi tip demokrasiye(!) giriyor acaba? Kim, neye dayanarak ilerlediğimizi iddia edebilir? Hangi uçak, insan canından kıymetlidir?

3. havalimanı inşaat sahası ölüm tarlasına dönüştü adeta. İş zamanında teslim edilecek diye yeterli yemek verilmeden hatta iş kıyafeti bile olmadan gece gündüz çalıştırılan işçilerden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre 27’si iş esnasında hayatını kaybetti. Halbuki mühendislerden birinin verdiği ifadeye göre, havalimanı inşaatı başladığından beri 400’e yakın işçi öldü.  

3,5 milyon metrekare büyüklüğünde 30 bini aşkın kişinin çalıştığı inşaat sahasında 27 kişinin ölümü de 400 kişinin ölümü de normal geliyorsa insan yaşamının istatistiksel oranlarla ölçülemeyecek kadar değerli olduğunu bilmem nasıl anlatmalı?

1 kişinin ölümü bile çoktur çünkü.

Ordulu bir formen 80 tonluk 3 çeker bir aracın altında kalıp can veriyor, hiç kimsenin haberi yok.

İş kazalarının üçte biri inşaat sektöründe gerçekleşiyor. Yüzde 4,7’si ölümle sonuçlanıyor. Halbuki basit tedbirler bile bu ölümleri ve kazaları önleyebilecekken, maliyetten tasarruf etmeyi ve zamandan kazanmayı isteyen işletmelerin tek taraflı bakış açısı nedeniyle bu yüzdeler yıllar içerisinde arttı. Cezai yaptırımın yetersizliği, toplumun duyarsızlığı da cabası.

3. havalimanı inşaatı er geç bitecek, öyle veya böyle, orası belli.

Ekonomik kriz devam ettiği sürece, kaç kişi uçağa binebilecek ekonomik rahatlığa sahip olacak, orası belli değil.

Gün olur da, 3. havalimanına yolunuz düşerse, artık adı her ne olacaksa, bilin ki o toprağın altında kan var, belki kokusu burnunuza gelir, biraz vicdanınız varsa.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"